31 Aralık 2022 Cumartesi

GEÇMİŞ ZAMAN GÜNLÜKLERİ / 2002

 

(Arşivden / Ajandamdan Notlar/ 2002)

Yapmaya değecek tek yolculuk, içimize yapacağımız yolculuktur. Özgün çağrıya kulak vermeli ve yüreğimizin götürdüğü yere gitmeliyiz.” (Suzanna Tamaro)

2002 YILI

2002 yılı; "Uluslararası Ekoturizm ve Uluslararası Dağlar Yılı" olarak belirlenmiştir.

2002’nin son günü olan Bugün bir yılı daha geride bırakacağız. İyiliklerle, güzelliklerle, neşeyle, coşkuyla, umutla geçen günler yanında; kötülük, çirkinlik, hüzün, karamsarlık gibi olumsuzluklarında yaşandığı günleri geride bırakıyor, yepyeni bir yıla 2003’e giriyoruz.

            Gerçi takvim değişimi dışında değişen bir şey olmuyor. Hayat kaldığı yerden devam ediyor. Değişen bir şey var ki onun belki farkına varıyoruz, belki de varamıyoruz. Yeni yıla gelirken bizlerde, dünyamızda bir yaş daha büyüyor, yaşlanıyoruz. Geçen zamanın farkına varamıyoruz. Çünkü her yeni günle uğraşırken, eski kalan saatler, günler, yıllar adı gibi eskiyor. Yıllar bir kenara atılıyor. Bazen bu kenara atılıyor dediğimiz şeyler, bize-bizlere ait olan değerler oluyor. Onları zaman geçmeden aradığımız, hasret duyduğumuz çok oluyor. Çünkü onlar bizim yaşamımızdaki belki ilkler oluyor. Heyecanlar, deneyimler bizi biz yapıyor. Değişerek, gelişerek yenileniyor. Dün-bugüne, bugünde-yarına ulaşıyor.

            Yerine göre olumlu yapılanlar, yerine göre de olumsuzluklar unutulmayacak, zaman zaman hatırlanacak, hatırlatılacaktır. Kimler tarafından mı? Kendimiz onu kayıtlarımızdan hiç silemeyecek, onlar sizinle birlikte saklı olarak yaşamaya devam edecek, bir kenarda duracaktır. Sizin dışınızda sizinle birlikte olan yakınlarınız, arkadaşlarınız, dostlarınız, düşmanlarınız, sizin hitap ettiğiniz ya da hizmet sunduğunuz kişilerce, kitlelerce hatırlanacak, hatırlatılacaktır.

            İşte bu noktada güzellikler hatırlatılıp, anıldığınız, arandığınız zaman içiniz bir hoş, bir mutlu olacak, kendinizle gurur duyup onore olacaksınız. Bu sizin en büyük kazancınız, servetiniz, mirasınız olacaktır. Bu mirası sizden sonra gelecek olan çocuklarımıza, kuşağa soyadınız ile birlikte bırakacaksınız. Bu insan için en büyük onurdur diyorum. Her şeyin geride kalıp unutulduğu, kenara atıldığı yaşamda bu miras altın değerinde yerini koruyacaktır.

      2002’de kendi dünyamda yaşanan ilkleri/yenilikleri/değişiklikleri özetleyeyim:

  1. Erzurum’da yeni yıla girerken, Teşkilatta yenilikler gerçekleştiriyor, hedefler oluşturuyoruz. (Halkla İlişkiler Salonu, Engelli ve Çocuk aracı, Karakolların Merkezlere dönüştürülmesi, Mobil hizmetlerin yaygınlaştırılması, Sosyal tesislerin yenilenmesi, Web sitesinin yenilenerek daha geniş kapsamla ulusal düzeyde geliştirilmesi, Dergimiz, Sanal Karakol oluşturularak Kamu denetiminin bilgi-iletişim ortamında gerçekleştirilmesi.)

  2. Diyarbakır şehitleri için Müdüriyet önündeki törende konuşma yapmam. (24 Ocak)

  3. İl Müdürlüğüne ilk Vekalet (Şubat)

  4. Palandöken’de Kayak öğrenmemin ardından Güney pistinden kayıyorum.(Şubat/Mart)

  5. 10 Nisan etkinliklerinde TV ve Radyo programına katılmak.

  6. Fizik Tedavi (Bel/diz iğne ve masaj), Başımdaki yağ bezesini aldırmam.

  7. Mülkiye Teftişi, göreve ilişkin Takdir (3) ve Taltifler (3)

  8. İzin ve Seyahatler:

        -Tunceli yolundan yaz tatiline gidiş (Erzincan-Tunceli-Elazığ-Malatya-Kayseri-Ankara-Aydın)

        -Doğu Anadolu gezisi (Gümüşhane, Bayburt, Giresun/Tirebolu, Trabzon, Rize, Artvin/Şavşat,                   Ardahan, Kars, Iğdır, Ağrı, Van, Bitlis)

        -Erzurum Güney illeri (Çat,Karlıova,Bingöl, Solhan-Yüzen Adalar, Muş, Varto, Hınıs)

        -Gürcistan Gezisi (Tiflis-Batum)

  1. Babamın Akif Abimle Hacca gitmesi, Anne-Babam, Ablam ve yeğenlerimin Erzurum’a gelmeleri.

  2. Kişisel Gelişim/NLP Semineri. (Trabzon)

  3. Türk Milli Futbol Takımı (Dünya 3.sü), Bayan Atlet (Süreyya Ayhan), Dünya Güzeli (Azra Akın) gibi uluslararası başarılar.

  4. Çoruh nehrinde Rafting (30 Haziran)

  5. İl Müdürlüğüne vekalet 1 aylık (9 Ağustos-9 Eylül)

  6. İlk Makalelerimin yayınlanması (Çağın Polisi Dergisi 10 ve 12. Sayı)

  7. Erken Seçim ve AKP iktidarı (3 Kasım)

  8. AB Süreci (Kopenhag Zirvesi 12/13 Aralık)

  9. Türk tarihçi/yazar Doç.Necip Hablemitoğlu evinin önünde öldürüldü. (18 Aralık)

  10. Burun Ameliyatım (20 Aralık)

  11. Prof.Bülent Tanör, M.Cevdet Anday, Muzaffer Uyguner, Ece Ayhan, Şükran Güngör, Sami Hazinses, Savaş Yurttaş, Mahzuni Şerif, Esmeray, Abdurahman Palay, Osman Bölükbaşı yaşamını yitiren önemli kişiler.

  12. Albüm/belge/yazı/makale/anı/günlük gibi notlarımın bilgisayara yüklenmesi.

Bu saydıklarıma eklenecek daha şeyler olabilir. Şimdilik hatırlayabildiklerim bunlar...

        Hoş Geldin 2003, Güle Güle 2002!

        (31 Aralık 2002 / Salı / Erzurum)

        Remzi KOÇÖZ







28 Aralık 2022 Çarşamba

MEHMET KULAÇ (UZUN MEHMET)

 

MEHMET KULAÇ (UZUN MEHMET)

-Bir Dost / Bir Akraba / Bir Meslektaş Ardından-

Tabzon/Sürmeneli Kulaçzadeler/Kulaçoğulları geniş bir sülale.. Erzurum Kongresi delegesi olarak Trabzon/Sürmene Kazasından Kulaçzade Ahmed (KULAÇ), vatanın geleceği için Trabzon'dan 15 günde at arabası ile Erzurum'a gelerek tarihe tanıklık eder. Amca çocukları Abdülgaffar’ın oğlu Fikret Adapazarı’na yerleşecektir. Kulaçoğlu sülalesinden Fikret ile Karasu/Aziziye mahallesinden Batum göçmeni Acar sülalesinden Kadime ile evliliğinden tek çocukları olacak olan Mehmet 1957’de dünyaya gelir. 60’lı yılların başında Almanya’ya işgücü göçü başlayınca Fikret Kulaç’a da yol görünür. Almanya acı vatan derler ya 70’li yılların başında Mehmet daha küçük sayılacak bir yaşta babasını kaybederek öksüzlüğün acısını yaşayacaktı.

Annesinin kol kanat olmaya çalıştığı Mehmet, askerlik sonrası öksüzlüğünü emniyet teşkilatında giderecek, yeni bir aileye kavuşacaktı. 80’li yılların başında İstanbul’da başlayan görev süreci TEM şubede çetin geçecek, (çatışmada yaralanacak, uzun süreli yargılamalar sürecek) 90’lı yılların başında Erzincan Özel Harekat biriminde görev sonrası ağırlıklı olarak yine İstanbul’da devam edecektir. Tabiki bu süreçte Safiye hanım ile evliliğinden oğlu Kemal kızı Pelin olacak sonrasında torunları ile dede olacaktır. 1999 yılında ise annesini kaybedecektir.

O arkadaşları/dostları/meslektaşları ile güzel bir gönül köprüsü kurabilen mütevazi yapıya sahip bir kişilikte, ayni zamanda serpilip geliştiği Karasu ve Aziziye mahallesinde de sevilen bir değerdi.

Memleketinden dolayı Trabzonsporlu, büyüdüğü topraklar olarak Sakaryasporlu, 3 büyüklerden Galatasaray sevdalısı olarak gönlü geniş bir insandı.

O bir motor tutkunuydu, adeta O’nun yaşam tutkusuydu. Arkadaşları ile oluşturdukları “Mavi Pervaneler” ekibi ile tüm Türkiye’yi katedeceklerdir. 2015 yılındaki Karasu/Küçükboğaz’daki Acarlar sülale buluşmasına da eşiyle birlikte motoruyla gelecekti.

Emeklilik sürecinde sosyal medyada en yakın takipçim idi. Yazılarımı okuyan, yorum yapan, destekleyen, yani duyarlılık noktasında görmezden gelmeyen bir yapısı vardı. Haksızlığa/adaletsizliğe tahammülü yoktu. Toplumda yaşanan ikiyüzlülükleri, özellikle ülkeyi yöneten siyasilerin yalan/dolan/yolsuz/kayırmacılıklarını hiç hazmedemiyordu. Çok ince/derin/ duyarlı paylaşımları vardı. O yüzden facebook ile yıldızları pek barışık değildi. “siyasi ve ideolojik eleştileri” nedeniyle sık sık tart cezası alırdı.

Salgın döneminde hastalığının nüksetmesi ardından mide ameliyatı sonrası kemoterapi süreçleri O’nu yoracaktı. Ve bu amansız hastalık O’nu aramızdan erkenden alırken, Karasu’da buluşma dileğimiz gerçekleşmeyecekti.

Onunla uzun telefon sohbetlerimiz olurdu. Dedelerden, gençlik ve meslek günlerine. Salgın döneminde Kurtuluş ve Kuruluş dönemini destansı bir şekilde aktarıldığı H.İzzettin DİNAMO’nun “Kutsal İsyan ve Kutsal Barış” isimli kitaplarını dostlarına tavsiye ediyordu. 1978 yılı Karasu/Kaya sineması yanındaki 3’lü fotoğrafımızı paylaşınca çok duygulanmıştı. (O fotoğraftan Orhan Salman ardından şimdide Mehmet ayrılmış, ortada ben kalmıştım.)

Akıp giden hayat yakınlarımızı/sevdiklerimizi/dostlarımızı bir bir alıp sonsuzluğa götürürken, yaşam öyküsünden bir kesit güzel anılar/kareler paylaşarak O’nu yad etmek istedim.

Değerli dost, akrabam ve meslektaşım Mehmet KULAÇ’a;

Allah'tan rahmet dilerken, başta ailesi/eşi/çocukları olmak üzere tüm yakınlarına/dostlarına/sevenlerine sabır ve kolaylıklar diliyorum.

Toprağın bol, ışıklar yoldaşın olsun sevgili Teyzeoğlu Uzun Mehmedim...

(Ankara/ 27 Aralık 2022)

Remzi KOÇÖZ







TOPLUMSAL VİCDAN VE HUKUK!

 

 “Davalarınız sizler için daha önem arzediyor olabilir, ancak burada da haksız yere tutsak olan bu vatanın 80 yaş üstü askerleri var. Onlarda insan ve adalet bekliyorlar. Hem de mücadele etmek için hayli yaşlılar.” Mehmet Koray KILINÇ

TOPLUMSAL VİCDAN VE HUKUK!

21. yy içerisinde Türkiye çok farklı kulvarlara savruldu. Batı’dan Ortadoğu’ya, çağdaş uygarlıktan ortaçağ karanlığına! Büyük depremin sarstığı ülkeyi ekonomik kriz vurdu. Sonrasında 12 Eylül döneminin seçim barajı hüneriyle iktidar değişimi yaşandı. Ardından düğmeye basılmışçasına Ergenekon/Balyoz kumpasları sonucu, özellikle bi “Taraf” sürmanşetlerle; “Ülke bağırsaklarını temizliyor, derin devlet sonlandırılıyor, askeri vesayet sona eriyor, üstünlerin hukuk yerine hukukun üstünlüğü, ileri demokrasi, yetmez ama evet” denildi. 2007-2014 arası 7 yıllık süreçte TSK, A’dan Z’ye operasyona tabi tutulurken, kozmik odalara girilip, ordu/kuvvet komutanlığı gibi üst düzey görevlerde bulunmuş generaller, TSK’nın başı konumundaki Genelkurmay başkanı 'silahlı terör örgütü yöneticiliği ve hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs' suçlamalarından tutuklandı. Cumhuriyet’e/Atatürk’e candan bağlı subaylar yanında gazeteciler, bilim adamları ve çok sayıda yurtsever aydın da tutuklanıp kovuşturulurlar.

Bu süreçte Kuddusi Okkır, Türkan Saylan, İlhan Selçuk, Engin Aydın, Uçkun Geray, Erhan Göksel, Mehmet Koral, Ali Tatar, Abdülkerim Kırca, Muzaffer Tekin, Cem Aziz Çakmak, Kaşif Kozinoğlu, Murat Özenalp ve daha birçok kişiyi ölüme götüren ihmaller yaşanır.

Sonrası mı? 17-25 Aralık 2013 operasyonu ile hükümete yönelince iş değişti. Ardından 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ile bir çetenin devleti ele geçirme sürecine ve 251 insanımızın yaşamını yitirmesine tanık olduk.

Daha sonra, Ergenekon/Balyoz mağdurları tahliye olurken bu kez 28 Şubat davası bir rövanş edasıyla devam ettirilir. Bir FETÖ savcısının hazırladığı iddianame üzerinden 9’u tutuklu, 2’si firari karar vericilerle 8 yıl süren duruşmalar sonucu dönemin hiçbir hükümet yetkilisinin taraf olmadığı davada 14 subay hakkında ömür boyu hapis cezasına hükmedilerek, ayrıca rütbeleri sökülerek askerlikten ihraç edilen, yaşları 75-90 arası 14 general 19.8.2021’de tutuklanarak cezaevine konuldu. Üzerinden 15 ay geçmesine rağmen AYM itirazları hala incelemede beklerken; (Bu süreçte Gezi, Demirtaş, Kaftancıoğlu/Hakaret, İmamoğlu/Ahmak Davaları, Montrö Sözleşmesi ile ilgili kamuoyuna açıklama yapan 103 amiral hakkında açılan davalar siyasi davalar niteliğinde ayrı bir trajedi olarak hukuk tarihine geçecektir.)

28 Şubat davasından tutuklanan generallerden Vural AVAR 10 yıl öncesinde kumpas davalarında 20 ay kadar cezaevinde kalmasının ardından bu kez 84 yaşında yeniden cezaevine konularak 15 ay daha yatacak, “Meşrulaştırılmış kötülük yüzünden tutukluyuz” derken, sağlık sorunlarına rağmen “cezaevinde kalabilir, fiziksel engeli yoktur” raporu verilmesi sonucu bu kez yaşlı/yorgun vücudu yapılan bu haksızlığı kaldıramayacak, 19 Aralık 2022 günü cezaevinde yaşamını yitirirken kendisi gibi subay olan eşi tarafından söylenen; “Hukuk işlemedi, eşimin beraatını Tanrı verdi” sözleri, aslında insani açıdan reva görülen bu uygulama bir utanç tablosu olarak toplum vicdanın da yara açacaktır.

100’lerce insanın ölümünden sorumlu örgüt üyeleri, tecavüz, gasp, taciz, cinayet gibi suçlardan yargılananlar bir şekilde tahliye edilirken;75-90 yaş arası ömrünün 50 yılını ülkeye/devlete hizmetle geçirmiş insanların yaşlılık/sağlık durumları gözetilmeyip cezaevinde ölüme terk edilmeleri sonrası, -çocukluklarından itibaren ölene kadar ihanet etmedikleri kurumlarınca görmezden gelinip son yolculuğunda da vefa gösterilmezken- emekli silah arkadaşları ve yurtsever insanların saygı nöbeti ile uğurlanma fotoğrafı bir ibretlik vesikası olarak tarihe geçecektir.

Hukuksuzluk karşısında hukuk arayan herkes için adalet çağrısında bulunanların çığlığı pek duyulmazken; Hukukun işlemediği, haksızlıklar sonucu ölüme terkedilmek vicdanları acıtacak, yürekleri dağlayacaktır. (25.12.2022)

Remzi KOÇÖZ

25 Aralık 2022 Pazar

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR – 28

            "Toplumu daha ileriye taşıyan, insanları daha müreffeh/mutlu yapan lider iyi/olumlu/başarılı bir liderdir. Mustafa Kemal’i Atatürk yapan nitelik, birlikte yola çıktığı isimlerden/arkadaşlarından daha ileri görüşlü/cesur/soğukkanlı/tutarlı oluşudur. Kısacası önderlik nitelikleri bakımından tüm öteki arkadaşlarının üstünde olmasıdır. ” Prof. Emre KONGAR

                 100 YILLIK YALNIZLIK

-Atatürk ve İnönü Üzerine Notlar-              

           Atatürk’ü Atatürk yapan, tek başına Kurtuluş Savaşını zaferle sonuçlandırması değil. Bir askerin/ komutanın temel sorumluluğu savaşı her koşulda zaferle sonuçlandırmasıdır. Savaşı zaferle sonuçlandıran komutan ve onun arkadaşları ülke/toplum nezdinde birer kahramandırlar.

        Kahramanların başarılarını/kazanımlarını geliştiremeyen toplumlar savaşla başardıkları, elde ettikleri zaferi, siyaseten diplomasi ile ilerletemeyince çok zaman geçmeden yeniden savaş koşullarına dönmeleri kaçınılmazdır. Bağımsızlıkları tehlikeye düşer ve bütünlüklerinden kaygı duyarlar.

            İnönü’nün, Milli Mücadeledeki kahramanlığı, sonrasında Mudanya ve Lozan diplomasisi vede kuruluş dönemindeki ülkenin imarı, devrimlerin uygulanmasındaki çabaları/başarıları/ hükümet sorumluluğu takdire şayandır. Atatürk sonrası Türkiye’yi diplomasi başarısı ile savaşa sokmaması bağımsız kalmamız yolunda bir aşamaydı. Bir nevi rüştünü ispatlar. Ancak Batı ile yakınlaşma Türkiye’yi bağımlı kılacak farklı bir yere götürecekti.

            Atatürk döneminde başlatılan yatırımlar, kalkınma/sanayileşme hamlesine ekonomik sıkıntılara rağmen devam edilirken; ‘Eğitim Sorunu’ Köy Enstitüleri projesi ile ‘Toprak Sorunu’ çözümü devrimlerin devamı niteliğinde gelişmelerdir. Sonrasında, kendi başlattığı hamlelerden -Köy Enstitüleri geriye dönüştürülürken, Toprak kanunu uygulanmayarak rafa kaldırılırken- bir siyasi kaygıyla/ oy kaybıyla geri adım atılarak hem devrimci kadroların harcanıp, karşı-devrime taviz verilecek vede ister istemez çağdaşlık/ uygarlık karşıtlarının palazlanmalarının önü açılacaktı.

        Tüm bu yaşanan olumsuzluklara rağmen Türkiye Cumhuriyeti’ nin kurucu babaları arasında ikinci adam olarak yeri ve kahramanlığı tartışılmaz olan 2. Cumhurbaşkanımız Mustafa İsmet İnönü’yü ölümünün 49. yılında rahmet ve saygıyla anarken,
            O’nun Cumhuriyet’in gelişimine, Türkiye'nin kalkınmasına ve tarihin dönüşümüne olan olumlu katkıları asla unutulmayacaktır... 
(25. 12. 2022)

                Remzi KOÇÖZ



                                         







22 Aralık 2022 Perşembe

KARANTİNA GÜN(LÜK)LERİ - 16

Bırakın doğruları gelecek söylesin ve herkesi eserlerine ve başarılarına göre değerlendirsin. Bugün onların olsun; ama uğrunda çok uğraştığım gelecek, benimdir. İnsan imkansızı başarabilir sözü yetersizdir çünkü insan imkansızın da ötesine ulaşabilir.” Nikola TESLA

SATIN ALINAN BİLİM

19. yy’da Nikola Tesla (1856-1943) denilen bir adam çok büyük buluşlara imza atıyor. Yüzlerce buluş/patentleri ile Elektriğin/enerjinin tanrısı olarak isimlendiriliyor. Alternatif akım (AC) indüksiyon motor ve çok fazlı AC patentleri başlıcaları.. Yüksek voltajlı, yüksek frekanslı güç deneylerinde kablosuz aydınlatma ve dünya çapında kablosuz elektrik enerjisi dağıtımı konusundaki fikirlerini kıtalararası bir kablosuz iletişim ve güç ileticisi olan bitmemiş Wardenclyffe Kulesi projesinde pratik kullanıma sunmaya çalışır, ancak bunu tamamlamadan önce parasal desteğini kaybeder. Elektrik dalgalarını, radyo dalgaları gibi atmosfere ileterek tüm insanlık için bir merkezden üretilen, bedava elektrik sağlanması hedefi üzerine çalıştı durdu, ancak ABD elektrik/enerji piyasası patronları bu projesini kendileri için tehlikeli buldular, kendisine verilen desteklerin durmasını sağladılar.

Tesla bobini aracılığıyla kısıtlı imkanlarıyla şimşekten dahi güçlü arklar yaratmayı başarmıştı.

Kendi deyimiyle zihninde çakan şimşekler çoğu zaman rehberi olmuştur. Bunlardan ışık patlamaları olarak bahseder. Floresan, radar, MRI Tesla'nın teorileri kaynaklık edinilerek yaratılmış projelerdir.

21. yy’da da bu bilginin/mucidin mucizeleri çağımıza ışık tutmaktadır.

(1884’de ABD’ye göç eden Sırp kökenli mucit Cumhuriyetin ilk yıllarında 1928’lerde Atatürk’ün ısrarla Türkiye'ye gelmesini istediği bir bilim adamıdır.)

Müthiş bir beyin, zeka adeta yaradılış dehası! 100 yıl değil 1000 yılda bir yaradanın insanlığa bahşettiği bir dahi. (Tıpkı Atatürk’ün Türk milletine bahşedilmesi gibi!) Enerjiyi insanlığa karşılıksız vermeye/sunmaya çalışan bir insan. İnsanlığa kendini adayan bir bilgin.

Bu tür dehaları insanları insanlık tarihinde parmakla sayarsınız. Milyondan öte milyarda birdirler.

Günümüzde temiz enerji ve çevre dostu olarak adlandırılan rüzgar ve güneşten elde edilen enerjiler revaçta.

Yazları ağırlıklı olarak bulunduğum bölge Kazdağları'nın güneyine düşen Edremit körfezi ile Ayvalık arası. Senenin neredeyse 365 günü esen rüzgarı bol, adeta bir boğaz.

Türkler için geçmişte “Su akar Türk bakar” demişlerdi. Şimdide rüzgarı/güneşi bol ülkede enerji eski yöntemlerle doğaya zarar verilen kaynaklar elde ediliyor ve pahalı satılıyor. Tıpkı geçmişte demiryollarını (komünist bir proje adderek) arka plana atıp karayoluna ağırlık verilerek asfalt/benzin/oto ithali ile dışa bağımlılık, sonraki yıllarda raylı sistem/metronun gecikmesininde başat rol oynamıştır. (Ankara’da öğrencilik yıllarımızda metro için açılan çukurlar sonra gelen muhafazakar belediye tarafından kapatılmış/ötelenmiştir.)

Sonuç olarak emperyalizm kendi bahçesinde ülkesinde enerji kaynaklarını alternatif olarak depolayıp, ulaşımı ucuz/yaygın olarak sunarken, müstemleke olarak gördüğü geliş(e)memiş ülkelere -ortaçağ sarmalındaki kendi iç dinamiklerini kullanarak- bu kaynaklardan/gelişmelerden yararlanmalarını geciktirmeye çalışır. Eskimiş/atıl teknolojisini hibe olarak lütfeder. Atomun/nükleerin insanlığa karşı silaha dönüşmesi, İlaç tekellerinin sağlık sektöründeki acımasızlığı bambaşka bir ibretlik husus. Kendileri -dünyanın yaşanılmaz hale geldiğinde- uzayda yaşam alanları kurarak, bilimi insanlıktan öte güçlerin/güçlülerin çıkarları için kullanmayı yeğlerler. Lafı gelince özgür dünyanın temsilcileri olarak böbürlenirler. İşte gelinen nokta: ‘Satın Alınan Bilim’!

(Ankara / 21. 12. 2022)

Remzi KOÇÖZ




15 Aralık 2022 Perşembe

HUKUK ve ADALET

"Adâlet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunmaz." Mustafa Kemal ATATÜRK
 
HUKUK ve ADALET
Hukuk özelinde adalet toplumun/kamunun vicdanıdır, sağduyusudur.
Genel olarak ortak değerlerindendir. 
Sizin/diğerlerinin veya hiç kimsenin 
keyfiyeti/oyuncağı değildir. 
Hele hele siyasallaştırılacak/kişiselleştirilecek  bir meta/argüman/olgu hiç değildir. Toplumdaki/insanlardaki adalet duygusunu zedelerseniz ağır bir vebal altına girer hatta yaptıklarınızla bunun altında kalırsınız.
Tarihte buna ilişkin çokça örnekler yaşanmıştır. 
"Ayarını bozduğun kantar gün gelir senide tartar" sözünde olduğu gibi  gün gelir asıl siz ihtiyaç duyarsınız; 
Hukuk ve Adalete!
(14. 12. 2022)
Remzi KOÇÖZ

11 Aralık 2022 Pazar

YOZLAŞMA ve SAPKINLIK

Yozlaşma ve Sapkınlık... 
Türkiye'nin 100 yıl sonra geldiği nokta, tartıştığı konu ne kadar ilkel ve hatta tiksindirici.
İnsanlık yapay zekayla/uzayla uğraşırken 
ilkel yoz zihniyet ise beyin yerine bacak arasıyla gündemde.
Akılsız denilen Hayvan bile yavruya dokunmuyor, erişkini/dengini buluyor. 
Bunlar nasıl bir mahlukat. 
6 yaşında bir çocuk! 
Bu 9-12 yada 14 yaşında da olabilir. 
Bu zihniyetten öte  
bunlara yol verenler/
görmezden gelenler/
arkasında duranların vebali çok büyük ve ağır. 
Toplumun bir kısmı bunların, bu yoz zihniyetin kıskacında, hipnotize olmuş durumda.  
Yaşananlar cinsel istismar denilerek yumuşatılıp geçistirilmekte.
Sorumluluk sahibi olanlar, siyaseten yönetenler, 
din adına fetva verenler 3 maymunu oynamakta.
Sonuçta, akıl ve bilimden uzaklaşılınca çağdaşlık yerine yozlaşma kaçınılmaz. 
Yozlaşmanın varacağı yer ise; Sapkınlık.
Bilim/Tıp/Hukuk, sapkınlığı 2 şekilde ele almakta: 
Suç ve Hastalık...
Ve üzücü olan vicdanların yitirilerek, görmezden gelinerek, 
bu sapkınlığın kurumsallaştırılmaya çalışılması!
Atatürk ve Arkadaşlarının binbir güçlükle kurduğu  ve çağdaş uygarlık hedefiyle emanet ettikleri Türkiye Cumhuriyeti;
bu tartışmayı/görüntüyü/çürümeyi hiç ama hiç hak etmiyor!
(Ankara / 10 Aralık 2022)
Remzi KOÇÖZ

6 Aralık 2022 Salı

MUSTAFA KOÇOĞLU

            
           -Bir Aile Dostu / Candan Bir Ağabey / Bir Hukuk Adamı Ardından-

1951 Kayseri Gesi/Darsiyak (Kayabağ) doğumlu, 5 çocuklu bir çiftçi ailesinin 3. çocuğu olarak 1975 yılında Ankara Hukuk Fakültesinden mezuniyeti sonrası zorunlu stajını tamamlayıp Hakim olarak atanacak, yine kendisi gibi hukukçu/hakim olacak olan Gökten hanımla 1978’de yaşamını birleştirecektir. Adalet ordusuna hakim olarak hizmet verirken Türkiye’nin farklı bölge/il/ilçelerinde (Ağrı/Eleşkirt, Afyon/Sinanpaşa, Erzurum/Oltu, Yozgat/Yerköy, Elazığ, Konya, Ankara) görev yapacaktır. 1980 yılında kız babası, 1986 yılında oğul babası olurken, kızı Banu’dan 3 torun, oğlu Sinan’dan 1 torun olmak üzere 4 oğlan dedesi olacaktır. 2016 yılında Ankara Adliyesinden Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimliğinden yaş haddinden emekli olsada, bu kez oğlu Avukat Sinan’ın “Koçoğlu Hukuk Bürosu”nda Avukat olarak hukuk mücadelesine devam edecektir.

          Emeklilik sonrası Burhaniye/Pelitköy’de aldığı zeytin bahçesi onun toprağa olan tutkusuna moral olurken, fırsat buldukça doğduğu topraklara Darsiyak’a giderek çocukluk anılarını yadederek dostlarıyla paylaşarak; Darsiyak’ta buluşalım diyecekti! Bu buluşma; -2000’li yıllardaki kanserle mücadelesinde galip gelsede 20 yıl sonrasındaki mücadelesinde 4 Aralık pazar günü yoğun bakımda yenik düşmesi sonucu- 5 Aralık 2022 günü vasiyeti olarak gerçekleşecekti.

      Ve bu amansız vedalaşma beni 33 yıl öncesine bir film şeridi olarak dostlukların başlangıcına götürecekti:

1989 yazında Urfa/Bozova’da şark görevi bitimi ardından Yozgat iline atanıyor, 1 ay il merkezinde görev sonrası Yerköy ilçesinde devam eden görev sürecimde karı-koca hakimler Mustafa-Gökten Koçoğlu çiftiyle başlayan dostluğumuz farklı bir mecraya taşınıyor. O tarihlerde evlilik aşamasında olduğum ve savcı olarak görev yapan Şükran hanımın Gökten hanımla okul/staj arkadaşlıkları dostluğumuzun başlangıcını oluşturur. Hakim Mustafa bey bana abi olarak Yerköy’de akşamları ve hafta izinli günlerimde beni yalnız bırakmıyor. Garın yanındaki kıraathanede başlayan tavla müsabakalarımız “hapis” oyunu şeklinde sonraki yıllara taşacaktır. Kış mevsimine girerken akşamları birlikteliğimiz ev davetine dönüşünce sonradan 2’side hukukçu olacak olan kızları Banu (ilkokul) ve oğulları Sinan (3 yaşlarında) ile tanışırız.

1990 Şubatında evlilik/eş durumu nedeniyle (ben onlara damat olarak) Yerköy’den ayrılsam da dostluklar devam edecek, 2005 yılında yollarımız Ankara’da yeniden kesişecektir. Ev görüşmeleri dışında haftasonları yürüyüşlerimiz/sohbetlerimiz, tavla ve bilardo (Barolar Birliği, Kayserililer Derneği, Polisevi) müsabakalarımız, yazlık yakınlığımız nedeniyle Ankara dışında da (Burhaniye/Gömeç) kıyasıya devam eder. Aramızdaki bir başka çekişme ise O’nun BJK’li benimde GS’li olmam olacaktır.

Adliyeye ziyarete gidişlerimden birinde (2009); “senin mesleki bilgin/birikimin/ deneyimin/okuman-yazman var” diyerek beni zorla bilirkişi yapacaktır. (Sonrasında 2010-2020 yılları arası yaklaşık 10 yıl kadar Ankara Adli Yargı bölgesinde bilirkişi olarak listelerde yer alacaktım.)

Müziğe olan tutkusu onu udi yapacak, Kayserililer Derneğindeki sosyal faaliyetler çerçevesinde ud çalarak konser veren ekibe dahil olacaktır. Zaman zaman Ankara Radyoevinde canlı konserleri ailece kaçırmayacaktık. Hanımların Hukuk Fakültesi staj arkadaşlarınca dönem buluşmalarına eş durumundan ikimizde katılacak, birlikte uzun uzadıya sohbetlerle hoşça vakit geçirecektik.

Ailesel tüm hukuksal sorunlarımızda ilk etapta bilgi alabildiğimiz, bize yol gösterici bir danışman, hukuki yardım/destek olacaktır.

Hayat tek düze ilerlemiyor. İnişler-çıkışlar, sevinçler-hüzünler size eşlik ediyor. Bazen güne isteksiz başlıyor, değermi diyorsunuz. En çok da sevdikleriniz ile sınanıyorsunuz. En çok onlara kızıyorsunuz. Neden/niçin dikkat etmedi! Kendine iyi bakmadı! Şeklinde sorgulamalar süregider.

Aslında, akıp giden hayat yakınlarımızı/sevdiklerimizi/dostlarımızı alıp sonsuzluğa götürürken, son yolculuğunda yanında olarak vefa görevini ifa etmeye çalışıyoruz.

Sevgili Ağabeyimiz, adalet ilkelerine bağlı hukuk adamı ve Kayseri/Darsiyak sevdalısı Mustafa KOÇOĞLU’na;

Allah'tan rahmet dilerken, Ailesi/yakınları/sevenleri/dostları/meslektaşları ve de Hukuk camiasına başsağlığı/sabırlar diliyorum.

Toprağın bol, ışıklar yoldaşın olsun Değerli Ağabey...

(Kayseri/Darsiyak - 05 Aralık 2022)

Remzi KOÇÖZ







27 Kasım 2022 Pazar

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR – 27

           1950 sonrasi çok partili yaşamla birlikte emperyalizmin Türk siyasasına müdahalesi, feodal yapının (ağalık/şeyhlik) desteklenmesi, demokrasinin/özgürlüğün bir gereği olarak sunulur. 12 Eylül 1980 darbesi ile birlikte ülke tamamen emperyalizmin kuşatmasında küreselleşmeye hizmet edecektir. Sovyetlerin/Sosyalizmin çözülmesi sonrası boşluğa düşen kimi Türk solcuları, (Atatürkçülükle özdeşleştirdikleri) askeri cuntaya karşı çıkarken aslında (Cumhuriyet karşıtları ile birlikte 2.Cumhuriyetçi olarak saf tutarak) küreselleşmenin hizmetine gireceklerdir.” (Prof. Sina AKŞİN)

       ATATÜRKÜN DEMOKRASİ ANLAYIŞI / DENEMELERİ ve KARŞIT TEZLER

Atatürk/Kemalizm karşıtlığı ile siyasal İslamcıların gözdesi olmuş, övgüsünü kazanmış, referans/kaynak olarak başvurdukları Türk solunun tarihini yazan sol tandanslı Prof. Mete Tunçay; “Serbest Fırkayı güdümlü bir demokrasi deneyi olarak sunan Atatürk’ün siyasi hürriyete değer vermediği, sonuçta demokrasiye ve hürriyete inanmadığı, laiklik ve halkçılık ilkesinin demokratikliğini kösteklediği şeklindeki tezlerini; Muhafazakarlık konusunda ilk akademik araştırma yapan Prof.Berat Bekir Özipek’te; Tunçay’dan etkilenerek Atatürk/Cumhuriyet dönemine ilişkin, “CHP’yi batılı ve tepeden inme, TCP’yi ise tabandan gelen muhafazakar ve demokratik bir siyasi kuruluş” olarak tanımlarken, buna muhafazakar çevreden katılımlar olacaktır.

(Siyaset bilimci/tarihçi olarak hocaların hocası olarak da anılan Prof. Mete Tunçay; Abant platformu kurullarında eşbaşkan olarak görev üstlenmiş, Hoca Efendi dediği Fetö’nün Afrika’daki okullarını gezerken etkilenmiş, 15 Temmuz darbe girişimine inanmakta zorluk çektiğini, hükümete bu kadar nüfuz ettiklerine çok şaşırdığını, Fetö için “Terör örgütü olamaz” demesinin ardından, yanıldığını/şaşırdığını beyan etsede geriye tek şey kalıyor: Aydınlanmaya karşı aydın ihaneti!)

Büyük bir yanılsama içerisinde, -sadece liberallerin veya liberalizme yakınlaşan sosyal demokratların savunabileceği düşünüldüğünden olsa gerek- liberal olmayan Atatürk’e, demokrasi düşüncesi -gerçek anlamda demokrasiyi savunduğunu defalarca ifade etmiş olmasına rağmen- yakıştırılmamış, bilakis Atatürk, genellikle demokrasi dışı düşünce şekilleri içerisinde gösterilmiştir. -Ulus ötesi cemaatçi/neo-liberal demokrasi teorilerini doğrular şekilde- Kemalist laiklik ile halkçılık, dolayısıyla demokrasi ilkelerinin arasına ciddi sınırlar çizmişler, özellikle Atatürk’ün laiklik-halkçılık özdeşliği şeklinde tezahür eden bütüncül demokrasi anlayışını dikkate almamışlardır. Laiklikle halkçılık (halk hükümeti/iktidarı) arasında bir “karşıtlık” olabileceğini kabul eden bu algılama biçimi, laikliğin demokrasinin ön şartı (hatta şartı) olmadığı tezini de zımnen kabul etmekte ve bu anlamda laik olmadan gerçek bir “halk demokrasisi” inşa edilebileceği savunulmuştur.

Atatürk’teki ve Kemalizm’deki demokrasi fikrini başka açıdan devrim süreciyle birlikte oluşan “medeni ilerleme” çerçevesinde hukukçu/tarihçi/ akademisyen/araştırmacı/yazarlar, beyinsel/yüreksel sağduyulu bir bilim adamı titizliğiyle bu alanda çok sayıda eser ortaya koyarlar.

Fransız anayasa hukukçusu/siyaset bilimcisi Maurice Duverger’in belirttiği gibi, denemelerin istenilen sonucu vermemiş olmasına rağmen, bu denemelerin yapılmış olması bile “tek başına derin bir anlam taşımaktadır. Hitler Almanyasında ya da Mussolini İtalyasında böyle bir şey düşünülemezdi. Bunlar, her şeye rağmen, Kemal rejiminin plüralizme üstün bir değer tanıdığını ve pluralist bir devlet felsefesi çerçevesinde faaliyet gösterdiğini ifade etmektedir.”

Atatürk’ün ulusal egemenlik anlayışı, soyut ve demokrasiden uzak bir anlayış değildir. Atatürkçülük, sadece saltanatı yıkmayı değil, yerine halk egemenliğini/demokrasiyi geçirmeyi amaçlamıştır. Atatürkçü düşünce sisteminde ulusal egemenliğin halkçılık ilkesiyle tamamlanması, ona demokratik içeriğini kazandırmıştır.

Aynı düşünceyi Atatürk Nutuk’ta şu şekilde dile getirmiştir: “Takriri Sükûn Kanununu ve İstiklâl Mahkemelerini, istibdat vasıtası olarak kullanacağımız fikrini ortaya atanlar ve bu fikri telkine çalışanlar oldu... Biz, fevkalâde ittihaz olunan ve fakat kanunî olan tedbirleri, hiçbir vakit ve hiçbir surette, kanunun üzerine çıkmak için, vasıta olarak kullanmadık; aksine, memlekette sükûn ve asayiş tesisi için tatbik ettik; devletin hayat ve bağımsızlığını temin için kullandık. Biz, o tedbirleri, milletin medenî ve sosyal gelişmesinde faydalı kıldık... Aldığımız fevkalâde tedbirlerin tatbikine lüzum kalmadığı görüldükçe, onların tatbikinden vazgeçmekte tereddüt gösterilmemiştir.

Atatürk, cumhuriyetçi ve demokrat bir önder olmakla birlikte, damgasını vurduğu dönemde Türk devleti demokratik bir yapıya bürünememiştir. Ancak Atatürk, toplumu demokratik kurum ve kavramlara yöneltmiştir.

Demokrasiyi belleklere kazırken kendisinden sonra geleceklere cumhuriyet kadrolarına demokrasi fikrini aşılayıp zamanı/zemini oluşunca demokrasiye geçmeleri konusunda cesaret vermiştir. Nitekim kurucu kadroların 1950 seçimleri sonrası iktidarı teslimi onun demokrasi kültürünün yeşermesidir

Sonraki yıllarda Türkiye'deki demokratikleşmeyle ilgili adımlarda onun düşüncelerinin izleri görülmüştür. Atatürkçü düşünce sisteminde yer alan ulusal egemenlik, eşitlik, parlamenter rejim ve toplumsal refah gibi idealler günümüz çağdaş demokrasilerini ayakta tutan temel ilkelerdir.

Atatürk’e göre; “Demokrasi prensibi, hakimiyete istismak eden vasıta ne olursa olsun esas olarak milletin hakimiyete sahip olmasını ve sahip kalmasını icap ettirir.”

TCP sonrası Serbest Parti ile çok partili rejim denemesi yaparken, bu sistemin cumhuriyetin içeriğini aksettireceğine inanmıştı. Ancak toplumsal koşullar/davranışlar olgunlaşmadığı için deneme tutmaz, demokrasi biraz daha ertelenirken, her fırsatta ideolojik rejimi düşünmeden, çok partili rejimin dönüşüne kapıyı açık tutma yoluna gitmiştir.

1930 sonrası Atatürk’ün dış politikası, içpolitikada tek parti uygulaması diktatörlüğü yerleştirmek yerine çok partili sisteme geçişe açık kapı bırakarak ergeç demokrasiye geçileceği inancının göstergesi sayılabilir. 1938’de ölümünün ardından -1945 sonrası uzun çabalardan sonra- yeniden çok partili sisteme geçiş sadece o dönemin milli şefi İsmet İnönü’ye değil cumhuriyetin kuruluşundan itibaren çok partili sistem ve hürriyet rejiminin zeminini hazırlayan Atatürk’e borçluyuz.

Remzi KOÇÖZ




Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz