29 Kasım 2020 Pazar

KARANTİNA GÜN(CE)LERİ - 24

 

“Bir millette, özellikle bir milletin iş başında bulunan yöneticilerinde özel istek ve çıkar duygusu,

Vatanın yüce görevlerinin gerektirdiği duygulardan üstün olursa,

Memleketin yıkılıp kaybolması kaçınılmaz bir sondur.” Mustafa Kemal ATATÜRK

 

SATICILAR …

Kendilerinin/ kendilerinden/ kendilerince olmayan,

Ne olursa/ ne bulurlarsa,

Kazan kazan uğruna,

Değerleri satarlar!

 

İktidar olmak/ kalmak ikballeri uğruna,

Rütbe/ paye/ yaranma aşkına,

Kişisel çıkar/ rant sevdasına,

Dostlarını satarlar!

 

Mirasyediler gibi,

Zengin ve itibarlı görünmek,

Gösterişli/ şatafatlı yaşamak adına,

Ata’dan kalan yadigarları satarlar!

 

Alsatçılar / spotçular gibi,

Toprakları/ yeşil alanları,

Fabrikaları/ işyerlerini,

Üç kuruşa yok yerine satarlar!

 

Kamusal kaynakları mezatlarda,

Müzayede mantığıyla katar katar,

Yönetsel/ kurumsal/ kuramsal teamüllerin aksine,

Pazarlamacı/ satıcı edasıyla satarlar!


Dindar görünüp inançsız kalarak,

Ahlak yoksunu olarak,

İşbirlikçi/ ihanet kisvesinde,

Vatan topraklarını bile satarlar; Satıcılar!

(28. 11. 2020)

           Remzi KOÇÖZ

22 Kasım 2020 Pazar

KARANTİNA GÜN(CE)LERİ – 23

“İnsanların ihtiyaçları sınırsızdır ve insan bir ihtiyacını giderdikten sonra başka bir ihtiyaç ortaya çıkar. Bir ihtiyacı giderme süreci içinde ise tamamıyle memnun/hoşnut olma durumu olası değildir. Bu esnada, giderilmemiş ihtiyaç kişi için büyük bir motivasyon kaynağıdır, bireyi güdüler ve birey neyi henüz elde etmemişse ona büyük ilgi gösterir. Fakat, ihtiyaç giderildikten sonra bu ihtiyaca yönelik motivasyon davranışlar üzerindeki belirleyici etkisini kaybeder. İnsanların motivasyonu dış faktörlerden ziyade kişinin kendi içindeki ihtiyaçlara dayanmaktadır.” Abraham MASLOW (Kişilerin Gereksinimleri/Motivasyon Kuramı)

ALIŞKANLIKLAR…

İnsanoğlunun doğuştan başlayıp,

Yaşamını noktalayana dek,

Çalışmak/çabalamak,

Bir şeyler üretmek/yaratmak,

-Kendine/Ailesine/Ülkesine-

İnsanlığa faydalı olmak uğruna,

Ardını bırakmayan davranışlar,

Alışkanlıkları olurlar.

Hijyen/temizlik olmazsa olmazlardan,

Bazıları olağandır/ içgüdüseldir,

-Uyku/beslenme/cinsellik gibi fizyolojik-

Alt düzey/temel ihtiyaçlar,

Diğer canlılarda da görülür.

Aidiyet/sevmek/paylaşmak,

Onur/itibar/saygınlık,

Başarma/kabul görme/tanınma gibi,

Kendini gerçekleştirme şeklinde,

Üst düzey ihtiyaçlar,

Yalnızca insanlara özel olacak.

Hatta miskinlik/tembellik,

İçine işler insanın,

O da bir alışkanlık olur,

Boş boş oturup boşa bakınmak,

Dedikodu/çekiştirme gibi,

Bazen kötü alışkanlıklar diye sıralanır;

İçki/ sigara/ kumar,

Bence sonuncusu bir hırs,

Kazanma hırsıdır,

Kolay yoldan hemi de!

Biraz da risk gerektirir.

Egolara/güdülere ket vurup,

-Bencillik/kendini beğenme/kibir/gurur gibi-

Durdurabilirseniz eğer içinizdeki beni,

Sevmeyi ve de paylaşmayı becerebiliriz.

Okumak/yazmak kadar,

İnsanları dinlemek/anlamak,

Biraz özen/itina ayrıcalık gerektirir.

Dinlenmek bedenen ve ruhen,

Uyku ise biyolojik bir gereklilik,

Şekerleme ise tabi ki farklı,

Keyfe keder bir şey,

Kimine göre kahve,

Tıpkı yemek/içmek gibi.

Asabiyet/sinirlenme/küfretme,

Biraz da aczin göstergesi,

Tabi ki istem dışı davranışlar,

Alışkanlıktan öte,

Eğer süreklilik oluşturursa,

Dertten kurtulunulamaz,

Başa istenmez şeyler alınabilir.

Tavla/oyun oynamak,

Bir nevi eğlenmek,

Zaman geçirmek adına,

Sosyal bir gereklilik,

Günlük yürümeyi/egzersizi,

Tatil/seyahat gibi,

(salgın nedeniyle kıpırdayamasak da)

-Tebdili mekanda hayır/yarar vardır diyerek-

Bazı şeyleri alışkanlık haline getirebilir,

Hele hele gülmeyi/gülebilmeyi/neşelenmeyi.

Gereksiz davranışlardan kaçınmayı,

(aklınıza ne geliyorsa)

Kendini germemeyi/kurmamayı,

Yani stresi kontrol edebilmeyi,

(kontrollü stresin sağlığa yararlı olduğu)

İçinizden sayabilmeyi,

Başka yöne bakabilmeyi,

Beladan kaçabilmeyi,

Olumsuzluğu olumluya çevirebilmeyi,

Kısır döngüden/sarmaldan çıkabilmeyi,

İnsan isterse başarabilir,

O zaman alışkanlıklar,

Olumluya yol alırken,

Yaşamı kontrol altına alıp,

Huzuru/sükûneti kendiniz yaratıp,

Kaliteli bir yaşam yaşarsınız.

Ne zaman hızlanacağına,

Nerede/nasıl duracağına,

Karar vermeli insan,

Yoksa yaşamı zehir eder,

Bir inat uğruna kendinizi,

Bu dünyada ateşe atarsınız,

Olumsuz alışkanlıklarla…

(22. 11. 2020)

Remzi KOÇÖZ

15 Kasım 2020 Pazar

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR – 8

 

“Siyasal İslam emperyalizmin karşıtı değil, hizmetçisidir.” Samir AMİN

“Kendilerini Allah'ın memuru zannediyorlar! Allah'a şirk koşuyorlar. Allah ile aldatarak bugünlere geldiler. Meslekleri budur. Milleti Allah ile aldatsınlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de kendi yıkılışını mı seyretsin?” Yaşar Nuri ÖZTÜRK

Yeni Osmanlıcılık/Siyasal İslamcılık/Nankörlük…

Tarih yazılmıştır, yeniden yazmak abesle iştigal, zorlamak ise havanda su dövmektir. Aldanan aldanır ya da aldatılan aldatır misali kendi kendinizi kandırırsınız.

Siyasal İslamcı -ılımlı/uyumlu İslam şeklinde modernize edilen ve misyon yüklenen- zihniyeti, içeride ve dışarıda öne çıkaran/önemseyen/destekleyen herkes Cumhuriyete ve Atatürk’e karşıdırlar. Ilımlı/uyumlu İslam; her konuda Batıya/emperyalizme bağımlılığı öne çıkaran ve genel literatürde ‘mandacı/mütarekeci’ zihniyetin ta kendisidir.

'Siyasetçiler, sermayedarlar, aydınlar' ülkenin gündemini/geleceğini belirleyen üçlü sarmaldırlar. Bunların kişisel egolarını/çıkarlarını/koltuklarını/sermayelerini öne çıkarmaları toplumdan daha çok kendilerine katkı sağlarken, ülkenin bugününe/geleceğine/gelişimine öncülük oluşturmazlar. 

Atatürk'e/Cumhuriyet'e/Devrimlerine saldırı, hakaret, nankörlükler 1950’ler sonrası özellikle Batının kontrolünde, kendine din kisvesi ve payesi biçen/veren siyasetçiler ve tarikatlar tarafından planlı/örgütlü bir şekilde yürütülüyor.

"Neo-Osmanlıcılık" içeridekilere nostaljik görünse de küresel bir projedir.

1990'lar -Soğuk Savaş- sonrası "Yenidünya Düzeni" çerçevesinde oluşturulan "BOP/GOP" projeleri açısından Türkiye önemli ve hedef bir ülkedir. ABD dış politikasında etkili olan Paul Henze “Türkiye: 21. Yüzyıla Doğru” başlıklı raporunda; yenidünya düzeni ile Atatürkçülük modasının geçtiğini ve Atatürkçülüğün Türkiye’nin geleceğinde yeri olmadığını öne sürer. İstihbaratcı Graham Fuller ile Türkiye’ye gelerek "Türkiye’nin Atatürk’ün mirasını reddederek Osmanlı hayalini canlandırabileceğini" savlayan büyük bir kampanyayı yerli işbirlikçilerle başlatır.

Sonrasında Yeni Osmanlıcılık adı altında Balkanlar ve Ortadoğu’da; Huntington’un “Uygarlıklar Çatışması” ile Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitaplarında özetlenen ve tarihin akışını doğallaştırmak çerçevesinde sakat bir teori üzerinden “Atatürk mirasının reddi ve yeni bir lider” projesi ile gelinen noktadır yaşadıklarımız.

Kıbrıslı Şeyh diye tanınan -İngiliz ajanı olduğu açıklanan- Nakşi Şeyhi Nazım’ın; Türkiye ile ilgili temel söylemi şudur: "Osmanlı'ya dön, laikliği kaldır, Federe Kürt-İslam Devletini kur!" Kimi zaman geçmişte tarihten tokat yiyen, Türk ulusundan alçaklık payesi verilen Damat Feritler, Ali Kemaller, Dürrizadeler, Mustafa Sabriler, İskilipli Atıflar, Sait mollalar yeniden dirilerek Kadir Mısıroğlu gibi kin/nefret/ihanet şemsiyesi açan yazar/çizerleri ile muhafazakar sağ olarak adlandırılan cenaha rehberlik ederler. (Günümüzde bunların sayıları o kadar çoğaldı ki saymakla bitmez. Tv ekranları, gazete köşeleri, üniversite/vakıf/dernek yönetimleri…)

Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Bakanlar, Diyanet başkanı tarafından -hastanede/hasta yatağında- ziyaretle onurlandırılan sözde tarihçi kisvesiyle din sömürüsünden para kazanan Cumhuriyet/Atatürk düşmanının Milli Mücadele nefretiyle “keşke Yunan kazansaydı” diyebilen, Vahdettin’in bir kahraman, Lozan’ın ise bir hezimet olduğunu söyleyebilen (Bakırköy ve Cerrahpaşa Hastanesi Psikiyatri Kliniğinden raporu olan) Kadir Mısıroğlu, Kurtuluş Savaşını küçümsemek/kirletmek için aynen şöyle demiştir: "Bu savaş; iddia ve ifade edildiği kadar ehemmiyetli bir mevkii haiz değildir. Aşağı yukarı müsavi kuvvetlerle Yunanistan gibi küçük bir devlete karşı gerçekleştirilmiştir."

Damat Ferit, Mustafa Sabri, Dürrizade gibi istiklalimiz için savaşan kadrolar aleyhine bin türlü alçaklık sergilemiş işbirlikçiler rotasında seyreden bu zat, Kurtuluş Savaşı veren Kuvayi Milliyeciler için, İngiliz/Fransız işgalcilerin bile tevessül/tenezzül edemeyeceği şu sözleri de söyleyebilmiştir: "Za'f-ı iman ile ma'lul bir avuç insanın yüce milletimize niçin ve nasıl musallat olabildiğinin, onun namına ve fakat ona rağmen icray-i saltanat edebildiğinin esbabını kavrayabilirsin…"  Demek oluyor ki, bu zihniyete/sapkınlara göre, Kurtuluş Savaşı'nı verip Cumhuriyet'i kuranlar, milletimize musallat olmuş bir avuç imansızdır.

Kurtuluş Savaşına ve Kuvayi Milliyecilere ağır hakaret/sövgülerle saldıran bu meşum satırların sahibine vede bu gibi zihniyete karşı aydın din/bilim adamı Yaşar Nuri ÖZTÜRK gerekli cevabı, (kitap/söyleşi/konferans/oturum gibi…) gerektiği mecralarda gerektiğince yüreklice vermiştir: “Cumhuriyeti ve aydınlanmayı seven herkes, tam bir vicdanla bilmelidir ki, Allah ile aldatan dinci siyasetin, Atatürk Cumhuriyeti ile ilgili temel tezi budur. Açıkça söylenemeyen, bir kin cehennemi gibi içte tutulan, ama icapları bir bir yerine getirilen karşı-devrimci mürteci tez işte budur.”

Araştırmacı/Gazeteci Uğur Mumcu, 1993’de yayımlanan ‘Rabıta’ adlı kitabında, Mısıroğlu’nun Büyük Önder Atatürk aleyhine yalan/hakaret içeren kitaplarla ne kadar büyük bir servet edindiğini ve Suudi Arabistan’ın desteğiyle bu paranın bir kısmını Avrupa’daki İslamcı örgütlere nasıl aktardığını inceden inceye anlatmıştır.

Muhafazakar sağın uzun yıllar liderliğini yapan ve darbelere maruz kalmasının ardından siyasetin finalini Cumhurbaşkanlığı ile taçlandıran Süleyman Demirel, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına atıfta bulunarak; “Avrupa, din esasına dayalı devlet kurma arzusunu, demokrasi içinde savunulacak bir fikir olarak görmediğini göstermiştir. Çünkü şeriat esasına göre devlet kurmaya kalkarsan, o kendinden başka kimseye yaşama hakkı tanımıyor” diyerek siyasal İslamcılara karşı bir duruş sergiler.

Geçmişte ve günümüzde muhafazakar/dinci siyaset simsarlarınca rağbet edilen bu zatın Arap Müslüman Kardeşler örgütüyle iltisakı bilinmekle birlikte siyasal İslamcıların sembolik isimlerinden biri olarak 2017 yılı Anayasa Referandumu sürecindeki; “Evet'ten yana olmak İslam’ın icabıdır, imanın icabıdır, tarih şuurunun icabıdır. Karşı olanlara bak. Küfür doğru bir işe yönelse bile yanında olunmaz” şeklindeki bu sözleri din sömürücülüğünün boyutlarının itirafıdır.

Emperyalizme karşı verilen bağımsızlık savaşı ardından kurulan Cumhuriyetin 100. yılına doğru gelinen süreçte, -kendi basiretsizliği sonucu emperyalizm karşısında diz çöken/teslimiyet bayrağı çeken- Osmanlı’nın “Yeni Dünya Düzeni/BOP” çerçevesinde yeniden diriltilmeye çalışılması -bırakın realiteyi hayalden öte abesle iştigal olarak, demagog/siyaset cambazlarınca marjinal bir anlayışın ruhunu okşamak adına, kendini/kendine inananları kandırmak yanında- tarihin geriye yürümediğini bile bile havanda su dövmekten başka bir işe yaramayacaktır.

Remzi KOÇÖZ

10 Kasım 2020 Salı

10 KASIMLAR ve ATATÜRK

 

Bırakıp gittin bizi, 

        Seni unuttuk sanma. 

            Zaman alışmayı öğretir belki, 

                                Unutmayı asla…’ 

10 Kasımlar Türk Ulusunun özel bir günü, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün yıl dönümü. Yas tutmak/ağlamak zamanı değil, anlamak ve çalışmak zamanı. Kişi olarak toplum olarak çok çalışmak, emaneti olan bayrağı daha ilerilere/yükseklere taşımak, gösterdiği çağdaş uygarlık hedefine durmaksızın/yorulmaksızın yürümek zamanı. “Türkiye-Cumhuriyet-Atatürk” bağlamında bütünleşen ve sonsuza değin yaşayacak olan üçlü yapının ortak paydası tabi ki Atatürk’tür. O’nu çıkardığınızda ne Türkiye kalır ne de Cumhuriyet!

Cumhuriyet ile hesaplaşma çerçevesinde Atatürk’ün devrimlerini/ilkelerini yozlaştırarak/değiştirerek çok yönlü/sistemli/planlı çalışmalar yürütüldüğü aşikardır. Emperyalistler doyumsuzdur. 1900’lerde Sevr ile parçalamaya çalıştıkları Türkiye coğrafyasını Anadolu’yu 100 yıl sonrasında -BOP/GOP olarak adlandırdıkları Yeni Dünya Düzeni bağlamında- 2000’lerde yeniden yapılandırmaya çalışmaktadırlar.(Medeniyetler Çatışması tezinin odak noktasında, Türkiye’nin Atatürk’ü reddedip yüzünü Doğuya dönmesi önerilmekte!)

Bu kez askeri güç olarak savaşmalarına gerek yoktur. Uluslararası diplomasi/istihbarat literatüründe 5.kol olarak adlandırılan iç dinamikler yani işbirlikçiler önceliktir.  Saltanatçılar/Şeriatçılar/Tarikatlar/Bölücüler/2.Cumhuriyetçiler; hepsi elbirliğiyle yıkım ekibi olarak içeride/dışarıda doludizgin çalışmakta!

Atatürk’ün öncelikle Türkiye, ardından Türk Dünyası ve bölge coğrafyası (Balkanlar/ Kafkaslar/Ortadoğu) üzerindeki gücünü yok etmek için eserleri/devrimleri/ilkeleri yerine -define avcıları minvalinde- özel yaşamını öne çıkaran yazılar, kitaplar yayınlıyorlar. Karşı devrim yada Cumhuriyetle rövanş bağlamında Ergenekon/Balyoz operasyonları/ kumpasları yaşanır. (-Sözüm ona tarafsızlık, özgürlük, demokrasi havarisi- bir belgeselci buldular. Mustafa adlı bir film yaptırıp 2008 yılında 29 Ekimden 10 Kasıma gişe rekoru yakaladılar. Bu filme imza atanlar, sonrasında Saidi Nursi filmine sponsor olacaklardı.)

Tüm bunların aksine Atatürk’ün saklısı gizlisi yoktu. Padişahlar saraylarının dört duvarı arasında ikiyüzlü içerlerken, O ise milletinin huzurunda şerefiyle içti. Halkı önünde yüzdü, zeybek oynadı, dans etti. O bir insandı, aşkları da oldu hüzünleri de! Aslında, yaşamının büyük bir bölümünü cephelerde/savaşlarda yıpratırken, kalan ömrünü de tamamıyla Türk Milletine adadı (57 yıllık yaşama; 11 savaş, 24 madalya, 7 nişan, 13 kitap,1 ülke sığdırdı). Türk’ün kurtulan gururu ve milyonlarca özgür insan ile bir liderden daha fazlası; Türklerin Atasıydı.

100 yıl öncesinin savaş şartlarında ve devamında kurulan İstiklal Mahkemelerinin kararlarını/infazlarını tartışıyorlar/yargılıyorlar. Büyük Önderi diktatörlükle, keyfilikle hatta zorbalıkla suçlayıp -düşünce ve devrimlerini gözardı ederek- farklı mülahazalarla küçültmeye/itibarsızlaştırmaya/sıradanlaştırmaya çalışsalar da daha da büyüyerek, yeni yüzyıllara yelken açacaktır. Atatürk gibi bir deha Türkiye sınırlarını aşıp Dünyaya marka olmuş, "Ulusal Mücadele ve Çağdaşlaşma Lideri" olarak evrensel bir değer kazanmıştır. (UNESCO tarafından doğumunun 100. yılı "1981 Atatürk Yılı" olarak kutlanmıştı. Bu uygulama, dünyada ilk ve tektir.)

Atatürk’ün 100 yıl öncesinden gelen sözleri kulaklarımızı çınlatmaya devam ediyor: “İktidara sahip olanlar, Gaflet ve Delalet hatta Hıyanet içersinde olabilir!”

O’nun en çok değer verdiği: Tam Bağımsızlık, Ulusal Devlet, Ulusal Egemenlik” çok ama çok önemli olup, değerini sürdürüyor, daha da önem kazanıyor ve tarih tekerrür ediyor.

Emperyalizme karşı verilen savaşın Başkomutanı,

Karanlığa karşı verilen savaşın devrimci ve inançlı Önderi;

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e her geçen yıl daha da artan özlem, minnet ve saygıyla…

Remzi KOÇÖZ

8 Kasım 2020 Pazar

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR – 7

 

“Müslümanları Allah ile aldatmanın baş piyonu olarak Haçlı güçler tarafından hep Halife veya halifelik kullanılmıştır. Almanlar II. Abdülhamid'i, daha sonra, İngilizler bir yandan resmi halife Vahdettin'i, bir yandan da, müstakbel halife olacağı söylenen hain Mekke Emiri Şerif Hüseyin'i kullandılar. Bugün de ABD, BOP'u hedefine vardırmak için 'Yeni Osmanlıcılık' denen oyunu oynamaktadır ki esası halifeliğin ihyasıdır.” Yaşar Nuri ÖZTÜRK

Hiyanet/İşbirlikçiler…

Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a bir asayiş sorunu için duyulan ihtiyaçtan dolayı hükümet tarafından gönderilir. -Samsun öncesi 6 ay ve sonrası 50 gün geçmeden iki kez İstanbul’a geri çağırılması, azledilmesi, rütbelerinin sökülmesi, idam kararı gibi 7 aylık süreç irdelendiğinde- Mustafa Kemal’e mücadele ve kurtarıcılık rolünü Vahdettin değil ‘Tarih ve de Türk Ulusu’ verir. Kurtarıcılık rolüne kuruculuk rolünü ise kendisi ekler.

Padişah, Tanrı iradesine dayanarak fetvalarla milli hareketi lanetlerken;  Mustafa Kemal tarafından,    -Padişah'ın tanrısal iradesine karşı toplumun tüm katmanlarını yanına alarak- millet iradesiyle çıkmaktan başka yol yoktur.

Saray/saltanat/hanedan üyeleri yanında Sadrazam Tevfik ve Salih Paşalar; Nazırlar, Valiler, Ali Kemaller gibi Mütareke basınının kalemşörleri; Şeyhülislam Dürrizade ve Mustafa Sabriler, İskilipli Atıf gibi hocalar; Millî Mücadele karşıtı işbirlikçi parti/cemiyetler; Sevr antlaşması çerçevesinde Anadolu’nun işgalini savunarak iç isyanları/ayaklanmaları destekleyen 'Osmanlıcı/Kürtçü/Hilafetçi/Şeriatçı/Mandacı/Bölücü' zihniyete sahiptirler.

İşgalci güçler yanında bu işbirlikçi zihniyete karşı verilen Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı'nı kirletmek ve Atatürk/Cumhuriyet karşıtı oluşumları destekleyip yeşerterek -onların idealindeki yeni bir dinci/halifeci düzen getirmek üzere- emperyalizmin değirmenine su taşıyan yeni yeni planlar/projeler üretilecektir. 

Öncelikli olarak kişisel çıkarlarını vatanının/yurdunun üstünde tutarak tahtı/rahatı/keyfi için işgalciler önünde eğilen/teslim olan, işbirliği yaparak emperyalizme destek olanlara iadei itibar verilmesi olacaktı. Sonrası vicdan muhasebesi!

Türk Tarihi açısından 100 yıl öncesine ilişkin süreç acı ve ibretlik belgelerle dolu. Bir ulusun varlığı/onuru yerine kendi kişisel çıkar/ikbal/saltanatları için verilen vatan topraklarını/tavizlerini/ teslimiyetlerini misakı milli ile geri alırken, yapılan ihanet/yanlışlıkları tarihe ve de Türk ulusunun vicdanına havale etti. Atatürk/Cumhuriyet bunların üzerine bir çizgi çekti ve yoluna devam etti. Tarihi nasıl çarpıtırsanız çarpıtın onu yok edemezsiniz, hele hele emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesi ile o tarihi yazan Mustafa Kemal ATATÜRK ise onun ışığında boğulur, tarihin tozlu sayfaları arasındaki kendinize münhasır yerinizi alırsınız! 

(08 Kasım 2020)

Remzi KOÇÖZ

1 Kasım 2020 Pazar

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR – 6

 

Mondros/Sevr/işgal sürecinde tüm yaşananların ardından büyük önder Atatürk'ün, Nutuk’ta yer alan şu sözleri anlamlıdır: “Saltanat ve hilafet makamında oturan Vahdettin; soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği, alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız, Padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.”

Saltanat/Hilafet/Teslimiyet/İhanet…

Osmanlı Devletinde, Dünya Savaşı sonlarına doğru Sultan V.Mehmet Reşat’ın ölümü üzerine VI.Mehmet (Vahdettin) Osmanlı tahtına geçer (3.7.1918). 4 yıl süren savaş boyunca Çanakkale Cephesi dahil olmak üzere toplam 400.000 şehit verilir. 1 milyon asker yaralanır, binlercesi esir düşerken Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak savaştan yenilerek çekilir (30.10.1918).

İşgalciler/İngilizler açısından; Halifelik, o dönemde İslam dünyasını/Müslüman camiayı yönetmenin/sömürmenin/etkisiz kılmanın aracı ve garantisidir. İstanbul’da bulunan İngiliz Yüksek komiserliğince İngiliz dışişleri bakanlığına yazılan raporda şunlar yer alır (19.1.1919): "Halife elimizin altında bulunduğu sürece. İslam Dünyasında bir denetleme aracına sahibiz demektir. Halife-padişah (Vahdettin) bizi buraya (İstanbul’a) yerleştirmek istiyor."  Vahdettin, İngilizlere güveniyordu ama İngilizler pâdişah için “…zayıf bir karaktere ve çok az cesarete sâhip…” diyorlardı.

Meclisi Mebusan işgal güçlerince basıldığında (16.3.1920) işgalin vehametini ve Anadolu’da verilen milli mücadeleyi anlatmaya çalışan bir grup ulemaya/subaylara Vahdettin şunları söyler: "Bu millet koyun sürüsü, bir çoban lazım. O da benim."

Padişahın yanından buruk ayrılan grup içinden Vehbi Hoca, saray çıkışında arkadaşlarına şu cevabı verir: "Bu adam nefsini ıslah etmezse akıbeti fenadır. Allah büyüktür. Bu millet halaskarını bulacaktır. Milleti koyun sürüsü addetmek Allah'ın rızasına aykırıdır. Yaşarsak çok şeyler göreceğiz."

Padişah Vahdettin tarafından kızkardeşi ile evli, Hürriyet ve İtilaf partisi kurucusu ve İngiliz sevdalısı Damat Ferit Paşa, yükselebileceği en uç makam olan sadrazamlığa getirilmişti (4.3.1919). İngilizlere bağlılığını Allah ile eş değerde tutarı Damat Ferit, göreve gelir gelmez yüksek komiserliğe şunları yazar: "Bütün umudumuz Allah'ta ve İngiltere'de. İstediğiniz herkesi tutuklamaya hazırım."

Sonrasında İngiliz yüksek komiserini makamında ziyaret ederek kendisi ve padişahı adına bağlılıklarını vede Osmanlı devletini İngiliz sömürgesi yapmaya yönelik bir planı da sunar: "Babası Abdülmecit, padişahımız Vahdettin'i İngiliz devletine ve İngilizlere dostluk duygularıyla yetiştirmiştir. Padişahımızın bugün takip ettiği siyaset, Osmanlı devletini İngiltere devletine mutlak bir teslimiyetle bağlamaktır."

Damat Ferit Paşa, kurtuluş mücadelesini bastırmak için İngilizlerden lojistik destek isterken, bu milli hareketi fitne/fesat/ihanet olarak ilanı yanında -Mustafa Kemal ve arkadaşlarının mücadelesini dine karşı oluşum olarak gösterip- Kuvayı Milliyecilerin hain ve katledilmelerinin dahi caiz olduğunu bildiren bir fetva ardından, askeri mahkemece gıyaben ölüme mahkûm kararı aldı. İstanbul Hükümetince Şeyhülislam Dürrizade’ye yazdırılan “milli mücadeleye girişenlerin katlinin vacip olduğu” fetvası İngiliz uçaklarıyla Anadolu içlerine dağıtılır. Ardından Ankara’da TBMM’nin açılışını önlemek ve halk desteğini kırmak için bir yandan iç isyanları desteklerken diğer yandan Kuvayı İnzibatiye (Hilafet Ordusu) namıyla karşı bir ordu teşkil edilerek, Anadolu ateşi harlanır.

Damat Ferit Paşa'nın son durağı ise Sevr Antlaşması olurken, İşgal güçlerince hazırlanan Osmanlının ölüm fermanını imzalamak da ona nasib olur, ancak Ankara'daki İstiklal Mahkemesi de bu işbirlikçileri vatana ihanet suçundan, gıyaben ölüme mahkûm ederken onlarda Avrupa'ya kaçarlar.

1922 yılı başlarında, Ankara’da/TBMM öncülüğünde işgale karşı Anadolu’da ölüm-kalım savaşı yapılırken, İstanbul’da saray ve çevresi İngiliz makamlarına “Ulusalcılar eski İttihatçılardır, ulusun yüzde 90’ı onların aleyhindedir” içerikli mektuplar yazarken diğer yandan Padişah Vahdettin de –saray ve tahtının derdinde- bir kararname ile Hanedan ödeneklerinin artırılması çerçevesinde İngilizlerden yardım talebinde bulunur.

1922 yılı Haziranında, 'Türklerin Padişahı ve Müslümanların Halifesi' unvanını taşıyan Vahdettin, Şehzade Sami eliyle İngilizlere şu mesajı iletilir: "Mustafa Kemal ve arkadaşları ihtilalcidirler. Bunlar sizin ve benim düşmanlarımızdır. Asidirler. Türkiye'yi yalnız siz kurtarabilirsiniz. Ben sizin dostunuzum. Ne isterseniz size vermeye hazırım. Halbuki siz Ankara'dan bir şey alamazsınız. İsterseniz saltanatı ve hilafeti kurtarabilirsiniz. Bana yardım için 4 milyon sterlin borç veriniz. Size mal vererek bu borcu öderim. Ankara'yı tanımayın, barışı benimle yapın. Propaganda yapmam için uçak, adamlarımı korumam için bir savaş gemisi verin. Bursa'ya gider herkesi etrafıma toplarım. Halk benim davetime koşar. Boğazları açık tutarım. Halife olarak sizin lehinizde çalışırım. Çünkü siz müminlerin savunucususunuz. Onlar da size bağlı uyruklar olarak kalacaklardır. Ankara’dakiler katil adamlardır. Moskova'nın tesiri altındadırlar."

TBMM tarafından 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasının ardından son Osmanlı hanedanı/padişah Vahdettin 16 Kasımda Halifei Müslimin ünvanını kullanarak;“Dersaadet işgal orduları başkumandanı General Harington Cenaplarına, İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere Devleti fahlmesine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan mahalli ahara naklimi talep ederim efendim" şeklinde İngilizlerden yardım/sığınma talebinde bulunarak, 17 Kasımda İngiliz savaş gemisi ile İstanbul’dan ayrılır.

Bugün ‘cennet mekan sultan’ olarak anılan Vahdettin; kişisel çıkarlarını vatanının/yurdunun üstünde tutarak tahtı/rahatı/keyfi için işgalciler önünde eğilen/teslim olan; işgale karşı verilen milli mücadele de işgalcilerle işbirliği yaparak hilafet ordusu kurdurup iç isyanlarla emperyalizme destek olan bir hanedandı. Duruşu/tavırları/yaptıkları bağlamında tarihe yansıyan işte bunlar! Gaflet mi/delalet mi/hiyanet mi/ihanet mi? Nasıl addederseniz öyle addedin!

1 Kasım 2020

Remzi KOÇÖZ

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz