27 Kasım 2022 Pazar

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR – 27

           1950 sonrasi çok partili yaşamla birlikte emperyalizmin Türk siyasasına müdahalesi, feodal yapının (ağalık/şeyhlik) desteklenmesi, demokrasinin/özgürlüğün bir gereği olarak sunulur. 12 Eylül 1980 darbesi ile birlikte ülke tamamen emperyalizmin kuşatmasında küreselleşmeye hizmet edecektir. Sovyetlerin/Sosyalizmin çözülmesi sonrası boşluğa düşen kimi Türk solcuları, (Atatürkçülükle özdeşleştirdikleri) askeri cuntaya karşı çıkarken aslında (Cumhuriyet karşıtları ile birlikte 2.Cumhuriyetçi olarak saf tutarak) küreselleşmenin hizmetine gireceklerdir.” (Prof. Sina AKŞİN)

       ATATÜRKÜN DEMOKRASİ ANLAYIŞI / DENEMELERİ ve KARŞIT TEZLER

Atatürk/Kemalizm karşıtlığı ile siyasal İslamcıların gözdesi olmuş, övgüsünü kazanmış, referans/kaynak olarak başvurdukları Türk solunun tarihini yazan sol tandanslı Prof. Mete Tunçay; “Serbest Fırkayı güdümlü bir demokrasi deneyi olarak sunan Atatürk’ün siyasi hürriyete değer vermediği, sonuçta demokrasiye ve hürriyete inanmadığı, laiklik ve halkçılık ilkesinin demokratikliğini kösteklediği şeklindeki tezlerini; Muhafazakarlık konusunda ilk akademik araştırma yapan Prof.Berat Bekir Özipek’te; Tunçay’dan etkilenerek Atatürk/Cumhuriyet dönemine ilişkin, “CHP’yi batılı ve tepeden inme, TCP’yi ise tabandan gelen muhafazakar ve demokratik bir siyasi kuruluş” olarak tanımlarken, buna muhafazakar çevreden katılımlar olacaktır.

(Siyaset bilimci/tarihçi olarak hocaların hocası olarak da anılan Prof. Mete Tunçay; Abant platformu kurullarında eşbaşkan olarak görev üstlenmiş, Hoca Efendi dediği Fetö’nün Afrika’daki okullarını gezerken etkilenmiş, 15 Temmuz darbe girişimine inanmakta zorluk çektiğini, hükümete bu kadar nüfuz ettiklerine çok şaşırdığını, Fetö için “Terör örgütü olamaz” demesinin ardından, yanıldığını/şaşırdığını beyan etsede geriye tek şey kalıyor: Aydınlanmaya karşı aydın ihaneti!)

Büyük bir yanılsama içerisinde, -sadece liberallerin veya liberalizme yakınlaşan sosyal demokratların savunabileceği düşünüldüğünden olsa gerek- liberal olmayan Atatürk’e, demokrasi düşüncesi -gerçek anlamda demokrasiyi savunduğunu defalarca ifade etmiş olmasına rağmen- yakıştırılmamış, bilakis Atatürk, genellikle demokrasi dışı düşünce şekilleri içerisinde gösterilmiştir. -Ulus ötesi cemaatçi/neo-liberal demokrasi teorilerini doğrular şekilde- Kemalist laiklik ile halkçılık, dolayısıyla demokrasi ilkelerinin arasına ciddi sınırlar çizmişler, özellikle Atatürk’ün laiklik-halkçılık özdeşliği şeklinde tezahür eden bütüncül demokrasi anlayışını dikkate almamışlardır. Laiklikle halkçılık (halk hükümeti/iktidarı) arasında bir “karşıtlık” olabileceğini kabul eden bu algılama biçimi, laikliğin demokrasinin ön şartı (hatta şartı) olmadığı tezini de zımnen kabul etmekte ve bu anlamda laik olmadan gerçek bir “halk demokrasisi” inşa edilebileceği savunulmuştur.

Atatürk’teki ve Kemalizm’deki demokrasi fikrini başka açıdan devrim süreciyle birlikte oluşan “medeni ilerleme” çerçevesinde hukukçu/tarihçi/ akademisyen/araştırmacı/yazarlar, beyinsel/yüreksel sağduyulu bir bilim adamı titizliğiyle bu alanda çok sayıda eser ortaya koyarlar.

Fransız anayasa hukukçusu/siyaset bilimcisi Maurice Duverger’in belirttiği gibi, denemelerin istenilen sonucu vermemiş olmasına rağmen, bu denemelerin yapılmış olması bile “tek başına derin bir anlam taşımaktadır. Hitler Almanyasında ya da Mussolini İtalyasında böyle bir şey düşünülemezdi. Bunlar, her şeye rağmen, Kemal rejiminin plüralizme üstün bir değer tanıdığını ve pluralist bir devlet felsefesi çerçevesinde faaliyet gösterdiğini ifade etmektedir.”

Atatürk’ün ulusal egemenlik anlayışı, soyut ve demokrasiden uzak bir anlayış değildir. Atatürkçülük, sadece saltanatı yıkmayı değil, yerine halk egemenliğini/demokrasiyi geçirmeyi amaçlamıştır. Atatürkçü düşünce sisteminde ulusal egemenliğin halkçılık ilkesiyle tamamlanması, ona demokratik içeriğini kazandırmıştır.

Aynı düşünceyi Atatürk Nutuk’ta şu şekilde dile getirmiştir: “Takriri Sükûn Kanununu ve İstiklâl Mahkemelerini, istibdat vasıtası olarak kullanacağımız fikrini ortaya atanlar ve bu fikri telkine çalışanlar oldu... Biz, fevkalâde ittihaz olunan ve fakat kanunî olan tedbirleri, hiçbir vakit ve hiçbir surette, kanunun üzerine çıkmak için, vasıta olarak kullanmadık; aksine, memlekette sükûn ve asayiş tesisi için tatbik ettik; devletin hayat ve bağımsızlığını temin için kullandık. Biz, o tedbirleri, milletin medenî ve sosyal gelişmesinde faydalı kıldık... Aldığımız fevkalâde tedbirlerin tatbikine lüzum kalmadığı görüldükçe, onların tatbikinden vazgeçmekte tereddüt gösterilmemiştir.

Atatürk, cumhuriyetçi ve demokrat bir önder olmakla birlikte, damgasını vurduğu dönemde Türk devleti demokratik bir yapıya bürünememiştir. Ancak Atatürk, toplumu demokratik kurum ve kavramlara yöneltmiştir.

Demokrasiyi belleklere kazırken kendisinden sonra geleceklere cumhuriyet kadrolarına demokrasi fikrini aşılayıp zamanı/zemini oluşunca demokrasiye geçmeleri konusunda cesaret vermiştir. Nitekim kurucu kadroların 1950 seçimleri sonrası iktidarı teslimi onun demokrasi kültürünün yeşermesidir

Sonraki yıllarda Türkiye'deki demokratikleşmeyle ilgili adımlarda onun düşüncelerinin izleri görülmüştür. Atatürkçü düşünce sisteminde yer alan ulusal egemenlik, eşitlik, parlamenter rejim ve toplumsal refah gibi idealler günümüz çağdaş demokrasilerini ayakta tutan temel ilkelerdir.

Atatürk’e göre; “Demokrasi prensibi, hakimiyete istismak eden vasıta ne olursa olsun esas olarak milletin hakimiyete sahip olmasını ve sahip kalmasını icap ettirir.”

TCP sonrası Serbest Parti ile çok partili rejim denemesi yaparken, bu sistemin cumhuriyetin içeriğini aksettireceğine inanmıştı. Ancak toplumsal koşullar/davranışlar olgunlaşmadığı için deneme tutmaz, demokrasi biraz daha ertelenirken, her fırsatta ideolojik rejimi düşünmeden, çok partili rejimin dönüşüne kapıyı açık tutma yoluna gitmiştir.

1930 sonrası Atatürk’ün dış politikası, içpolitikada tek parti uygulaması diktatörlüğü yerleştirmek yerine çok partili sisteme geçişe açık kapı bırakarak ergeç demokrasiye geçileceği inancının göstergesi sayılabilir. 1938’de ölümünün ardından -1945 sonrası uzun çabalardan sonra- yeniden çok partili sisteme geçiş sadece o dönemin milli şefi İsmet İnönü’ye değil cumhuriyetin kuruluşundan itibaren çok partili sistem ve hürriyet rejiminin zeminini hazırlayan Atatürk’e borçluyuz.

Remzi KOÇÖZ




Hiç yorum yok:

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz