25 Mayıs 2024 Cumartesi

GEZİ GÜN(LÜK)LERİ - 3

 

“Antik çağlardan gelen bir efsaneye göre Tanrılar, aralarında dünyayı paylaştıklarında Tanrı Helios, hayranlık içinde, denizin derinliklerinden çok güzel bir adanın suyun yüzüne çıktığını görünce hemen bu adayı Zeus'tan kendisine vermesini istemiş ve Helios’un dünyadan payı Rodos Adası olmuş. Rodos Doğu'nun Batı ile kaynaştığı yerde, Ege Denizi'nin güney doğusundaki billur denizlerde antik zamanlardan beri yunus balığını hatırlatan zarif hareketlerle yüzen büyüleyici bir adadır.”

 

YUNANİSTAN / RODOS - IŞIĞA YOLCULUK

 

Tarihçe

Rodos Şövalyeleri yönetiminde iken Kanuni Sultan Süleyman (1522)  tarafından fethedilen Rodos yaklaşık 400 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. 1912'de Trablusgarp Savaşı sırasında İtalya tarafından işgali ardından, 1948'de 12 adalarla birlikte, Yunanistan'a katılır. Adada bulunan Türk azınlık 1923'teki Türk-Yunan nüfus mübadelesi sırasında İtalya topraklarında sayıldıkları için mübadeleden kurtulurlar. Günümüzde 3.500 civarında bir Türk azınlık Rodos’ta yaşamaktadır.

Dünyanın 7 harikasından biri kabul edilen Rodos Heykeli (Kolossos) MÖ 280 yılında Dorlar tarafından Rodos liman girişine inşa edilmiş (ilahları Helios adına zafer anıtı olarak elinde meşale ile New York’taki Özgürlük Heykeli'ni andıran 32 m yüksekliğinde tunç heykel) ancak 50 yıl ayakta kalabilmiş ve MÖ 223 yılında bir depremde yıkılmıştır.

          Lindos’da 116 m yüksek dik bir kayanın üzerine -masmavi bir gök altında denize bakan bir balkon gibi- inşa edilmiş Acropolis'in tepesinde Athena tapınağı (MÖ 4. yy),  Rodos şehrinin Tapınak Şövalyeleri tarafından inşa edilmiş kalesi ve Orta Çağ'dan kalma mahallesi UNESCO Dünya Mirası Listesi'ndedir.

Rodos, Antik Hellenik dünyasının önemli ticaret ve kültür merkezi olarak hızla gelişmiş; Zenginliği, doğa güzellikleri ve stratejik konumu ile önem kazanmış; güçlü hükümdarların ilgi odağı olmuştur. Romalılar, Saint Jean Şövalyeleri, Osmanlılar, İtalyanlar bu adadan geçip izlerini bırakmışlardır.

Coğrafya

Rodos, Ege Denizi'ndeki 12 Adaların en büyüğü, Yunanistan'ın, -Meis adası hesaba katılmazsa- en doğudaki adası, Yunanistan'ın 12 Adalar idari bölgesinin ve Rodos ilinin merkezidir. Adanın 2004 nüfusu 130.000 olup, bunun 55.000'i Rodos şehrinde yaşamaktadır. Türkiye kıyılarına en yakın noktası olan Bozburun Yarımadası'na 18 km (11 mil) uzaklıktadır.

Rodos adası mızrak ucu benzeri biçimde, 80 km uzunluk, 38 km genişlik ve deniz sahili yaklaşık 220 km dir. Rodos şehri adanın kuzey ucu sonundadır. Antik çağ sitesi ve modern ticaret limanını içerir. Rodos Diagoras Uluslararası Paradisi şehrinin 14 km güney batısındadır. Attaviros dağı (1215 m) adanın en yüksek noktasıdır.

İç kısımları ormanlıktır ve Türk çamı da denilen Pinus brutia ağaçları Kızılçamlar ile kaplıdır. Adanın flora ve faunasının, genel olarak, Yunanistan'ın kalan kısımlarından ziyade Türkiye'nin batı sahillerini andırdığı kabul görmektedir. Adanın kuzey ucundaki Rodos dışındaki en önemli yerleşim, güneydoğu sahilindeki Lindos'tur.

Ada Rodos geyiğine anayurttur. Petalus yani Kelebekler Vadisinde yazın çok sayıda kelebek toplanır. Sahiller taş gibi katı iken ada ekilebilir topraklara sahiptir. Burada turunçgiller, şaraplık üzüm, sebzeler, zeytin ağaçları ve diğer ürünler yetiştirilir. Turizm adanın birincil gelir kaynağıdır. Masmavi suları ve kilometrelerce uzanan plajı, yazın serin ve kışın ılıman iklimi ile en çok sevilen tatil yerlerinden biridir.

Marmaris / Rodos

2010 yılı Ekiminde Muğla teftişi bitiminde gitmeyi düşündüğümüz Rodos adasına bir sonraki yaz Marmaris’te tatil yaptığımız esnada gitmeyi planlayıp, 12 Temmuz 2011 Salı günü Sabah 08.00 gibi Marmaris gümrük bölgesine giden servise biniyoruz. Otobüsün çoğunluğu yabancılardan oluşurken bizim gibi günübirlikçilerin sayısı az. Marmaris girişinden sağa dönerek marinayı geçip gümrük bölgesine ulaşmamız 15 dakikayı buluyor. Pasaport ve bilet işlemleri sonrası küçük bir freshoptan geçerek bizi Rodos’a götürecek olan deniz otobüsü katamarana biniyoruz. 400 kişilik deniz otobüsünün üst katı yolcu sayısının azlığı -hafta içi olması- nedeniyle kapalı olup alt bölümde de yaklaşık 200 yolcu var.

09.00 gibi limandan ayrılarak Marmaris körfezindeki adalar arasından geçerek Akdeniz’e açılıyoruz. Geçen hafta tekne turu esnasında yüzdüğümüz koyları (Turunç, Kumbükü gibi) uzaktan seyrederek güneye doğru yol alıyoruz. Açık denize çıkınca hafiften dalgalanma başlıyor, yer yer sallantıyı hissediyoruz. Gideceğimiz yol yaklaşık 50 km. havanın açık olması durumunda Rodos uzaktan da görülebiliyor. Yaklaştığımızda limanın hemen arkasında yer alan kale surlarını, kuleleri, yel değirmenlerini, sütunlar üzerindeki geyik heykellerini ve de tarihi bölgeyi seçebiliyoruz.  Eski Rodos'un 5 limanından biri olan Mandraki Limanı çok hareketli, marinasında çok sayıda yatlar bulunuyor. Göze çarpan Agora binaları da alışveriş merkezi olarak kullanılıyor. 1 saat 15 dakika sonra Rodos limanına ulaşıyor, yaklaşık 20 dakikalık gümrük-pasaport işlemleri sonrası Rodos topraklarında gezimize başlıyoruz. Bulunduğumuz gemide bizlere teklif edilen kişi başı 13 avroluk rehber eşliğinde gezmeyi tercih etmeyip, bilet alırken almış olduğumuz harita ve Rodos’a ilişkin bilgileri içeren broşür ve de internetten indirmiş olduğum bilgileri yolculuk boyunca irdeleyerek gezeceğimiz güzergahı ve yerleri tespit ediyorum.

İskeleden ayrılarak kendimizi Eski Rodos olarak adlandırılan tarihi bölgeye atıyoruz. Benzer kale-kentleri (Budva, Kotor, Dubrovnik gibi) Akdeniz bölgesinde değişik yerlerde görmüş vede beğenmiştik. Ancak Rodos pek bakımlı değil. Gümrükte girdiğimiz tuvaletlerin kirliliği ilk izlenim olarak bizde kötü bir görüntü oluşturdu. Sonrasında yeşil alanların kendi haline bırakılmış olması, çevrenin bakımsızlığı ve çöpler olumsuz görüntülerin devamıydı. Bunlar bir ülke, bir şehir için çok önemliydi. Hele turistik bir yer için daha da önemliydi. Eski bölgenin taş sokaklarını bir süre dolanıp, çevresini sarmalayan kanalın da dışına çıkarak bir süre eski şehri biraz tepeden ve dışarıdan seyrediyoruz. Bir yandan da limanda demirlemiş büyük yolcu gemilerini, yatları ve de Akdeniz’i süzüyoruz. Bir ara bakımsız bir parkın içersinden ilerleyerek stadyum solumuzda kalacak şekilde eski şehrin çevresinden turluyoruz. Bu kez farklı bir kapıdan yeniden kalenin içersine girerek taş sokakları ve çoğu harabe halindeki eski tarihi evleri görüyoruz. Hediyelik eşya satan bir dükkan önünde durduğumuzda konuşmalara kulak verip Türkçe konuşunca bu bölgenin ağırlıklı olarak Türklerin yaşadığı bir bölge olduğunu öğreniyoruz. Zaten biraz ileride de bir cami minaresi görünce oraya doğru geçip kapalı olan (Cuma, bayram gibi belirli günler ibadete açılıp hoparlörle ezan okunmasına izin verilmiyormuş) caminin önündeki bankta biraz oturuyor, akmayan şadırvanı ve camiyi seyrediyoruz. Burada yaşayan Türkler, Adanın İtalya toprağı olması nedeniyle Lozan sonrası yaşanan mübadeleden etkilenmemişler. Rodos’lu Türk esnaflarla selamlaşarak hediyelik Murano taşından (Çin yapımı) kolyeler bakıyoruz. Bir ara babaannesinin Erzurum’lu olduğunu söyleyen bir esnafla çat pat sohbet ediyoruz. Ardından meydan-ara sokaklar-dükkanlar derken nerdeyse Rodos’un labirentlerinde kayboluyoruz. Recep Paşa Camii iyice harabe halinde, Unesco tarafından restorasyon için iskelelerle çevrili ve de restorasyon sonrası oluşacak projeyi yansıtan afişler görüyoruz. Şehirle yaşıt tarih olmuş ağaçlar görüyoruz. Türk Hamamı tabelası dikkatimi çekiyor. Osmanlı-Türk eserleri biraz bakımsız olsa da en azından Yunanistan karasında olduğu gibi tamamen tahrip edilmeye yok edilmeye bırakılmamış.  Belki de burada yaşayan Türkler buraları yaşatmak için uğraş vermişlerdir.

Eski şehrin en işlek en geniş ve de en bakımlı Socrates Caddesi bizi şaşırtıyor. Bir tarafı, birçok bar, lokanta ve eğlence yerleri bulunan Hipokrat meydanına açılan ve eski ticaret merkezi olarak da anılan cadde üzerinde Dükkanlar sağlı sollu hediyelik eşya yanında değişik markalar içeren mağazalar görüyoruz.  Hafız Ahmet Ağa Konağın-Kütüphanesini geziyor ve bahçesindeki bankta dinleniyor; konağın karşısına düşen Süleyman camiini geziyoruz. Kanuni adına yaptırılan bu cami ahşap ağırlıklı olup Unesco tarafından restore edilerek bakımlı hale getirilmiş. Bizim gibi farklı ülkelerden gelen turistler de caminin içerisini geziyorlar.

Camiden çıkarak Şövalyeler kulesinin yanından geçip Chollachium'un görkemli ana yolu olan Şövalyeler caddesini takiben Büyük Mayistro'nun Sarayının bulunduğu bölgeye doğru ilerliyoruz. Eski kamu binaları görünümündeki yerlerin ön cepheleri restore edilmiş durumda. Buraları, Şövalyelerin "Diller" diye anılan etnik gruplarının kaldıkları yerlermiş. Rodos şövalyeleri tarafından yapılarak kullanılan sarayın dış bahçesine ulaşınca burada da restorasyon çalışmalarından dolayı eski eserler pek seçilemiyor. Eski kentin en heybetli binası görünümündeki Büyük Mayistro'in Sarayı; 14. yy'da orada bulunan Bizans kalesinin harabeleri üzerine inşa edilerek Saint Jean Şövalyeleri'nce karargah olarak kullanılmış;  Saray günümüzde müzeye dönüştürülerek salonlarında antik ve ortaçağ devirlerine ait önemli arkeolojik eserler sergilenmektedir. Saray içersine gelmeden çevrede sergilenen eski topların yanından geçerek Saray içersine geçip geniş avluyu ve iki katlı bölümün avlu kenarlarına serpiştirilmiş tarihi şahsiyetleri figüre eden heykelleri görüyoruz. Saray içersinde ise Rodos tarihini aktaran müzeyi, giriş katındaki ibadet yeri olan kiliseyi geziyoruz. Biraz Bodrum kalesi gibi ancak daha küçüğü konumunda.. İki katlı sarayın odalarındaki ihtişamı gözlemlerken; tahta sandukalar, tarihi eşyalar ve şövalye giysileri sergileniyor.

Kalenin ilersindeki bir başka kapıdan çıkarak eski şehre veda edip kendimizi yeni şehre atıyoruz. Tarihle iç içe olduğumuz 3 saatlik süreçte eski şehri dört bir yanından turluyoruz tabii havanın sıcaklığı nedeniylede iyice bunalıyoruz. Geri kalan süreyi de yeni şehre ayırarak hem ihtiyaç giderip hem de akvaryum denilen bölgeyi gezerek limana dönmeyi düşünüyoruz. Medikal ürün satan bir dükkandan anatomik-süet ayakkabı alıyorum. Caddeyi takiben sahile inerken Türk Konsolosluğu binasının önünden geçiyoruz. Biraz daha yürüyüp sahilin bir ön caddesinde yemek molası veriyor; spagetti, patates cips, tavuk, salata karışımı bir şeyler atıştırıyoruz.

Saat 15.00 gibi son kalan bir saatimizi yüksek tempoda yürüyerek ilk olarak Akvaryum denilen bölgeye ulaşarak sahilde resim çekiliyoruz. Bu bölge plajlar ve oteller bölgesi, deniz olarak da güzel bir görünüm sergiliyor. Akvaryum koyunda denize girenleri izleyip limana doğru dönüşe geçerken bol bol resim çekiyoruz. Geyikli sütunlar, saat kulesi, taş yapı resmi binalar, yel değirmenleri, kale surları ve kuleleri.. Bir ara eski bir şadırvan tipi bir çeşmede serinliyoruz. Sonrasında kasino olarak anılan bölge bitişiğindeki Murat Reis Camii, türbesi ve bahçesindeki eski Osmanlı mezarlarını dışarıdan görüyoruz. Sahil kenarındaki surların içersinden geçerek gümrük çıkışına ulaşmak için oval bir yay çiziyoruz. Marmaris feribotu karşıdan görünse de mesafe olarak çevreyi dolaşmamız nedeniyle 16.00 gibi ancak gümrük bölgesine ulaşıp sırada kimse olmadığından beklemeden pasaport çıkışı yaparak bu kez Yunan freshopundan geçiyoruz. Ardından katamarana binerek kendimizi koltuklarda dinlenmeye bırakıyoruz.

Şaka maka 5 saat tempolu hızlandırılmış günübirlik bir gezi oldu bizimki.. Saat 16.30 gibi kalkan gemimiz daha dalgalı bir denizde seyrederek Türk karasularına doğru yol alırken bizde Rodos’u son kez uzaktan seyrediyoruz. Güneşin konumu nedeniyle Anadolu çok rahat görülüyor. Geldiğimiz süre kadar yol kat ederek Marmaris körfezine teknelerin dönüşü ile giriş yaparak 17.45 gibi gümrük bölgesindeki limana ulaşıp, Türkiye’ye giriş yapıyoruz.

(Marmaris / 12. 07. 2011)  

Remzi KOÇÖZ




22 Mayıs 2024 Çarşamba

MUSTAFA GAZALCI

"Okumak, araştırmak, içinden geliyorsa yazmak dünyanın en güzel eylemidir."
Mustafa Gazalcı

BİR KENT / BİR EĞİTİMCİ / BİR KÜLTÜREL KATKI...
Eskişehir; Üniversiteler/öğrenciler kenti.
Eğitim/öğretim yanında sanatsal etkinlikler açısından güzide bir kent.
Bilim/kültür/sanat parkı, Kentparkı ve Müzeleri ile örnek bir kent.
Doğal olarak 'kültürel bir kent' olarak
Türkiye’nin yüzakı.
Çağdaş Cumhuriyet kenti...
------------
Eskişehir'in kültür gelişiminde 
yerel yönetimlerin öncülüğü tartışılmaz.
Bu şehrin kültür envanterine
Tepebaşı Belediyesince Sinan Alağaç Parkı'nda bir yenisi daha eklenir:
"Mustafa Gazalcı Kitaplığı".

Yaşamını eğitime adamış,
Aydınlanma mücadelecisi,
Köy Enstitülerinden günümüze eğitim sistemi/sorunlar/çözümler/gidişat/ yanlışlar çerçevesinde bir cumhuriyet öğretmeni olarak okullarda,
sonrasında Mecliste/stk'larda/alanlarda
mücadele içersinde yer alırken,
25 kitaba imza atarak yazın dünyasına da katkı sunan Mustafa Gazalcı;
"Yılların birikimi, okuduğum okullara denk beni geliştiren bu kitaplar, edebiyat, kültür, bilim kitapları dışında eğitim ve Köy Enstitüsü için yazılmış kitaplar, Osmanlı Mebusan Meclisi, TBMM ve 12 Eylül sonrası konsey tutanakları, Varlık, Türk Dili, Yeni Ufuklar, abece, Öğretmen Dünyası, Yeniden İmece gibi dergilerin neredeyse tamamı, sözlükler deri kaplı ansiklopedi çeşitleri araştırmacıların hizmetinde olacaktır. Adımı taşıyan bu kitaplığın
(6380 eser) bir okuma ve araştırma merkezi olmasını dilerim" diyecektir.

Eskişehir'deki Kütüphane açılışına katılamasam da 1 hafta sonrasında Ailece ziyaretimizde, kitaplarını/kütüphanesini / arşivini toplumla paylaşmanın yüceliği karşısında duygulanmamak elde değil.
Kitapseverler yolunuz Eskişehir'e düşerse yada bir şekilde bu şehirden geçerse
Mustafa Gazalcı kütüphanesine
uğramanızı içtenlikle öneririm.
Kütüphanenin/kitapların sevecenliği yanında görevlinin ilgisi sizlere bir mola sıcaklığı verecektir.
Mustafa Gazalcı Kitaplığı;
Kültüre/Edebiyata anlamlı bir katkı vede güzel bir vefa/değerbilirlik örneği.
Başta eğitimci değerli insan Mustafa Gazalcı olmak üzere Tepebaşı Belediye Başkanı/ekibi ile projede emeği geçenleri, katkı sunanları içtenlikle kutluyorum.
Kütüphanenin kitapseverlere/
araştırmacılara bir ışık oluşturması vede Aydınlık bir Türkiye geleceği ile
Saygı/sevgi/selamlarımla...
(22.05.2024)
Remzi Koçöz

19 Mayıs 2024 Pazar

19 MAYIS

             ATATÜRK VE GENÇLİK

19 Mayıs, ‘Kutsal Yürüyüş’ün başlangıcı, ‘Kurtuluş Destanı’nın yazılmasında tarihi bir dönüm noktasıdır. 19 Mayıs günü Samsun’da doğan güneş, Amasya’da “Ya İstiklal Ya Ölüm” olarak şekillenerek Erzurum ve Sivas’ta gerçekleştirilen Kongreler sonucu Ankara’da TBMM’nin açılışı ile “Egemenlik, Kayıtsız Şartsız Ulusundur” şeklinde hayatiyet kazanmıştır. Sonrasında işgalci güçler, “Misakı Milli” olarak vücut bulan topraklardan, Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası kovularak bağımsızlığa kavuşulmuştur. Samsun’da yakılan 19 Mayıs ateşi yeni Türk devletinin kuruluşuna, ardından da Cumhuriyet’e ışık tutmuştur.

Türk Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal’in “19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’a çıktım” sözleri ile başlar ve Kurtuluş sonrası 19 Mayısı Türk Gençliğine ‘Bayram’ olarak armağan eder. “Gelecek günlere bağladıkları umutla kaynayıp coşan gençler, taze ve temiz canlarını, memleketi kurtarmak için bağışladılar!” Gençler Çanakkale’de, İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da ve diğer cephelerde, bu toprakların bağımsızlığı uğruna kanlarını, canlarını vererek şehadete ulaştılar. Gençlere bayram armağan edilerek hem o günkü kuşağa olan borç unutulmazken, gelecek kuşaklar da onurlandırılacaktı.

Atatürk’ün bizlere yol gösterici olarak bıraktığı eseri Söylev’i bitirirken Türk Gençliğine olan inancını, bayram armağanını, Gençliğe Hitabeyi her okuyuşumuzda özellikle gençlere verilen değer ve güvenin hiçbir ülkede, hiçbir lider tarafından gençliğinin ruhu bu kadar okşanmamış, gençlere bu kadar değer verilmemiştir. Aksine Türkiye Cumhuriyeti’ni ‘Türk Gençliği’ne emanet ederek onlara olan değeri ve güveni, önemi ortaya koymuştur.

Gençlik açısından aslolan çağdaş uygarlık yürüyüşünde nerede ve neler yapması gerektiği idi. Türk Gençliği; kendisine emanet edilen cumhuriyeti geleceğe, sonsuza taşımak için daha çok çalışmak zorunluluğundadır, yükü ağırdır.

Çağdaş uygarlık hedefine koşmak hem de en hızlısından, en uzunundan koşmak; en engellisini, en yükseğini aşmak gerek! Büyük Önderin “Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır. Çalışkan olmak!” sözlerine kulak vermek yetecektir.

Atatürk’ün “Bütün ümidim gençliktedir” sözü ile artık 19 Mayıs, tarih ve takvim olarak Türk Gençliği ile içice geçmiş, özdeşleşmiştir. Bu nedenle 19 Mayıs ruhu, Türk Ulusu ve Gençliği nezdinde sonsuza dek yaşayacak, yaşatılacaktır. Atatürk, yıllar öncesinden geleceği görerek kurduğu Cumhuriyeti gençliğe emanet ederken, geleceği güvence altına almak istemiştir.

Gençlik toplumun geleceğidir. İnsan yaşamında dönem olarak, biyolojik evriminde süreç olarak ‘gençlik dönemi’ önemli bir evredir. Bu dönemin sağlıklı yaşanması -bilimsel/çağdaş eğitimle donanması- gençler için olduğu kadar, o ülke içinde çok önem arz edecektir. Genç kuşaklarını bilgi toplumu ile buluşturan ülkeler geleceği de kazanmış olacaklardır.

Türkiye’de 1950 sonrası uygulanan dışa bağımlı politikalar çerçevesinde; özellikle eğitim dinselleştirilerek, bilimden uzaklaşılarak, geleceğin güvencesi olan gençler çatıştırılarak ülkenin geleceği karartılıp dayanaksız hale getirilir. Ülkenin dışa bağımlı, emperyalist sömürüye karşı korumasız kılınması ve açık pazar durumuna sokulması süreci yaşanır. Karşı devrim özellikle son 20 yılda -artan bir yoğunlukla- toplumu iyice ayrıştırdı.

Gelinen noktada, içinde bulunduğumuz bu sarmaldan çıkış yolu olarak 19 Mayıs ruhunun, 21.yüzyılda da Türk Ulusu ve Gençliğinin önünde meşale olarak nesilden nesile aktarılacağı inancıyla; Gençlik aynı zamanda karşı devrimi durduracak, cumhuriyeti yaşatacak en büyük dinamizmi oluşturmaktadır.

Cumhuriyetin ikinci 100 yılında, Bağımsız Türkiye yolunda, Büyük Önder Atatürk’ün, Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir” sözleriyle başlayan -tüm devrimlerin/reformların koruyucusu adeta Cumhuriyet’in kuruluş bildirgesi konumundaki- Gençliğe Hitabesini yeniden anımsayarak, Nice 19 Mayıslara… 

Remzi KOÇÖZ


7 Mayıs 2024 Salı

CUMHURİYET (1924-2024)

100. Yılında CUMHURİYET için ‘CUMHURİYET’

100 yıl öncesinde emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş mücadelesi ardından kurulan bağımsız Türk devleti, saltanatı/hilafeti sonlandırırken Cumhuriyet ile modern/çağdaş bir ülke olma idealiyle yoluna devam eder. İşte bu kutsal yolculuğunda Cumhuriyet kazanımları olan ve katalizör görevi ifa eden kurumların özellikle 2000’ler sonrası birer birer kapanması/satılması/dağılması ya da işlevsiz hale getirilmesi sürecinde çok az sayıda ayakta kalabilen ve kuruluşundaki bağımsız çizgisini sürdürebilen nadide kurumlardan biridir: Cumhuriyet.

Milli Mücadele döneminin gür seslerinden Yenigün Gazetesi, Kurtuluş görevini tamamlayıp -yayın hayatına yine Yunus Nadi öncülüğünde kuruluş döneminin 6.ayında- 7 Mayıs 1924’de Atatürk’ün talimatıyla, genç Cumhuriyet’in sesi olarak ‘Cumhuriyet’ ismiyle devam edecektir.

Cumhuriyet Gazetesi, kuruluşundan günümüze Atatürk/Cumhuriyet/Devrimlerin savunucusu olarak yaşamını sürdürmüş, aydınlanmanın mücadelesini/savaşını verirken hemen hemen her olağanüstü dönemde kapatılmış, işkence/tutuklama/cezalar yanında terör saldırılarında 1978-1999 yılları arası (Bedrettin Cömert-1978, Cavit Orhan Tütengil-1979, Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok-1990, Uğur Mumcu-1993, Onat Kutlar-1995, Ahmet Taner Kışlalı-1999 gibi yürekli/yurtsever Cumhuriyet aydınları olmak üzere) çok sayıda kurbanlar vermiş, Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucusu Cumhuriyet şehitleri olarak ölümsüzleşmişlerdir.

Sonrasında sabotaj, kumpaslar, tutuklamalar, ilan yasaklamaları gibi baskı ve engellemelere maruz kalmıştır. Cumhuriyet, tarihsel süreçte çok ağır bedeller ödemesi yanında -engeller/düşmanlıklar/dalgalanmalar/sarsıntılar gibi- krizleri de aşmasını bilmiş. Bağımsız çizgisi, basın özgürlüğü, düşünenlerin/düşüncelerin sığınağı olurken, Cumhuriyet aydınlanmasını da sürdürmeye devam etmektedir.

Cumhuriyet, demokrasi, özgürlük, insan hakları, adalet yanında doğru/gerçek haber mücadelesi ve savunuculuğu yaparken, cehalete/gericiliğe karşı; “Tehlikenin farkında mısınız?” diyerek, ‘Çağdaşlaşma’ hedefinde ısrarcı olarak Devrimleri yaşatma çabasını yitirmez.

Cumhuriyet bize ‘Baba ve Abi’ yadigârı. Ortaokul son sınıfta makalelerini okuyarak büyüdüğümüz, öğrencilik günlerimizdeki harçlıklarımızdan, kamuda görev yaparken ise ‘sakıncalı’ addedilmek uğruna okumaya devam ettiğimiz bir tutku. Bazen günlük gelen gazetelerden, haftasonu/tatillerde ise satın alarak, özellikle dergi/kitap eklerini kaçırmamaya çalışarak, hem yaşamaya hem de yaşatmaya çalıştık. Cumhuriyet Ailesinin kültür dünyamıza, bilinçlenmemize katkıları yadsınamaz. Köşe yazarlarının emekleri çoktur. Kalem emektarları binbir güçlükle yazılarına devam ederken, Cumhuriyet de Atatürk Devrimlerinin savunuculuğu yanında daha özgür, demokratik bir yaşam için kavga verirken, yolsuzlukları/haksızlıkları/kayırmaları/talanları kamuoyu ve okurları ile paylaşmaktan hiç geri durmaz.

Günümüz Türkiye’sinde basına yönelik baskı/yıldırma/sansür iyiden iyiye mahalle baskısına dönüştü. Uluslararası basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasında (2002’de 99 iken) 2022’de 149. sırada yer alan Türkiye’nin 16 sıra gerileyerek 2023’de yer aldığı 165’incilik bu ülkeye, Cumhuriyet Türkiye’sine hiç yakışmıyor. 85 milyonluk bir ülkede Gazete tirajlarının son 10 yılda %50 oranında azalmasının -TÜİK verilerine göre (2022) gazete ve dergilerin tirajı yıllık % 8,3 azalırken basılan kitap sayısı da % 4,1 azalarak 83.653’e geriler. Gazete ve dergi sayısı bir önceki yıla kıyasla % 9,2 azalarak 4.048 oldu. Bu yayınların % 53,9’u dergi tirajların düşüşünün nedenlerinden biri dijital/sanal medyanın özellikle genç kuşaklar tarafından giderek yoğun kullanımı olsa da- asıl belirleyici ve önemli olanı siyasi iktidarın basın alanında tekel hegemonyası oluşturarak, yandaş/teksesli bir ortam yaratmasıdır.

Gazetelerin işlevi hiç bu kadar çoklukta tek sesli aynı pencere/manşet olmamıştı. Kamusal alanlarda gazete ayrımı yapılmaksızın hele hele şu gazeteyi almayın/ okumayın söylemi abesle iştigaldi. Basın demokrasilerde 4. kuvvet olarak bir nevi kamuoyu denetiminin ta kendisidir. Gazetecilik bir yerde muhalif olmak demektir. Karşıt/aykırı olmak yeri geldiğinde şeytanın avukatlığını yapabilmektir. Gazete aboneliklerine/satışlarına baktığımızda ülke olarak hicap duyulmalı bence. Geçmişte ekonomik açıdan sabit geliri olması nedeniyle kıt kanaat geçinen memurlar bile gazete yanında hafta sonları bir dergi almaya çalışırlar, ailesine/çocuklarına farklı ufuklar sunmaya çalışırlardı.

Cumhuriyet okurları, günlük gazete alma, e-gazete abonesi olarak katkı sağlama yanında, gazetelerini desteklemek adına ilan ambargosu karşısında, ‘dayanışma’ ile salgın sürecinde bile tarihsel bir sorumluluğa imza attılar. Cumhuriyet, yaşanan tüm bu zorluklar karşısında yönetiminden/ çalışanına, yazarından/okuyucusuna birliktelik ve dayanışma ile ayakta kalmasını bildi.

100. yılında da Cumhuriyet Gazetesi; kökleşmiş kurumsal çizgisi ve mücadelesi ile çağdaşlaşma yolunda yaşıtı ve isimdaşı Cumhuriyet için yine umut olmaya devam edecektir. Toplum olarak sadece bedenimizin değil beynimizin de bağışıklığını güçlendirme adına, Cumhuriyet için ‘Cumhuriyet’ ile birlikte nice 100 yıllara.

(Ankara / 7.5.2024)

Remzi KOÇÖZ




Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz