28 Mart 2021 Pazar

KARANTİNA GÜN(CE)LERİ - 28

'Yeni yepyeni Yürekli yetilerle yediden yetmişe yaratıcılık yücelsin.’

YANA YANA (Y / Y)…

Yeniden yaşam yarınlarda;

Yaşadıklarım/yaşayacaklarım,

Yaşanarak/yaşatılarak/yaratılarak,

Yürümek/yüzmek/yazmak yanında,

Yaratacaklarınla yönlenecektir.

Yazılarım; yazdıklarım/yazacaklarım,

Yitirdiklerim; yakınlarım/yerini yaşatacaklarım,

Yetilerim; yaptıklarım/yapacaklarım,

Yeni yepyeni/ yediden yetmişe,

Yolumuz/yollarımız yürünecek,

Yağan yağmurdan/yağıştan,

-Yamyaş yıkanırken-

Yenilenen yeryüzü,

Yeniden yeşerecek yediverenler,

Yemişler yetişecek,

Yönlendirilen yörüngelerde,

Yeni yetmeler yarışacak.

Yaşamı yeniden yaşarken,

Yoksunluklar yaşayacak,

Yardımlar yapılacak,

Yaralar/yanıklar,

Yüreğindeki yangınlar,

Yanağındaki yaşlarla,

-Yapış yapış yoğurup-

Yerinde yokolup yitecek,

Yana yana!

Yeniden yürünecek yarınlarda,

Yârinle yarınlara,

-Yıldızları yakalarcasına- 

Yolculuk yaparken,

Yonca yaprağından yollarda,

Yavaşça yaşayacaklarınla,

Yaşanan yeislerle yüzleşecek,

-Yaslarınla yaşlanacak-

Yüceler yücesine,

Yapılan yakarışlar,

Yükseklerde yankılanacak.

Yarışlar yapılacak yıldızlara,

Yıldırımlarla yalıtılacak,

Yağmurlarla yıkanacak,

Yakamozları yakalayacak,

Yuvan yurdun yücelecek,

Yalnızlıklarda yalnızca,

Yaradan’a yakarılacak,

Yana yana!

(28. 03. 2021)

Remzi KOÇÖZ

23 Mart 2021 Salı

ÇEMİ NENİ / ANNEM SAKİNE

ÇEMİ NENİ / ANNEM SAKİNE…

90 yıl kadar öncesinde, 1930’larda,

-Cumhuriyet’in ilanından 9 yıl sonra-

Sakarya/Karasu/Aziziye Mahallesinde başlayan yaşam,

Atalar 93 Acara/Batum muhaciri/Gürcü,

Usta olarak nam salmış Dedesinin adıyla,

Davutoğulları olarak anılan sülale,

Hem Acara’lı hem de çalışkan oldukları için

Belediye başkanınca Acar soyadı verilince,

Acar sülalesi olarak bilinecek,

Toprakla/tarımla iştigal edecek,

İki amcası –Ali ve Mehmet- Çanakkale'de şehit düşerken,

Babası Hüseyin ve amcası Ahmet,

Milli Mücadelede Kuvayı Milliye saflarında,

İpsiz Recep milisi olarak,

Sakarya/Adapazarı çevresinde,

Sakarya’da/Dumlupınar’da,

Anadolu'nun kurtuluşunda cephelerde savaşta,

Kızı olarak 90’ına merdiven dayadığında;

“Babam, Cumhuriyetçi/Atatürkçü” derken,

Bizde üçüncü kuşak/torunlar olarak;

“Kuvayı Milliyeci/Kurtuluş Savaşı Gazisi”

İstiklal Madalyalı Dedemizle övünecektik.

Anne, Öncü sülalesinden Hasan kızı Zehra,

1939’da 33 yaşında çok genç sayılacak bir yaşta,

İnce hastalık veremden kaybedilince,

7 yaşında öksüz kalacak,

Öz-üvey 4’er kız-erkek 8 kardeş olarak,

Babalarının ikinci eşi Fatma, onlara analık edecek,

Dedesi Davut’u göremesede,

Babaannesi Fatma/Nunuşa uzun yaşayacak,

Baba Hüseyin elinden her iş gelen,

Ev, ahır, çatı yapan dedesi gibi ustadır.

Yokluk dönemi çocuklarıdırlar,

-süpürge/kamış tohumlarını öğütüp ekmek yaparlar-

Çocuklukları/gençlikleri/yaşamları çalışma ile geçer,

Ekin, çapa gibi işler yanında hayvanlarda bakılır,

Fındık ise başlı başına bir uğraştır,

-Tuzla/Arumlar/Daracıkada/Uzunada/Küçükboğaz’daki bahçelere-

Yürürken kazmalar omuzlarda,

-Bazen öküz arabası ile yaklaşık 1 saatte-

“Yemek işi genelde bana kalırdı” derken,

Ailenin bir nevi aşçısıdır,

Sırttaki sepetlerde yemekler taşınır,

Akşam dönüş yolu bitmek bilmez,

Yorgunluktan yürümek çok zor gelir,

Okul zamanı erkekler okula gittiğinden,

Tüm işler gibi su/sel baskınına karşı,

Kanal açma işi de kızlarındır.

1948’de 16’sında -Tın Tın bölgesi- Mahallenin ortasından,

İlçenin/Mahallenin ve gelin gideceği evin doğusuna,

Sahtımala denilen yere ev yapıp taşınırlar,

O yıllarda kızlar/kadınlar için,

Kocaya gitmek pek kurtuluş sayılmaz;

Orada da yine rençberlik onları bekler,

Üstüne üstlük koca dışında yeni bir ev,

Kaynana/eltiler/görümceler ve de çocuklar derken,

Yük giderek artar da artar.

1950’de 18 yaşında gelin olacaktır,

Kendileri gibi Batum Muhaciri,

Koçöz sülalesinden komşu oğlu Süleyman ile evlenir,

Süleyman -babasından öksüz- kunduracı/dükkanda/pazarda bir esnaf,

Sakine -annesinden öksüz- toprakta/tarlada/harmanda bir çiftçi,

Çalışan/üreten emekçi insanlar,

3 beyaz (şeker/tuz/gazyağı) dışında,

Gereksinimlerini kendi üreten,

Suyu tulumbadan çeken,

Gaz lambası ile aydınlanan,

Zorluklarla/yokluklarla mücadele ile yılları geçer.

1953’de 21 yaşında anne olurken,

İlk çocuğu oğlu Erol/Mehmet Akif'tir,

1 yıl sonra kızı Fadime/Necla doğacak,

Oğulları Hasan Kemal ve Remzi ile,

4 çocuk annesi olacaktır.

60’lı yıllara girildiğinde,

Kocası Çarşı’da inşaata başlayacak,

Dükkan geliri, Fındık parası,

Hep oraya akacaktır.

Baba evinde olduğu gibi Koca evinde de,

Yaşamına rençber olarak devam eder,

Onu daha da çetin günler beklerken,

Yaşam onun için mücadelenin ta kendisidir.

1967’de büyük oğlu Erol Kuleli’yi kazanırken,

Onu gurbete göndermek zor olacaktır.

1968’de ortanca oğul Kemal,

İnşaatın 4. katından düşüp,

Kazayı kolunun kırılmasıyla atlatırken,

2 yıl sonrasında bu kez fındık dalından düşer,

Aynı kol çıkıkçıda sardırılıp,

Kangren sınırında kol kesilmeden kurtulunsa da,

İstanbul’da uzun bir tedavi sürecinde,

Anne olarak ilk refakatini yaşar.

70’li yıllarda aile için sıkıntılı geçecek,

1971’de analığı Fatma’yı kaybederken,

-Ailenin hamisi bizlerin Haminnesi-,

Kayınvalidesi Hanife yatağa bağlı kalırken,

Bu süreç 8 yılı bulacak, 1973’de 41’inde;

Hanife daha iyi şartlarda bakılsın diye,

Aziziye’deki eski evden İncilli’deki yeni eve,

Çarşıdaki apartman dairesine taşınılsa da,

Sakine için rençberlik bitmeyecek,

Bu kez hayvanlar/bağ/bahçe için,

Eski eve gidip gelmek eziyet olacaktır.

1973’te büyük oğlu Mehmet Akif,

Harbiyeyi bitirip Teğmen olunca sevinecek,

1974’de sülalenin ilk şoförü/traktör kullananı,

-Çok genç bir yaşta daha 35’inde-

Kardeşi Selahattin’in kaybına çok üzülecek,

1975’de bu kez küçük oğlu Remzi,

Polis Kolejini kazanarak gurbete gidecek,

1977’de 2 yıl sonrasında da ortanca oğlu Kemal,

Yükseköğrenim için yuvadan ayrılıp,

1979’da Türkçe/Edebiyat Öğretmeni olarak atanır,

En büyük yardımcısı Kızı Necla olurken,

O’da annesi gibi inekleri sağma,

Ev işleri derken Haminesine de bakacak,

Babasına da dükkanda yardımcı olacaktır.

1979’da 8 yıla yakın bakımını üstlendiği,

Bir Anne gibi sahiplendiği kayınvalidesini,

Çocuklarının Haminnesini kaybedecektir.

1981’de 49 yaşında okuryazarlık belgesi alırken,

1982’de küçük oğlu komiser yardımcısı olacak,

1984’de büyük oğlu subaylıktan istifa edecek,

1985’de babası Hüseyin’i kaybedecektir.

(Emine/1944 ve Ayşe/1945 halalarını küçük yaşta,

Amcaları Biço lakaplı Ahmet/1981,

İdris/1982, Salih amcasını ise 2002’de kaybedecektir.)

 

1986’da kızı Necla’yı çok uzaklara,

-İskender sülalesinden Şefik’le evlendirip-

Avustralya/Sidney’e gelin ederken,

1988’de kızının oğlu Ataman ilk torunu olacak,

1989’da küçük oğlunu evlendirirken,

-Şükran Alemdağ ailenin ilk gelini olacak-

1991’de oğlundan Duyunç ilk kız torunu olacak,

1996’da kızından Teoman ikinci oğul torun olacak,

-1999 büyük deprem öncesinde dizinden ameliyat olacak-

2001’de ortanca oğlunu evlendirirken,

-Saniye Eren ikinci gelini olacak-

2003’de Hanife Zübeyde ikinci kız torun doğacak,

30 yıl sonra yeniden eski evine,

Aziziye Mahallesine dönecek,

Zaten o süreçte hemen hemen hergün,

-Bağ/bahçe/hayvanları için-

O yolu yürüyerek katederken,

Toprakla yoğrulmuşçasına,

Tam anlamıyla doğayla içiçe yaşayan bir çiftçi olacaktır.

2003’de abisi Mehmet Ali’yi kaybederken,

Büyük oğlu Mehmet Akif kanser olup,

Akciğer ameliyatı, kemoterapi tedavisi derken,

6 ay kadar oğluna hastabakıcılık yapacak,

2004 Ağustosunda O’nu toprağa verirken,

Acıların en büyüğünü yaşayacak,

Üzüntüsünü/sıkıntısını toprağı işleyerek,

Çevresini yeşerterek atmaya çalışırken,

Enerjisini toprağa aktaracaktır.

2004’de Oğlunun kaybının 3 ay sonrasında,

Kardeşi Mehmet’i de kaybederken,

2005’de küçük oğlu 1.Sınıf Emniyet Müdürü olacak,

2006’da ortanca oğlundan Atanur üçüncü kız torun doğacak,

2008’de en büyük abisi İsmail Hakkı’yı kaybederken,

2015’de Ümyan ablasının kaybı üzüntüsünü katmerleştirir,

2020 sonbaharında ise yeğeni Emine’nin kaybı, 

O’nu derinden sarsacaktır.

Büyük oğlunu bekar olarak toprağa verirken,

3 çocuğundan 3’ü kız 2’si erkek 5 torun sahibi olarak,

2020’de en büyük torunun çocuğunu görecek,

Geçmişte ortanca oğluna refakatçilik dışında,

Kayınvalidesine 8 yıl kadar,

Ardından büyük oğluna 6 ay kadar,

Son süreçte ise eşi Süleyman’a 1.5 yıl kadar,

Yatakta hastabakıcılık yaparken;

Kızı Necla’ya göre 3 nesile birden bakan güçlü bir kadın,

Oğlu Kemal ise annesini başhemşire olarak adlandıracaktır.

O, zamanın tüm anneleri gibi kolçeliktir,

Teknoloji ile çok işi olmaz,

Çamaşır makinesine çok fazla direnmesede,

Bulaşık makinesini kurdurmayıp,

Bilek/kol gücü ile işler görülür,

Taki ömrünün sonuna dek,

“Davutoğlu inadı” ile “Ben böyle rahatım” diyerek,

Kendi düzeninden ödün vermeyecek.

Seyahat/yolculuk konusunda sıkıntılı,

Araç tutması/baş dönmeleri yaşasa da,

Kayınvalide/ortanca oğlu refakatleri nedeniyle,

Adapazarı, İstanbul ilk gittiği şehirler,

Büyük oğlunun ilk görev yeri Sivas,

Küçük oğlunun görev yaptığı şehirlerden,

Denizli, Aydın, Erzurum, Ankara’yı görecek,

2006’da Anıtkabir’de Ata’sına saygı duruşunda bulunacaktır.

Kendisine en uzak kaldığım dönem,

-Haziran ve Ekim’de birlikteliklerimiz olmakla birlikte-

Salgın sürecinde 2020’de olacaktır.

Haftalık Pazar görüşmelerimizde,

Hal hatır sohbetimiz dışında,

İyi bir gündem izleyicisi olarak,

Ülkenin gidişatını analiz ederken,

Cumhuriyet/Atatürk çizgisinden sapan,

Güzel Ülkemin geleceğinden kaygılanmakta,

Son olarak 3 Şubat 2021 Çarşamba günü,

Görüşmemiz bir nevi veda olacaktır.

(10 Şubat günü kızımı İstanbul’a bırakıp

Karasu’ya geçmeyi planlarken)

6 Şubat Cumartesi akşamı,

Hastane/yoğun bakım süreci bizi kaygılandırır,

Yoğun bakımda Hayatın en zor sınavında;

Yaşamla-ölüm arasında ince bir çizgide/noktada, Araftasınız.

Vücut direnciniz/bağışıklık, organların çalışma durumu,

Tabiki hastalık/yaşlılık gibi özel durumlar temel etken olacak,

Yaşam kadar sonlanmasının da elimizde olmadığı gerçeğinin bilinciyle,

Evlatları olarak bizlerin ve sevenlerinin duaları onunla olacak,

Yoğun bakımda 1 haftalık yaşam mücadelesi,

12 Şubat Cuma sabahı sonlanırken,

Canım Annemi son yolculuğunda uğurlamak,

Toprağa verirken son bir kez öperek,

Bedenen/fiziken vedalaşmak olacaktır.

En son büyük bir efor/özveriyle eşine bakarken;

“Beni yataklara düşürüp, kimseye muhtaç etme, bana çektirme Yarabbim” derken,

Yaradan’a duası kabul görmüş,

Hiç kimseye/evlatlarına yük olmadan,

Baba/anasından kendine kalan malların,

Bir kuruşuna bile elini sürmeden,

Bu dünyadan sessizce göçüp gidecektir.

(Davutoğlu Hüseyin’in çocuklarından geride;

Teyzelerim Ayşe/1935 ve Hayriye/1944 kalacaktır.)

Her insanın yaşamında Annelerin yeri özel,

Herkesin annesi kendine göre güzel,

60’ında da siz hala çocuk, büyüyemeyecek,

Hayatta belki en zor olanı Anne’den ayrılabilmek,

Anne-evlat ilişkisi bağ/bağlılık açısında çok farklı bir şey,

Doğumda göbek bağı fiziken kesilsede,

Bu bağ yürekte ömür boyu kesintisiz sürecek,

Çok üzdüğünüz/kızdırdığınız olmuşsada,

Zamanla bunlar ana-evlat sarmalında unutulacak,

Bunların yanında çok sevindirdiğiniz günleriniz,

Belleklerde her daim anı olarak anlatılacaktır.

Ölüm bir gerçek!

Yaşamın birgün sonlanacağı da ayrı bir gerçek!

Bilinmeyen ise ne zaman ve nasıl sonlanacağı!

Çekirdek aileden kayıplarımın en özeli/zoru;

Çemi Neni / Annem Sakine olacaktır…

(Karasu / 23 Mart 2021)

Remzi KOÇÖZ


14 Mart 2021 Pazar

KARANTİNA GÜN(LÜK)LERİ - 8

 

“Bilimin açıklayamadığı son derece kuvvetli bir güç vardır: Sevgi…Yaşamın özü sevgidir.” (Albert EİNSTEİN)

Salgın/Sağlık Savaşçıları

Salgın günleri -evde kalma/karantina günleri- başlayalı tamı tamına 1 yılı buldu. Ancak uzun bir süreç daha bizi bekliyor gibi. Beden sağlığımız yanında ruh sağlığımızı da korumamız elzem. Bireysel hüzünler yanında, ulus olarak da kayıplar/acılar/üzüntüler yaşarken, Yardımlaşma/dayanışma/paylaşımlar -gerginliği/korkuyu/paniği azaltıp- bizlere moral ve güç vermekte. Tıpkı sevinçlerin çoğaldığı gibi acılarda paylaşıldıkça azalırmış!

Salgınla mücadele sürecinde, hemen hemen hergün bir sağlık çalışanını bu amansız virüse kurban verdik. Toplumun diğer kesimlerine göre daha çok 10 katı kadar virüse yakalandılar.

Dünya Sağlık Örgütüne göre; sağlık çalışanlarının Dünya nüfusunun % 3’ünü, tüm covid-19 enfeksiyonlarının ise en az %14’ünü oluşturduğu ve her 7 hastadan 1’inin sağlık çalışanı olduğu, Dünya çapında 7.000 sağlık çalışanının yaşamını yitirdiği (Eylül 2020), Türk Toraks Derneği verilerine göre; Türkiye’de enfekte olan 120.000 sağlık çalışanından 120’si hekim olmak üzere 385 kişinin yaşamını yitirmesi acı bir tablo olarak karşımızda duruyor. (Sağlık hizmeti verirken şiddete maruz kalmaları ise ayrı bir insanlık trajedisi!)

Onlar beyaz melekler/kelebekler,  toplumun sağlığı için kendilerini feda eden sağlık savaşçıları.

Dünya Savaşında/Çanakkale Cephesinde bu topraklar okumuş neslini kaybederken tıbbiye öğrencileri de vardır.

Onlar 100 yıl öncesinde de Kurtuluş Savaşı sırasında/sonrasında Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, bir avuç hekim önderliğinde salgın hastalıklarla amansız mücadele etmişlerdi.

(Ankara’da Dr. Refik Saydam öncülüğünde kurulan Hıfzıssıhha Enstitüsü laboratuvarlarında kendi aşımızı üretip hatta Çin gibi bir ülkelere bu aşıdan gönderirken şimdi ise Çin’den gelecek aşıları dört gözle bekliyoruz. Sağlığı ihaleye çıkaran anlayış ne kadar övünse yeridir. Nereden nereye!)

100 yıl sonra ise salgınla mücadelede yine en önde cephede onlar vardır. En çok onlar hastane/poliklinik koşullarında virüse yakalanma riski ile karşı karşıyalar.

130 kadar ülkede bu virüs (Covid-19) meslek hastalığı olarak kabul edilirken ülkemizde ise hala ayak sürünmekte. Ayrıca çoğu ülkede sağlık çalışanları dışında risk konumları yüksek olan kargo, kurye, market, güvenlik görevlileri gibi işkollarında da meslek hastalığı olarak kabul görür.

Hekimlik mesleği antik çağlardan bu yana ölümsüz mesleklerden biridir. Çoğu meslekten emekli olanlar kendi köşelerine çekilirler, meslekleri artık anılarında kalakalır. Ancak bazı meslekler vardır ki bunların başında hekimlik gelir, sağlıkları elverdiğince, ölünceye kadar yakalarını bırakmaz. Tüm meslekler/işler kendi mecrasında önem arzetsede, hiçbiri tıp eğitimi kadar ağır/uzun süreli/sabır gerektiren eğitim içermez. Uzman olunsa da yeni gelişmeler/teknikler/tedaviler sürekli takip edilerek kendilerini yenilerler. Onun için -kaza/bela/afet gibi tehlikelerden kurtulduğumuzda, canımız yandığında, bir yerimiz ağrıdığında/acıdığında- her daim ne diyoruz; herşeyin başı sağlık!

Mal/mülk gitsin, onlar yerine gelir. Yeter ki canımıza bir şey olmasın, cana zarar gelmesin diye dua eder, telkin ve tesellide bulunulur; “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi!”

Hüzünlü/acılı bir 14 Mart Tıp Bayramı yıldönümünde;

İnsanları yaşatma uğruna yaşamlarını tehlikeye atanlara,

Ve bu uğurda yaşamlarını yitirenlere minnet ve saygıyla,

Selam olsun sağlık çalışanlarına!

Sağlıklı günler dileğiyle, sağlıkla /sağlıcakla…

(Karasu / 14. 03. 2021)

Remzi KOÇÖZ

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz