19 Mayıs 2025 Pazartesi

GENÇLİK

 “Türkiye’de giderek artan bir yoğunlukla özellikle 1950 sonrası uygulanan dışa bağımlı politikaların çok yönlü sonuçları içerisinde 3 unsur öne çıkar: 1-Cumhuriyetle oluşturulan ulus devlet yapısının çözülmesi, 2-Bu yapının öncüleri ulusçu aydınların yok edilmesi, 3-Bu amaç için ümmet yapılanmasının yönetim düzeni durumuna getirilmesi. Bu 3 unsur ülkeyi emperyalist sömürüye karşı korumasız kılacak ve açık pazar durumuna sokulan ülke, parçalanma sürecine girecektir.” (Metin AYDOĞAN)

OLAYLI YILLAR, GENÇLİK ve GELECEK

20. yy başında emperyalizme karşı verilen bağımsızlık savaşının başkomutanı ve Cumhuriyetin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, ülkenin geleceğini gençliğe emanet etmişti. Gençlik, kurtuluş meşalesinin yakıldığı 19 Mayıs ile özdeşleşmişti. Türk Gençliği, kurucu önderinin kendisine yüklediği sorumlulukla, -tüm bu zorluklara rağmen-  büyük bir inanç ve dirençle vede devrimci bir ruhla ağır bir yükün altına giriyor, sıradışı bir özveriyle toplumsal muhalefetin temsilcisi oluyordu.

Gençlik doğası ve yapısı gereği heyecandır, aceleciliktir. Gençlik yaşananlardan, ülkenin gidişatından hoşnut olmamakla birlikte; özellikle üniversite gençliği öncülüğünde mücadele bağlamında toplumla/ kitlelerle ilişki kurmaları ve etkili olmaları, yaşları vede yaşam deneyimleri dolayısıyla pek kolay değildir.

1970’lerin başında çok sayıda genç faili meçhullere kurban giderken,  görünmez bir el tarafından silahlandırılıp ‘Ülkücü ve Devrimci’ şeklinde birbirleriyle düşmanca çatışıyorlardı. Büyük bir kitlesel güce ulaşan gençlik, yurt yararına olduğu inancıyla kaldıramayacakları ağır bir savaşımın, gücüyle orantısız bir çatışmanın içerisine çekilmişti.

Türkiye’de 1970’e doğru gençlik eylemleri doruğa ulaşırken, böl ve yönet devreye girerek (sol/devrimci gelişmeye karşı kendilerini milliyetçi/mukaddesatçı olarak tanımlayan kesim karşıt olarak yer alırken) ideolojik ayrışmalar/çatışmalar çerçevesinde şiddet/karmaşa sarmalında kanlı bir kör dövüşü yaşanacaktır. Gençlik, Atatürk ve Türk Devriminden uzaklaşıp/uzaklaştırılıp -kendini/geçmişini/tarihini bilmeden geleceği kurma hayaliyle- o günün modası ideolojilere öykünürken, Gençler; çıkışı olmayan, birbiriyle çatışan ve yabancılaşmaya yol açan; batıcılık, ümmetçilik/dincilik, ırkçılık, solculuktan birini seçmeye zorlanır. Bir nevi kültür yozlaşması sonucu yabancılaşmaya yol açan her türlü akım yeşerir.

Gençlik eylemlerini yönlendirmek, gençleri olabildiğince kutuplaştırmak, aykırı eylemlerle halkta tepki yaratmak hazırlanan planın ana hedefleriydi. Ve dışarıda hazırlanan bu plan/program kademe kademe uygulamaya geçerek kaos ülke geneline yayılacaktı.  Bu plan çerçevesinde; Gençliğin akademik/demokratik istemleri ortadan kalkmış, öğrenci olayları yön değiştirerek, Gençlik halktan koparılmış, halkın kaygıyla izleyip tepki duyduğu kanlı bir çatışmaya dönüşmüştü. 

(Ülkede yabancı ajanlar cirit atarken, işbirlikçiler ile birlikte olayları/gündemi istedikleri şekilde yönlendirirken, öğrenci örgütlerinin yönetiminde yer alarak, silahlı eylemleri/çatışmaları keskin eylemleri öneriyorlar; “Devrimci mücadelenin gücü silahtır, silahsız mücadele başarıya ulaşamaz, pasifizme son verelim” diyorlardı.)

Ulusal varlığın en önemli unsuru gençlik hedef alınarak, önce ayrıştırılıp sonra birbiriyle çatıştırılıp ülke geleceğinin dinamizmi etkisizleştirildi. Ardından Türkiye’nin en nitelikli aydınları/akademisyenleri/yazarları/sanatçıları/gazetecileri, gözaltı/işkence/tutuklama/ suikastlara maruz kaldı. 12 Mart 1971 müdahalesi toplu aydın kırımının mihenk noktasıydı. Sonrasında, kardeşkanının akmasını ve terörü önlemek adına gerçekleştirilen ancak sonuçları itibariyle ülkeyi küresel isteklere sınırsızca açan 12 Eylül 1980 darbesi, toplumsal çöküşü hızlandırırken, Aydın kırımı 1980 sonrası 1990’larda da devam edecekti.

(1970-1980 arası binlerce insan öldürülürken 10 binlercesi yaralanır. Köylerini kentlerini adeta kaçarak terkedip göçenlerin sayısı belirsiz. Terörün yoğunlaştığı 1978-1980 arası 5 binin üzerinde insan öldürülürken, 14 bin üzerinde kişi yaralanmış/sakat kalmıştır. EGM verilerine göre 1965-1980 arası 45 bin tüfek, 150 bin tabanca, 32 milyon mermi ele geçmişti. Bu sayının en az 2-3 katının yasadışı bir biçimde kişilerin elinde bulunduğu değerlendirilmektedir.)

        Gelinen süreçte; Türkiye’ye yeni bir biçim vermeye çalışan emperyal/küresel güçler, ulus devlet işleyişini yerelleşmeye götürerek, etnik/mezhepsel kutuplaşmayı siyasetin merkezine yerleştirir. Ilımlı İslam olarak açıklanan siyasetin başarılı olabilmesi için –özellikle Atatürk/Cumhuriyet Devrimlerinden vede kuruluş felsefesinden uzaklaştırılıp- inanç farklılıklarının ayrışma aracı olarak kullanılması gerekiyordu.   

         (Malatya/Sivas/Maraş/Çorum olayları önceden planlamış siyasi ayrılıkların neden olduğu iç sorun değil dış kaynaklı kitlesel kıyıma ulaşan olaylardı, ayrılıkçı Kürt hareketi ile birleşecek mezhep çatışması provalarıydı.)

Uğur Mumcu’nun dediği gibi “görünmez bir el” Türkiye’yi karıştırmış, özellikle topluma önderlik edebilecek ülke aydınları yok edilmişti. Türkiye geçmişte yaşanan çatışmalardan büyük yaralar almıştı. Toplumsal açıdan örgütlenmek ve örgütlü davranmak halkın gözünde en tehlikeli bir iş durumuna gelirken, kitleler duyarsızlaştırılarak, sessiz/tepkisiz/itaatkar bir ortamın oluşması sağlandı.

Geleceğin güvencesi gençler ezilerek/kıyılarak/vurularak/asılarak/kurban edilerek ülkenin geleceği karartılıp dayanaksız hale getirilir. Ardından Ülkenin dışa bağımlı, emperyalist sömürüye karşı korumasız kılınması ve açık pazar durumuna sokulması süreci yaşanır. Bunun doğal sonucu olarak demokrasiden giderek uzaklaşılan otokratik bir yapıya dönüştürülmüş bir ülke sözkonusu. Son süreçte halk iradesine yönelik yargı vesayeti ile gerçekleştirilen 19 Mart 2025 müdahalesi bardağı taşıran bir damla olur.

Gelinen noktada, kendilerine Türkiye’nin geleceği emanet edilen gençler 21. yy çeyreğinde; haksızlığa/hukuksuzluğa/zulme karşı, adalet ve demokrasi için tüm engellere/engellemelere/müdahalelere rağmen yılmayarak, meydanlara/alanlara akarak, Cumhuriyet’e ve Türkiye’nin geleceğine sahip çıktılar. Hem de tarihin derinliklerinden bir sesle: "Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet" ve de önderinin izinde "Mustafa Kemal’in Askerleriyiz" diyerek... (19 Mayıs 2025)

Remzi KOÇÖZ

*(Bkz. Metin AYDOĞAN,Yönetim Gelenekleri ve Türkler, Ben ve Ülkem; HarunKARADENİZ, Olaylı Yıllar ve Gençlik; T.Sülker YILMAZ, Türkiye’de Gençlik Hareketleri; Gün ZİLELİ, Yarılma; Hakkı ÖZNUR, Ülkücü Hareket; Uğur MUMCU, Cumhuriyet, 4.5.1977.)


15 Mayıs 2025 Perşembe

SEVR / LOZAN

“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır!” (Mustafa Kemal ATATÜRK)

SEVR, LOZAN ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Lozan, ulusal kurtuluş mücadelesi ile emperyalizmi yenilgiye uğratan yeni Türk devletinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş beratıdır.
Lozan kazanımları, özellikle İngilizler kadar onların manda/himayesine bel bağlayan saltanat/ saray bürokrasisi, İngiliz Muhipler/İslam/Kürt Teali Cemiyetleri, İstanbul basını gibi yerli işbirlikçilerde hoşnutsuzluk oluşturur. Bu hoşnutsuzluk, Onların günümüz uzantılarınca -Atatürk Cumhuriyeti ile hesaplaşmalar çerçevesinde- 100 yıl sonrasında da devam etmektedir.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, Lozan zaferini, zaferi gölgelemeye çalışanlara ve çalışacaklara ders niteliğinde şu sözlerle aktarır:  “Saygıdeğer Efendiler, Lozan Barış Antlaşması’ndaki hükümleri öteki barış teklifleriyle daha fazla karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!”
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Lozan’ı iyi değerlendirebilmek için öncelikle tarihsel koşulları iyi bilmek daha doğrusu Sevr’i doğru okumaktan geçecektir.
Türk Milletine dayatılmak istenilen esaret zincirinin Ulusal Kurtuluş zaferiyle koparılıp tarihin çöplüğüne atıldığı Sevr’i unutup Lozan’ı tartıştırmak insaf ve izan gerektirir.
Çözüm/Barış süreci, Terörsüz Türkiye söylemlerinin ardından Türkiye’nin ulus/üniter devlet yapısını tartıştıranlardan öte tartışanlar açısından da bir akıl tutulması da diyebiliriz.
(15 Mayıs 2025)
Remzi Koçöz

9 Mayıs 2025 Cuma

İÇİMİZDEN BİRİ: TAMER KIRKLAR

             “Voleybolun unutulmazları arasında yer alırken, voleybolu seçip voleybolcu olduğum kadar polis kolejine girip polislik mesleğini seçtiğim için de mutlu olduğumu söyleyebilirim, yani ikili bir mutluluk yaşadım.” (Tamer Kırklar)      

-Kolejin Spor Gururu / Kolejlilerin İlkler Onuru-

Milli Mücadelenin 100. Yılı etkinlikleri kapsamında TEMÜDDER ve Kolej Platformunca düzenlenen Kurtuluş yolu (Ankara/Eskişehir/Kütahya/Afyon) gezileri ile 29 Ekim ve 10 Kasım 2019 Anıtkabir ziyaretleri ve akşamındaki birliktelikler anlamlıdır. Kolej vede emniyet teşkilatının yetiştirdiği çok sayıda değer biraradadır. Bu değerler arasında birlikteliğe renk katan birini yakından tanıma fırsatı bulurken,  sonraki süreçte yaşam öyküsü ilgi odağı oluşturacaktı. Kendine özgü bir çizgi, bir mücadele, mütevazi bir başarı öyküsü, Kolejlilerin ilkler gururu/onuru: Tamer Kırklar… 

Anadolu’nun doğusundan Tunceli’nin kırsalından Hozat ilçesinde tarımla/ hayvancılıkla iştigal eden bir ailenin 1945 doğumlu çocuğu olarak 1960 yılında Polis Koleji ailesine (559. Kolej öğrencisi olarak) dahil olmuş.

Kolej spor imkanları geniş olan bir yuva, çok farklı dallarda kendinizi deneme şansına sahip bir yer.  Önce boksa heves sarıp (Clay lakabıyla anılırken) 3 ay sonra atletizm derken voleybolda kendini bulacak ve bu branşla bütünleşecektir. O fiziki yapısının güçlülüğü, boyunun uzunluğu nedeniyle ilk sene sınıf takımından okul takımına, 2. sene ise Emniyet takımına hatta Ankara genç karmasına seçilecekti. Artık voleybol onun dünyası, voleybolla yatar/kalkar olmuştu.

Emniyetspor takımında voleybol II. Liginde mücadele edecek ancak şampiyonluk göremeyecekti. O dönem başka bir takıma transfer imkanı yoktu. Petrolofisi genel müdürünün “bu çocuk II. Ligde heba olacak, onun I. Ligde oynaması lazım” diyerek, EGM‘den talep etmesi üzerine prosedürde bir değişiklik yapılıp EGM oluru ile I. Ligde oynayan Petrolofisi takımına transfer olurken Emniyet takımından diğer takımlara geçiş anlamında bir ilk gerçekleşecektir. 1966 yılında Polis Enstitüsünden mezuniyetinde I.Ligde oynayan bir sporcu olmanın avantajıyla laboratuvar kadrosunda kura dışı kalacak, ardından okulda spor asistanı olacaktı. Enstitüde spor asistanı olarak kalması voleybol sporuna devamını ve sporcu kariyerinin devamına/yükselmesine katkı sağlayacaktı.

Kolej günlerinde boru trampet takımında yer alırken, İbrahim Metiner’in Kolej müdürlüğünde, bir dönem Kolejde sınıf komiserliği sonrasında sınıflar amiri olarak görev yapacak okulun bando takımını da yönlendirecektir.

Petrolofisi’nden yedek subaylık döneminde Muhafızgücü’ne transferiyle milli oyuncular arasında kendini bulacak, bir süre yedekte kalsa da Ankara ve Türkiye şampiyonlukları yaşayacaktır.

Askerlik bitiminde ise Muhafızgücü’nden DSİ takımına transfer olacaktı. DSİ’de 3 sene kadar smaçör olarak oynarken, bir dönem Merkez Trafik dairesinde başkomiser rütbesiyle görev yapacaktı.

Ankara yılları DSİ ile sonlanırken, İzmir’e yol görünür. Göztepe kulübüne transfer olacaktır. 1.Lig sürecinde milli takıma seçilerek milli formayı giyen ilk emniyet mensubu olacak, 9 kez milli takımda oynama gururunu yaşayacaktı.

Müdürlüğe terfisi ile şube sorumluluğunda antremanlar/müsabakalar zorlaşacak, küçük rütbelerdeki gibi idare edilmesi zorlaşacak, müdürlerinin ya spor ya görev seçeneği karşısında spora veda edip, göreve devam etmesi baskın gelecekti.

1974 yılında çok genç sayılacak bir yaşta 29’unda liglere veda ederken jübilesi ise görkemli olacaktı. Jübilesinde, Uğur Dündar sunuculuk yaparken, Müjdat Gezen’in hakem olduğu ringde milli boksörlerimiz Celal Sandal-Seyfi Tatar karşılaşırken, karşılıklı mücadeleyi bırakıp hakemi ring dışında kovaladığı bir gösteriye dönüştürecek, Altay-Göztepe takımları minyatür futbol maçı ardından, kendisinin yer aldığı Göztepe voleybol takımı ile millilerden oluşan karma bir takımla müsabaka sonrası jübile seremonisi Türkiye’nin spor/sanat/televizyon ekran yüzleriyle görkemli bir gösteriye dönüşecekti. 

5 gün antreman 2 gün maç şeklinde gençlik yıllarını içine alan yoğun bir tempo içeren oyunculuk süreci sonlanırken, voleybol tutkusu tabi ki devam edecekti. Uluslararası Antrenörlük sertifikası almasının ardından, bir dönem sporcu olarak bulunduğu kulüplerden Göztepe ve Emniyetspor takımlarını antrenör olarak çalıştıracaktır.

Hem spor dünyasında hem emniyet camiasında bir idol/örnek olurken, nüktedanlığı ve şakacılığı ile de gönüllerde yer tutar.

1 oğlu ve 1 kızından 2 torunu olurken, torununu çocuğunu da görecek, kızı Ebru bir dönem babasının izinde voleybol oynayacaktı.

1963 yılında Kolejden mezuniyet sonrası başlayan memuriyet hayatı, 1966 yılında Polis Enstitüsü’nden mezuniyet sonrası polis amiri olarak değişik rütbe ve unvanlarla Ankara, İzmir, Ağrı, İzmir, Adana gibi ülkenin değişik illerinde görev yapmış, en son görev yaptığı Adana kadrosundan 1982 yılında -idari/siyasi baskılar sonucu daha 37’sinde- çok sevdiği mesleğinden ayrılmak zorunda kalacaktır.

Adana Bölge Gazetesinde bir yazar (Nevzat Uçak) “Eski Dostlar” yazısında;Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada Tamer Kırklar’ın fotoğrafını gördüm. Adana’da Emniyet Müdür yardımcılığı yapmıştı. Çok mert, delikanlı bir kişiydi. Taviz vermeyen, görevini layıkıyla yapan, haksızlığa tahammülü olmayan biri” diyerek bir anısını paylaşacaktı: “80 ihtilali olmuş… Selahattin Çolak, düşünün,  bir kentin Belediye Başkanı hücreye atılmış, hem de ihtilal döneminde ve bir Emniyet Müdürü odasını açıyor, hücredeki kişiye “Buyrun burada dinlenin” diyor ve görevlilere talimat veriyor, “Selahattin beyin bir isteği olursa hemen yerine getirin” diyor..”

O, 15 yaşında girdiği kolejle birlikte 6 yıl öğrencilik ardından bir fiil 16 yıl amir olarak üniformasını taşıdığı mesleğinden çok genç sayılacak bir yaşta istem dışı emekli olduktan sonra İzmir ilinde yaşamını sürdürerek, öncelik olarak farklı iş kollarında çalışacak, ardından 1985 yılında kendi işinde Kırklar/İmtaş sigorta acenteliğinde (Bölge 10.’su olarak) başarılı olacaktı.

Emniyet Teşkilatından ayrıldıktan sonra durağan bir yaşamı seçmeyip, İzmir ilinde kendine sosyal alan ve statü yaratarak, bundan sonraki yaşamını anlamlandıracaktır.  Hem spor camiası hemde emniyet teşkilatının etkinliklerinde en önde olacaktı.

TEMÜDDER İzmir Şubesinin 1 nolu asil üyesi olarak, şehirdışı/uzaklar da olsa tüm etkinliklere yüksünmeden katılım sağlarken, Genel Başkan İsmail Çalışkan “Toplantıların olmazsa olmazı Tamer Kırklar Müdürümüz de aramızda katılmış ve bizleri onurlandırmıştır. Ayrıca konuşmasında yaptığı esprilerle toplantımıza renk katarak bizleri neşelendirirmiştir” şeklinde seslendirecektir.

O sportmen biri olarak; 14 yıl kadar Polis Koleji/Enstitüsü ve Emniyet takımları ile I. Ligde 4 ayrı kulüpte voleybol oynaması yanında milli takım formasını da giyerek, Türk voleybol tarihine ismini yazdırırken, ‘Voleybolun Unutulmazları’ arasında da yer alacaktır.

O, voleybolun unutulmazları arasında yer alırken, voleybolu seçip voleybolcu olduğu kadar Polis Kolejine girip polislik mesleğini seçtiği için de mutlu olduğunu, yani ikili bir mutluluk yaşadığını yineleyecektir.

Hem emniyet teşkilatının/kolejlilerin, hemde voleybolcuların “Tamer Abisi” olarak gönüllerde yer tutacaktır.

Emniyet teşkilatı bugüne kadar seçkin insanlar yaratmış, sayısız değerler yetiştirmiştir.  Tamer Kırklar da bu değerler arasında müstesna, sportmen, centilmen ve de nüktedan kişiliği ile gururlandığımız örnek bir meslek büyüğümüz olarak saygın bir yeri olacaktır.

Aslolan insanları yaşarken değer kılmaktır. Bir meslek büyüğümüzü/müdürümüzü/ağabeyimizi içimizden birini -spor/sosyal yaşamı çerçevesinde- paylaşmak, 80’lik bir çınarı yadetmek istedim.

Sevgi/saygı/selamlarımla…

(9 Mayıs 2025)

Remzi KOÇÖZ

 






Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz