Sakarya ve Futbol;
Bu ilde sporun çok çeşitli dalları, ulusal ve uluslar arası başarılara imza atmıştır. En çok şampiyon güreşçi çıkmıştır. Futbolda ise 4 kulübün birleşmesi sonucu 1965 yılında kurulan Sakaryaspor ayni yıl ikinci lige, 1980/81 yılında ise bugün Süper lig olarak anılan Birinci lige çıkar. 1985/86 sezonunda ikinci lige düşen takım 1986/87 sezonunda ikinci kez çıktığı birinci ligden 1989/90 sezonunda yeniden düşer. 1990 sonrası Yeşil-Siyahlı takım Play-off’a kalmış olsada ya yarı finalde, ya da finalde kaybediyordu. Nitekim uzun bir aradan sonra (8 sezon) 1997-98 sezonu 1. Lige ikinci kez “merhaba” der. Ancak bu maraton uzun sürmez ertesi yıl 1998-99 sezonu (16. sırada) küme düşer.
1999 yılındaki deprem şoku sonrası şehirle birlikte Sakaryaspor da demoralize olur. Şehrin dinamizmi Sakaryaspor’un yeniden birinci lige çıkışına kilitlenir. Şehirle birlikte takımda yeniden yapılanarak birlikte yaraları sarmaya koyulur. Bir yandan göç verirken bir yandan yeşil-siyahlı renklerle moral bulmaya çalışır. Süper lige çıkmak artık elzem olmuştur. 1999-2000 sezonu lige ara verir. Ardından 2. Ligde 2000 ile 2003 sezonları arası 3 kez üst üste Play-Off oynamasına rağmen süper lig hedefini bir sonraki yıla 2003-04 sezonuna erteler.
Sakaryaspor 2003/2004 yılında ikinci ligde iyi bir sezon yaşar. Doludizgin haftaları geride bırakıp şampiyonluğu göğüsler. 2003/04 sezonunda üçüncü kez süper lige şampiyon olarak çıktığı günün heyecanını -Ankara’dan Karasu’ya gelişimde- Çark caddesinden geçerken yaşadım. Şehir, 1999 sonrası ilk kez acılarından sıyrılarak coşmuştu. Benim gibi ayni kentin nüfus cüzdanını taşıyan 7’den 70’e futbolla ilgili-ilgisiz yaşama bağlanmanın, yeniden kenetlenmenin ivmesini kazanır.
2004-05 sezonunda yeşil-siyahlılar son haftalara kadar mücadele etmesine rağmen (16. sırada) süper ligden ikinci lige düşerek kentin insanlarını hüzünlendirir. Yeniden dirilen, yeniden yapılanan kent kaderci bir yapıya gömülür. Ölü toprağı fazla sürmez. 1 yıl sonra 2005/06 sezonunda zirveyi kovalasa da ilk iki takım arasına giremez. Süper lig Play-Off sonrasına kalır. Elemelerde önce İstanbulspor engelini aşar, ardından Altay’ı diskalifiye ederek 3. takım olarak ipi göğüsler. 24 Mayıs 2006 gecesi dördüncü kez yeniden süper lige çıkar. Tıpkı her depremden sonra yeniden dirildiği gibi inat eder, direnir. Bunun adı futbol literatüründe ‘Asansör takım’ unvanı olsa da nice köklü takımlar arasından sıyrılarak azmini taçlandırır.
1981 yılında birinci lig yolculuğundaki Ankaragücü ile olan maçını Ankara 19 Mayıs stadında -bende- yaşarken, sonraki sezonlarda tüm Türkiye bu takımın birinci ligdeki başarılarını yakından izlemiştir. Sakaryaspor ve taraftarları hüzünlerle birlikte şampiyonluk coşkusunu birçok kez yaşamıştır.
Geçmişte Varol, Talat, İhsan, Muammer gibi futbolcular yetiştiren kulüp birinci lige çıktıktan sonra bir dönem Fenerbahçe’nin altyapısı şeklinde kaynak sağlarken, üç büyüklere ve milli takıma futbolcu verir. Sakaryaspor’da 2. Lig Şampiyonluğuyla başlayan 1980’ler, kelimenin tam anlamıyla "altın yıllar" olarak tarihe geçer. 40 yıllık kulüp tarihinin son 25 yılında 5 kez süper lige (4 kez ligden düşmesinin ardından) çıkarak 11 sezon süper ligde başarılara imza atar. 1987-88 sezonu Türkiye Federasyon Kupası Şampiyonluğu, UEFA’da ülkeyi temsil, Yenal Kaçıra’yla 2. Lig’de gol krallığı, Aykut Yiğit’le 1. Lig’de gol krallığı, Türk Futboluna Oğuz Çetin gibi bir imparatoru, Aykut Kocaman, Hakan Şükür, Bülent Uygun gibi 3 gol kralı, Recep Çetin, Rahim Zafer, Turan Sofuoğlu, Engin, Serdar, gibi üstün vasıflı A milli oyuncuları armağan eder. (7)
Bu kentin kendi gibi asi, dirençli, inatçı bir futbol takımı vardır. Süper ligde kıran kırana mücadele verirken İstanbul takımlarına da alt yapı oluşturarak ikinci lig ile birinci lig arasında in-çıklarla mekik dokur.
Futbolseverler arasında söylene gelen bir söz vardır: “Ligde kalmaktan daha zor bir şey var; yeniden 1. lige çıkabilmek...” Bu sözün doğruluğunu perçinlemek uğruna (BJK, FB, GS ve TS dışındaki takımlar ligden düşme sendromunu birden fazla yaşamışlardır) yeşil-siyahlıların çabasını örnek gösterebiliriz. Dört büyüklerin hükümranlığını sarsacak nadide kulüplerden biri olan Sakaryaspor -analizini yaptığımız tarihindeki başarılarıyla- sadece Sakaryalıların değil tüm Anadolu’nun gurur duyması gereken bir takımdır.
Bitmez tükenmez bu mücadele sonundaki başarılarda başkanından malzemecisine, teknik heyetinden sporcusuna, vefakar, cefakar taraftarların da hakkını teslim etmemiz gerek. “Biz bu şehri tirübünden sevdik” diyen Tatangalar, Sakaryaspor’la özdeşleşmiş durumda. Sportmenlik dışı her türlü olumsuz davranışları, şiddeti, holiganizmi yenmek uğruna şehirle bütünleşmesini, şehrin adına yaraşır taraftarların, süper ligde hayal kırıklığına uğramayarak spor adına, futbol adına güzellikler yaşanması temennisiyle tüm camiaya başarılar dilemiş olsak da -gösterilen tüm performansa rağmen- başarısızlık yakamızı bırakmaz. Sakaryaspor’un makus talihini yenerek kente farklı bir ivme kazandırması dileğimiz geçerliliğini korurken; yeşil-siyahlıların 1980'lerdeki altın yıllarına yeniden dönmesi ise umut olarak hep varolacaktır.
Sakarya ili her bölgesiyle Anadolulu, Kafkasyalı, Kırımlı, Balkanlı’dan oluşan insanları bağrına basar. Bu yüzden kültürel yaşam, gelenekler, töreler, folklor çok renklilik gösterir. Edebiyattan sanata, spordan siyasete, bürokrasiden iş dünyasına ülkeye renkli simalar kazandırmıştır. Tarım kenti, ticaretinde etkisiyle sanayi şehrine dönüşerek çehresini yeniler. Sakarya, İstanbul-Bursa-Kocaeli üçlüsüne sanayi bölgesi olarak -bir yandan modern tarım gelişirken, diğer yandan tarım arazileri sanayiye açılır- yetişmeye çalışırken, geçmiş yıllarda olduğu gibi yeniden göç almaya başlar.
1999 depreminin olumsuzluğu her alanda silinmeye çalışılırken hayat kaldığı yerden devam etmektedir. Bugün Sakarya; depreme rağmen kabuğunu yeniden kırarak ekonomik açıdan hızla gelişme gösterdiği, eşsiz doğal güzellikleriyle, farklı kültürlerdeki sevecen insanların huzur içinde bir arada yaşamaya çalıştığı bir Anadolu kenti olma yolundadır. (*)
Remzi KOÇÖZ
Dip Not/Kaynakça:
(7) www. Sakaryamiz.net ‘Sakaryaspor Tarihi’ sayfasından
(*) Bu yazı, Sakarya savaşının 85. yıldönümü, Marmara depreminin 7. yıldönümleri yanında Sakaryaspor’un dördüncü kez süper lige çıkışına ithafen 2006 yılında kaleme alınmıştır.
15 Kasım 2010 Pazartesi
9 Kasım 2010 Salı
DEPREM KUŞAĞINDAKİ BİR KENTİN İNAT, COŞKU VE TUTKUSU - III
Sakarya Savaşı ve Tarihsel Önemi;
“İz dövdüm
Gözlerim şavkı aktı Sakarya’nın suyuna
Sakarya’nın suları nâmın söyleşir
Hemşehrim Sakarya, öksüz Sakarya”(5)
Tarihimizde önemli bir yeri olan Sakarya Nehri, Afyon’un kuzeydoğusundaki Bayat Yaylası’ndan doğar. Önce İç Anadolu’ya doğru akar sonra Kızılırmak’ın tersine bir kıvrımla, kuzeye döner, Polatlı yakınlarında en büyük kollarından biri olan Porsuk ve Ankara çayını alır. Geyve Boğazı ve Adapazarı Ovası’ndan geçerek Karasu ilçesinden Karadeniz’e dökülür. Kızılırmak ve Fırat Nehrinden sonra Türkiye'nin üçüncü (824 km), Kuzeybatı Anadolu’nun ise en büyük akarsuyudur. Geçtiği güzergah boyunca etrafı eşsiz bir tabii güzelliğe sahip olan Sakarya Nehri, 3. derece doğal sit alanı olması dolayısıyla koruma altındadır.
Sakarya şehri adını almış olduğu nehrin -kendi il sınırları dışında Polatlı ovasında gerçekleşmiş olsa da- çevresinde yaşanan tarihin en uzun süren büyük meydan muharebesinin sonucuyla coşkulanır, gururlanır.
‘Sakarya’ Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda bir dönüm noktasıdır. En duyarlı, en kanlı, en dirençli cephedir. Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktası olan, Türk ordusunun Yunan ordusu ile Sakarya boylarında yaptığı meydan savaşında (23 Ağustos-13 Eylül 1921) Mustafa Kemal Paşa yeni bir savaş stratejisi uygulayarak ordularına şu emri vermiş: "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz..." Türk askeri bu yüksek emre uyarak vatanını canla başla savunmuştur. 100 kilometreye kadar uzanan bir cephede yapılan bu savaşta 350 subay, 2900 erimiz şehit olmuş, 800 subay ve 13.000 erimiz de yaralanmıştır. Bu savaş subaylar savaşı olarak da anılmıştır. (6)
Sakarya, Türk Kurtuluş Savaşında destanlar yazılan 22 gün-gece kanlı savaşa sahne olmuş, işgalci güçlerin üstün olan gücüne direnilmiş, geçilmez denilerek düşman kuvvetler püskürtülmüştür. Diğer yandan Dünya Savaş tarihine geri çekilme harekatının en güzel örneğini sunmuştur. Bunun için Sakarya tıpkı Çanakkale gibi Türk tarihinde geçit vermeyen, destanlaşan yeni bir cephe olmuş, sonrasında da ”Vatan, Millet, Sakarya” deyimi yurtseverlik ifadesiyle hafızalara kazınmıştır.
Sakarya Savaşı sonrası TBMM, Mustafa Kemal Paşa'ya "gazi" ve "mareşal" unvanlarını vermiş, askeri başarı yanında TBMM hükümetine iki siyasal başarı kazandırmıştır: Rusya ile 13 Ekim 1921'de doğu sınırlarımızı kesin belirleyen Kars Antlaşması yapılırken, 20 Ekim 1921'de Fransa ile Ankara Antlaşması imzalanır. Bu antlaşmanın en önemli maddesi Güney cephesindeki Fransız işgal kuvvetlerinin çekilme kararıdır. Böylece Misak-ı Milli Fransızlar tarafından resmen tanınıp, uygulanması sonucu kuvvetlerimiz batı cephesine kaydırılarak Büyük Taarruz için cephemiz daha da güçlendirilmiştir. (Devam edecek)
Remzi KOÇÖZ
Kaynakça:
(5) Attila İLHAN, ‘Mustafa Kemal’ adlı şiirinden
(6) Tuzla Piyade Okulu “Sakarya Savaşı” Ders Notlarından.
“İz dövdüm
Gözlerim şavkı aktı Sakarya’nın suyuna
Sakarya’nın suları nâmın söyleşir
Hemşehrim Sakarya, öksüz Sakarya”(5)
Tarihimizde önemli bir yeri olan Sakarya Nehri, Afyon’un kuzeydoğusundaki Bayat Yaylası’ndan doğar. Önce İç Anadolu’ya doğru akar sonra Kızılırmak’ın tersine bir kıvrımla, kuzeye döner, Polatlı yakınlarında en büyük kollarından biri olan Porsuk ve Ankara çayını alır. Geyve Boğazı ve Adapazarı Ovası’ndan geçerek Karasu ilçesinden Karadeniz’e dökülür. Kızılırmak ve Fırat Nehrinden sonra Türkiye'nin üçüncü (824 km), Kuzeybatı Anadolu’nun ise en büyük akarsuyudur. Geçtiği güzergah boyunca etrafı eşsiz bir tabii güzelliğe sahip olan Sakarya Nehri, 3. derece doğal sit alanı olması dolayısıyla koruma altındadır.
Sakarya şehri adını almış olduğu nehrin -kendi il sınırları dışında Polatlı ovasında gerçekleşmiş olsa da- çevresinde yaşanan tarihin en uzun süren büyük meydan muharebesinin sonucuyla coşkulanır, gururlanır.
‘Sakarya’ Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda bir dönüm noktasıdır. En duyarlı, en kanlı, en dirençli cephedir. Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktası olan, Türk ordusunun Yunan ordusu ile Sakarya boylarında yaptığı meydan savaşında (23 Ağustos-13 Eylül 1921) Mustafa Kemal Paşa yeni bir savaş stratejisi uygulayarak ordularına şu emri vermiş: "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz..." Türk askeri bu yüksek emre uyarak vatanını canla başla savunmuştur. 100 kilometreye kadar uzanan bir cephede yapılan bu savaşta 350 subay, 2900 erimiz şehit olmuş, 800 subay ve 13.000 erimiz de yaralanmıştır. Bu savaş subaylar savaşı olarak da anılmıştır. (6)
Sakarya, Türk Kurtuluş Savaşında destanlar yazılan 22 gün-gece kanlı savaşa sahne olmuş, işgalci güçlerin üstün olan gücüne direnilmiş, geçilmez denilerek düşman kuvvetler püskürtülmüştür. Diğer yandan Dünya Savaş tarihine geri çekilme harekatının en güzel örneğini sunmuştur. Bunun için Sakarya tıpkı Çanakkale gibi Türk tarihinde geçit vermeyen, destanlaşan yeni bir cephe olmuş, sonrasında da ”Vatan, Millet, Sakarya” deyimi yurtseverlik ifadesiyle hafızalara kazınmıştır.
Sakarya Savaşı sonrası TBMM, Mustafa Kemal Paşa'ya "gazi" ve "mareşal" unvanlarını vermiş, askeri başarı yanında TBMM hükümetine iki siyasal başarı kazandırmıştır: Rusya ile 13 Ekim 1921'de doğu sınırlarımızı kesin belirleyen Kars Antlaşması yapılırken, 20 Ekim 1921'de Fransa ile Ankara Antlaşması imzalanır. Bu antlaşmanın en önemli maddesi Güney cephesindeki Fransız işgal kuvvetlerinin çekilme kararıdır. Böylece Misak-ı Milli Fransızlar tarafından resmen tanınıp, uygulanması sonucu kuvvetlerimiz batı cephesine kaydırılarak Büyük Taarruz için cephemiz daha da güçlendirilmiştir. (Devam edecek)
Remzi KOÇÖZ
Kaynakça:
(5) Attila İLHAN, ‘Mustafa Kemal’ adlı şiirinden
(6) Tuzla Piyade Okulu “Sakarya Savaşı” Ders Notlarından.
3 Kasım 2010 Çarşamba
DEPREM KUŞAĞINDAKİ BİR KENTİN İNAT, COŞKU VE TUTKUSU-II
Sakarya ve Deprem;
1600’li yılların başlarında yaklaşık 400 yıl önce Padişah Fermanı şöyle buyurur;
“Evler tek kat ola, ikinci kat tahta çıkıla, üçüncü katı çıkanın kellesi vurula!”
Bu şehir 20. yüzyıl içerisinde üç büyük deprem yaşar. Birincisinde 20.06.1943 tarihinde (6.6 şiddetinde 336 ölü) bizim kuşak dünyada yoktu. İkincisinde 22.07.1967 tarihinde (7.2 şiddetinde 89 ölü) ilkokul öğrencisi iken eski evimizin bahçesine Kızılay çadırında günlerce kaldığımızı hayal meyal hatırlıyorum. Üçüncüsünde ise 17.08.1999 tarihinde (7.4 şiddetinde 3988 ölü) İstanbul’dan Karasu’ya geçeceğim sabahın gecesinde İstanbul-Baltalimanı Polis moral eğitim tesislerinde depremi yaşadım. Sonrasında büyük depremin yerle bir ettiği Kocaeli ilinden aktarmalı olarak köy yollarını kullanarak yıkılmış bir başka kentin merkezine Adapazarı’na zar zor ulaştım. Şehir Ağustos ayında talihsiz bir güne tanıklık ederken, savaş filmlerinde gördüğümüz hayalet şehir görüntüsü, binlerce insanın ölümü, karabasan gibi uzun süre hafızalardan silinmeyecektir. Ardından, bir hafta sonra Adapazarı, İzmit, Gölcük, Yalova güzergahını kullanarak Marmara depreminin enkazını sıcağı sıcağına gözlemledim. Durum pek iç açıcı değildi!
17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan deprem Kocaeli, Yalova, Bolu yanında Adapazarı’nda da büyük hasara yol açmıştır. Resmi kayıtlara göre 3.988 insanımız hayatını kaybetmiş, 5.180 kişi de yaralanmıştır. Sakarya ili içinde 81.702 konut ve işyeri çeşitli düzeylerde hasar görmüştür. Bunlardan 29.701’i yıkık ve ağır hasarlı, 22.157’si orta hasarlı geriye kalan 29.844’ü ise hafif hasarlı olarak kayda geçmiştir.17 Ağustos 1999 depremiyle; konutların çoğu oturulamaz hale gelmiş, halkın önemli bir kısmının geçici de olsa yakın ilçelerde ve köylerde ikamet etmesine neden olmuş ve böylece şehir nüfusunda azalma görülmüştür. 200 binlerde olan nüfus, 2000 tarihindeki genel nüfus sayımıyla ilgili kesin olmayan sonuçlarına göre Adapazarı merkez nüfusu 160.757 olarak saptanmıştır. (4)
Geçmişte padişah fermanı bölgenin kritik durumunu deprem açısından öngörmüş, yerleşim açısından -az katlı bina yapımında- uyarıda bulunmuş. Buna rağmen geçmiş yüzyıllardaki depremler neyse 20. yüzyıl içerisinde yaşanan iki depreme rağmen şehir yine fay hattı üzerine hem de çok katlı olarak yükselmiş. Taki üçüncü depremde yerle bir olup yıkılana kadar! Bilim adamlarının şehir merkezini kuzeye doğru, zemini sağlam bölgelere kaydırılması doğrultusundaki -olmazsa olmaz- raporları üzerinden zaman geçince unutulur. Şehir eskisi gibi olmasa da yine ayni yerinde kurulma ısrarındadır. Doğa kanunlarına karşı bir direniştir. Tıpkı toplum yaşamını düzenleyen en temel kuralın, yaşama güvenliğinin ihlal edildiği gibi ölüme karşı bir inattır, meydan okumadır.
Adapazarı; coğrafi konumunun yerleşmeye uygun olmaması sebebiyle, ülkemizde kuruluşu yeni olan şehirler arasında yer almaktadır. Bir ticaret yeri olması sayesinde 19. yüzyıla doğru gelişmeye başlayan kent, yüzyılın sonunda demiryolu ağının kent merkezine ulaşmasıyla hızla önem kazanmıştır. Ardından İstanbul’dan Ankara’ya giden uluslar arası karayolunun da bu kentin kenarından geçirilmesi gelişme hızını artıran başka bir etmen olmuştur. Sanayi şehri olarak bir yandan Batıdan-Doğuya giden otoyol ve demiryolu ağının simetriğine bir yandan Kuzeye-Karadeniz’e diğer yandan Güneye-Akdeniz’e doğru uzanan bir geçiş, bir kavşak noktasıdır.
Karadeniz kıyısındaki kısıtlı mevsimi ile (sadece temmuz ayı yağışsızdır) Karasu, Kocaali, Kefken sahilleri deniz turizmi yanında yayla turizmi açısından da doğal güzellik ve özelliklere sahip.. Sakarya nehrinin denize döküldüğü ağız Yenimahalle, Küçükboğaz gölü, Maden deresi, Melen çayı çevresi ayrı ayrı doğal güzelliklerin yansıması.. Kuzuluk kaplıcası, Kartepe kayak merkezi, Sapanca gölü çevresi de İstanbul’dan uzaklaşanların yazlık-kışlık oturum alanlarına, villa tipi evlerine açılıyor.
Burada karşımıza şu çıkmakta; insanlar kendilerinden sonraki kuşakların geleceklerini ipotek altına alıp, yeşil alanları daraltınca, güzelim tarım alanları, yeşil alanlar sanayi ve yerleşim yeri olarak betonlaştırılınca doğa bu duruma isyan eder. Özellikle verimli toprakların/tarım alanlarının -hiç olmazsa şimdiki haliyle- sanayi ve yerleşimden kurtarılması gerekmektedir. Bu durum “zararın neresinden dönersek kardır” sözü gibi zorunluluk arz etmektedir. (Devam edecek)
Remzi KOÇÖZ
Kaynakça:
(4) www. Belgenet.com ‘Türkiye’deki Depremler’ sayfasından
1600’li yılların başlarında yaklaşık 400 yıl önce Padişah Fermanı şöyle buyurur;
“Evler tek kat ola, ikinci kat tahta çıkıla, üçüncü katı çıkanın kellesi vurula!”
Bu şehir 20. yüzyıl içerisinde üç büyük deprem yaşar. Birincisinde 20.06.1943 tarihinde (6.6 şiddetinde 336 ölü) bizim kuşak dünyada yoktu. İkincisinde 22.07.1967 tarihinde (7.2 şiddetinde 89 ölü) ilkokul öğrencisi iken eski evimizin bahçesine Kızılay çadırında günlerce kaldığımızı hayal meyal hatırlıyorum. Üçüncüsünde ise 17.08.1999 tarihinde (7.4 şiddetinde 3988 ölü) İstanbul’dan Karasu’ya geçeceğim sabahın gecesinde İstanbul-Baltalimanı Polis moral eğitim tesislerinde depremi yaşadım. Sonrasında büyük depremin yerle bir ettiği Kocaeli ilinden aktarmalı olarak köy yollarını kullanarak yıkılmış bir başka kentin merkezine Adapazarı’na zar zor ulaştım. Şehir Ağustos ayında talihsiz bir güne tanıklık ederken, savaş filmlerinde gördüğümüz hayalet şehir görüntüsü, binlerce insanın ölümü, karabasan gibi uzun süre hafızalardan silinmeyecektir. Ardından, bir hafta sonra Adapazarı, İzmit, Gölcük, Yalova güzergahını kullanarak Marmara depreminin enkazını sıcağı sıcağına gözlemledim. Durum pek iç açıcı değildi!
17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan deprem Kocaeli, Yalova, Bolu yanında Adapazarı’nda da büyük hasara yol açmıştır. Resmi kayıtlara göre 3.988 insanımız hayatını kaybetmiş, 5.180 kişi de yaralanmıştır. Sakarya ili içinde 81.702 konut ve işyeri çeşitli düzeylerde hasar görmüştür. Bunlardan 29.701’i yıkık ve ağır hasarlı, 22.157’si orta hasarlı geriye kalan 29.844’ü ise hafif hasarlı olarak kayda geçmiştir.17 Ağustos 1999 depremiyle; konutların çoğu oturulamaz hale gelmiş, halkın önemli bir kısmının geçici de olsa yakın ilçelerde ve köylerde ikamet etmesine neden olmuş ve böylece şehir nüfusunda azalma görülmüştür. 200 binlerde olan nüfus, 2000 tarihindeki genel nüfus sayımıyla ilgili kesin olmayan sonuçlarına göre Adapazarı merkez nüfusu 160.757 olarak saptanmıştır. (4)
Geçmişte padişah fermanı bölgenin kritik durumunu deprem açısından öngörmüş, yerleşim açısından -az katlı bina yapımında- uyarıda bulunmuş. Buna rağmen geçmiş yüzyıllardaki depremler neyse 20. yüzyıl içerisinde yaşanan iki depreme rağmen şehir yine fay hattı üzerine hem de çok katlı olarak yükselmiş. Taki üçüncü depremde yerle bir olup yıkılana kadar! Bilim adamlarının şehir merkezini kuzeye doğru, zemini sağlam bölgelere kaydırılması doğrultusundaki -olmazsa olmaz- raporları üzerinden zaman geçince unutulur. Şehir eskisi gibi olmasa da yine ayni yerinde kurulma ısrarındadır. Doğa kanunlarına karşı bir direniştir. Tıpkı toplum yaşamını düzenleyen en temel kuralın, yaşama güvenliğinin ihlal edildiği gibi ölüme karşı bir inattır, meydan okumadır.
Adapazarı; coğrafi konumunun yerleşmeye uygun olmaması sebebiyle, ülkemizde kuruluşu yeni olan şehirler arasında yer almaktadır. Bir ticaret yeri olması sayesinde 19. yüzyıla doğru gelişmeye başlayan kent, yüzyılın sonunda demiryolu ağının kent merkezine ulaşmasıyla hızla önem kazanmıştır. Ardından İstanbul’dan Ankara’ya giden uluslar arası karayolunun da bu kentin kenarından geçirilmesi gelişme hızını artıran başka bir etmen olmuştur. Sanayi şehri olarak bir yandan Batıdan-Doğuya giden otoyol ve demiryolu ağının simetriğine bir yandan Kuzeye-Karadeniz’e diğer yandan Güneye-Akdeniz’e doğru uzanan bir geçiş, bir kavşak noktasıdır.
Karadeniz kıyısındaki kısıtlı mevsimi ile (sadece temmuz ayı yağışsızdır) Karasu, Kocaali, Kefken sahilleri deniz turizmi yanında yayla turizmi açısından da doğal güzellik ve özelliklere sahip.. Sakarya nehrinin denize döküldüğü ağız Yenimahalle, Küçükboğaz gölü, Maden deresi, Melen çayı çevresi ayrı ayrı doğal güzelliklerin yansıması.. Kuzuluk kaplıcası, Kartepe kayak merkezi, Sapanca gölü çevresi de İstanbul’dan uzaklaşanların yazlık-kışlık oturum alanlarına, villa tipi evlerine açılıyor.
Burada karşımıza şu çıkmakta; insanlar kendilerinden sonraki kuşakların geleceklerini ipotek altına alıp, yeşil alanları daraltınca, güzelim tarım alanları, yeşil alanlar sanayi ve yerleşim yeri olarak betonlaştırılınca doğa bu duruma isyan eder. Özellikle verimli toprakların/tarım alanlarının -hiç olmazsa şimdiki haliyle- sanayi ve yerleşimden kurtarılması gerekmektedir. Bu durum “zararın neresinden dönersek kardır” sözü gibi zorunluluk arz etmektedir. (Devam edecek)
Remzi KOÇÖZ
Kaynakça:
(4) www. Belgenet.com ‘Türkiye’deki Depremler’ sayfasından
1 Kasım 2010 Pazartesi
DEPREM KUŞAĞINDAKİ BİR KENTİN İNAT, COŞKU VE TUTKUSU-I
“İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!” (1)
Marmara Bölgesinin kuzeydoğu bölümünde yer alan Sakarya ili, adını ünlü Sakarya nehrinden almıştır. Sakarya Irmağına, MÖ. XII. yüzyılda, Frigler döneminde Frig tanrılarından Sangri’nin adı verilmiş. Bu ad Helenistik dönemde de “Sangarios” biçimini alarak zamanla ‘Sakarya’ya dönüşmüş. Sakarya ilinin merkezi olan Adapazarı ise, kendi adıyla anılan ovanın ortasında düz bir zemin üzerinde Pazar yeri olarak kurulmuş. Söğütlü’de birleşen Sakarya Nehri ile Sapanca Gölünün gideyeni Çarksuyu arasında bir adayı andırır. Pazar yerine doğudan gelenler Sakarya ırmağını, batıdan gelenler ise Çark suyunu aşmak zorunda kaldığından, Pazar yerinin sularla çevriliymiş izlenimini uyandırması, buraya “ada” adının yakıştırılmasına neden olmuş ‘Adapazarı’ adını buradan almıştır. (2)
MÖ. XII. yüzyılda bölgede önceleri Frigler, sonrasında Bitinyalıların, Lidya prenslikleri ardından Bizanslıların yaşadıkları bilinmektedir. Nitekim bölgenin en önemli tarihi eseri olan Beşköprü’yü Bizans İmparatoru II. Jüstinyanus’un inşa ettiği kayıtlarda mevcuttur. Öte yandan Bilim adamlarının yaptıkları araştırmalara göre, Sakarya Nehri’nin birkaç asır öncesine kadar biri şehrin doğu yakasından geçen bugünkü yatağından, diğeri Beşköprü’nün altından olmak üzere iki farklı koldan aktığı tespit edilmiştir. Nitekim 1324’de Osmanlı sultanı Orhan Gazi tarafından Bizanslılardan fethedilen yerleşim birimine “Ada Karyesi” (Adaköy) adının verilmesi söz konusu bilgileri doğrulamaktadır.
Adaköy, bölgede ziraatın canlanması üzerine pazarıyla ilgi çekmiş, ardından nüfus artmağa başlamış 16. yy.da “Ada Nahiyesi”ne dönüşmüş, 18. yy.da Kocaeli vilayetine bağlı “Ada Kazası” adını almıştır. 19. yy.da bölgenin zirai ve ticari yapısına göre şekillenen yerleşim; Sakarya Nehri’nin iki kolu arasında kurulan pazarıyla, gerçek bir “Adapazarı” hüviyetine dönüşmüştür. 93 Harbi diye bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında, bilhassa Kafkasya ve Balkanlar’dan yoğun göçe maruz kalmış. 19. yüzyılın ikinci yarısında ilçede ikamet eden Rum ve Ermeni azınlıkların önemli bir ticari gelişme gösterdikleri gözlenmiştir.
I. Dünya Savaşı sonucunda; 3 kez Yunan ve onların işbirlikçisi yerli çetelerin işgaline maruz kalan Adapazarı ilçesi; Kuvayi Milliye Kuvvetleri sayesinde, işgalci unsurlardan temizlenerek 21 Haziran 1921’de düşman işgalinden kurtarılmıştır. “Akova” adıyla bilinen ve ülkenin en verimli ovasında ziraat ağırlıklı bir gelişme gösteren Adapazarı’na, 1940 ve 1950’lerde bilhassa Karadeniz sahillerinden Bulgaristan ve Yunanistan’dan yoğun göçler olmuş; Vagon Fabrikası, Tank-palet fabrikası yanında Şeker Fabrikası, Ziraat Aletleri Fabrikası gibi tarımsal sanayinin gelişmesi köyden kente göçü daha da hızlandırmıştır.(3) Uzun yıllar Kocaeli’ye bağlı bir ilçe olarak yaşayan Adapazarı, 1954 tarihinde “Sakarya” adıyla vilayet haline gelmiştir. Vilayet olmanın ayrıcalığını yaşayan şehir günden güne yatırım alarak, yeni yeni fabrikaların kurulmasıyla yeni bir kimlik kazanır. Doğu Karadeniz, Kafkaslar ve Balkanlardan gelen göç dalgasına Doğu Anadolu da eklenince tam bir kozmopolit yapıya kavuşur. Abaza, Çerkez, Laz, Gürcü, Boşnak, Pomak, Macır ve Kürt olarak yerleşmeler ilin iç içe grift yapısını pek etkilemez. (Devam edecek)
Remzi KOÇÖZ
Kaynakça:
(1) Necip Fazıl KISAKÜREK, ‘Sakarya Türküsü’ adlı şiirinden.
(2) İl il Türkiye Ansiklopedisi, Milliyet yayınları, cilt. 3, s.780
(3) www. Adapazarinet.com ‘Sakarya Rehberi’ sayfasından
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!” (1)
Marmara Bölgesinin kuzeydoğu bölümünde yer alan Sakarya ili, adını ünlü Sakarya nehrinden almıştır. Sakarya Irmağına, MÖ. XII. yüzyılda, Frigler döneminde Frig tanrılarından Sangri’nin adı verilmiş. Bu ad Helenistik dönemde de “Sangarios” biçimini alarak zamanla ‘Sakarya’ya dönüşmüş. Sakarya ilinin merkezi olan Adapazarı ise, kendi adıyla anılan ovanın ortasında düz bir zemin üzerinde Pazar yeri olarak kurulmuş. Söğütlü’de birleşen Sakarya Nehri ile Sapanca Gölünün gideyeni Çarksuyu arasında bir adayı andırır. Pazar yerine doğudan gelenler Sakarya ırmağını, batıdan gelenler ise Çark suyunu aşmak zorunda kaldığından, Pazar yerinin sularla çevriliymiş izlenimini uyandırması, buraya “ada” adının yakıştırılmasına neden olmuş ‘Adapazarı’ adını buradan almıştır. (2)
MÖ. XII. yüzyılda bölgede önceleri Frigler, sonrasında Bitinyalıların, Lidya prenslikleri ardından Bizanslıların yaşadıkları bilinmektedir. Nitekim bölgenin en önemli tarihi eseri olan Beşköprü’yü Bizans İmparatoru II. Jüstinyanus’un inşa ettiği kayıtlarda mevcuttur. Öte yandan Bilim adamlarının yaptıkları araştırmalara göre, Sakarya Nehri’nin birkaç asır öncesine kadar biri şehrin doğu yakasından geçen bugünkü yatağından, diğeri Beşköprü’nün altından olmak üzere iki farklı koldan aktığı tespit edilmiştir. Nitekim 1324’de Osmanlı sultanı Orhan Gazi tarafından Bizanslılardan fethedilen yerleşim birimine “Ada Karyesi” (Adaköy) adının verilmesi söz konusu bilgileri doğrulamaktadır.
Adaköy, bölgede ziraatın canlanması üzerine pazarıyla ilgi çekmiş, ardından nüfus artmağa başlamış 16. yy.da “Ada Nahiyesi”ne dönüşmüş, 18. yy.da Kocaeli vilayetine bağlı “Ada Kazası” adını almıştır. 19. yy.da bölgenin zirai ve ticari yapısına göre şekillenen yerleşim; Sakarya Nehri’nin iki kolu arasında kurulan pazarıyla, gerçek bir “Adapazarı” hüviyetine dönüşmüştür. 93 Harbi diye bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında, bilhassa Kafkasya ve Balkanlar’dan yoğun göçe maruz kalmış. 19. yüzyılın ikinci yarısında ilçede ikamet eden Rum ve Ermeni azınlıkların önemli bir ticari gelişme gösterdikleri gözlenmiştir.
I. Dünya Savaşı sonucunda; 3 kez Yunan ve onların işbirlikçisi yerli çetelerin işgaline maruz kalan Adapazarı ilçesi; Kuvayi Milliye Kuvvetleri sayesinde, işgalci unsurlardan temizlenerek 21 Haziran 1921’de düşman işgalinden kurtarılmıştır. “Akova” adıyla bilinen ve ülkenin en verimli ovasında ziraat ağırlıklı bir gelişme gösteren Adapazarı’na, 1940 ve 1950’lerde bilhassa Karadeniz sahillerinden Bulgaristan ve Yunanistan’dan yoğun göçler olmuş; Vagon Fabrikası, Tank-palet fabrikası yanında Şeker Fabrikası, Ziraat Aletleri Fabrikası gibi tarımsal sanayinin gelişmesi köyden kente göçü daha da hızlandırmıştır.(3) Uzun yıllar Kocaeli’ye bağlı bir ilçe olarak yaşayan Adapazarı, 1954 tarihinde “Sakarya” adıyla vilayet haline gelmiştir. Vilayet olmanın ayrıcalığını yaşayan şehir günden güne yatırım alarak, yeni yeni fabrikaların kurulmasıyla yeni bir kimlik kazanır. Doğu Karadeniz, Kafkaslar ve Balkanlardan gelen göç dalgasına Doğu Anadolu da eklenince tam bir kozmopolit yapıya kavuşur. Abaza, Çerkez, Laz, Gürcü, Boşnak, Pomak, Macır ve Kürt olarak yerleşmeler ilin iç içe grift yapısını pek etkilemez. (Devam edecek)
Remzi KOÇÖZ
Kaynakça:
(1) Necip Fazıl KISAKÜREK, ‘Sakarya Türküsü’ adlı şiirinden.
(2) İl il Türkiye Ansiklopedisi, Milliyet yayınları, cilt. 3, s.780
(3) www. Adapazarinet.com ‘Sakarya Rehberi’ sayfasından
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)