1 Temmuz 2025 Salı

İÇİMİZDEN BİRİ: ŞEVKET AYAZ

         “Günümüzde savaşların türü de değişti. Ekonomik, siber ve benzeri yöntemlerle savaşlar yapılıyor. II. Dünya Savaşı'ndan bu yana büyük bir savaş olmamasına rağmen, 60 milyon insan çatışmalarda hayatını kaybetti. Bu nedenle savaşların diplomasi yoluyla önlenmesi çok önemli.” (Doç. Şevket Ayaz)      

İÇİMİZDEN BİRİ: ŞEVKET AYAZ

2011 yılında kaleme aldığım ve Çağın Polisi Dergisi ile blog sayfamda “Emniyet Teşkilatından Bir Portre: Şevket Ayaz” başlığı ile yayınlanan yazımı, emeklilik sürecindeki gelişmeler ile spor/sosyal/akademik yaşamı çerçevesinde güncelleyerek “İçimizden Biri: Şevket Ayaz” başlığıyla paylaşmak ve bir kolej değeri meslek büyüğümüzü/müdürümüzü/ağabeyimizi, 80’ine bir adım kalmış bir çınarı yadetmek istedim.

 Sportmen Bir Emniyet Müdürü / Bir Akademisyen/ Bir Beyefendi…

Aydın/İncirliova ilçesindeki görev sürecimde 1994 yerel seçimleri arifesinde Şevket Ayaz müdürümle yaşadığım bir anımı “Sigaranın Hatırlattıkları” başlıklı yazı içerisinde kendisinin engin hoşgörüsüne sığınarak paylaşmıştım (Bkz. Çağın Polisi Dergisi, 2008, S:74).

Aydın için siyasetin harman olduğu yer demişlerdi. 1994 yerel seçimleri çetin/zorlu/gerilimli vede vukuatlı geçecektir. Ve seçimlerinin ardından Bakan emriyle bir gecede 18 memurdan 6’sının tayini çıkması, ilçe emniyeti gibi il müdürümüzü de şaşırtacaktır. Tayinlerdeki memurların bir kısmı ilçede uzun yıllar kalmış, yıpranmış olsalar bile soruşturma yapmadan, il/ilçe idaresinden habersiz yapılan atamalar ister istemez kadroda hoşnutsuzluk yaratacak, toparlamak zaman alacaktır. Zaten tayin faksı gelir gelmez soluğu Aydın’da alıp müdürümüze arzedince bir yandan beni teselli ederken diğer yandan telefonla bağlandığı emniyet genel müdür yardımcısına sitem edecektir.

1995 yılında emniyet amirliğinden 4. sınıf emniyet müdürlüğüne terfi etmiş, İncirliova ilçesinin de aynı yıl amirlikten müdürlüğe dönüşmesiyle ilçede kalmıştım. O yıl Müdürümüzün öncülüğünde, emniyet teşkilatının 150. kuruluş yıldönümü anısına Aydın Emniyet Müdürlüğünün faaliyetlerini, merkez ve ilçe teşkilatlarını tanıtıcı “Aydın Polisi” isimli bir dergi yayınlanmıştır. Müdürümüzün emniyet teşkilatına -hizmet binasından, araç gerecine kadar- kazandırdığı çok şeyler vardır ancak en önemlisi de ‘saygınlık’ olmuştur.

Aydın emniyet müdürlüğü araç kampanyası bağlamında yılsonu düzenlenen piyango biletleri satışında ilçe olarak ümitlensek de büyük ilçelerden bize sıra gelmeyince, müdüriyet makamına giderek ayrımcılık/üvey evlat muamelesi yapıldığı şeklinde sitemde bulunarak, “siz vermezseniz bizde kendi göbeğimizi keseriz/kendimiz alırız” şeklinde boyumuzdan büyük laf edince altında kalmamak için ilçede bir seferberlik başlatırız. O esnada hırsızlık vb. faili meçhul olaylar konusunda çalışmalarımız ilçe sınırlarını aşarak komşu ilçelerdeki faili meçhul olayları çözümleme noktasında Ay TV ve ulusal gazetelerin Ege sayfalarında gündem olurken ilçe halkının/esnafının da güvenini kazanmanın psikolojisiyle araç kampanyamız 3 ay içerisinde başarıya ulaşırken, 10 Nisan 1996 etkinliklerine denk getirip aracın hizmete sokulması için düzenlediğimiz törende kurdeleyi müdürümüze kestirecektik.

İlçemizin Aydın merkezine bitişik/yakın ilçe olması nedeniyle Müdürümüzle çok farklı ortamlarda açılışlarda/törenlerde/toplantılarda karşılaşmalarımız olurken özellikle adli yıl açılışlarındaki törenlerde bizleri ailece onure edecektir. Hoşgörüsüne sığınarak rahat sorular sorabildiğimiz gibi oda bizlere yüksünmeden açıklamada bulunurdu.

Zaman zaman sürprizler yapardı, o dönem otoyol-çevre yolu yoktu, ara yollar dışında karayolu ilçemizin içerisinden geçmekte idi. Güzergahtan geçişlerinde kahve içimi uğramaları olurken, bazen diğer ilçe etkinliklerinde bazen de bir öğle arası komşu ilçe Germencik güzergahındaki Uşaklı petrolde kuru fasulye pilav davetinde kendimizi buluruz.

Yaklaşık 3,5 yıl birlikte görev sonrası 1997 yılının başlarında İl Emniyet Müdürümüzün, Emniyet Genel Müdür Yardımcılığına atanmasına sevinirken, bir yandan da böyle güzide bir insandan ayrılmanın burukluğunu yaşadım.

Müdürümle karşılaşmaktan, aynı ortamı paylaşmaktan haz alırdım. Çalışmalarımızı yakından takip ederek, basında icraatlar yanında farklı etkinliklerle sesimizi duyurmamızı destekler, öne çıkmamız konusunda bize öncülük ederdi. Siyasilerle olan gerilimlerde bize siper olur, şikâyetleri göğüsler, bize yansıtmamaya çalışırdı. Emekli bir polis memuru olan Eşi Habibe Hanım ve kızlarıyla örnek bir aile profili olarak karşımızdaydı. Bizler için olduğu kadar emniyet teşkilatı nezdinde önemli/özel bir değer niteliğinde kişiliğiyle/idareciliğiyle/insancıllığı ile örnek olmuştur.

Ankara’ya yolumuz düştüğünde makamında ziyaretimizde, bizim için Aydın’da bırakmış olduğu sıcaklıktaydı, değişen bir şey yoktu. 2003 yılı 10 Nisan haftasında Erzurum il emniyet müdürlüğü vekalet sürecimde birkaç günlüğüne Erzurum’a gelişinde bizlere de zaman ayıracak, Aydın günlerimizi yadetme yanında Erzurum’un tarihi yerlerini birlikte gezecektik.

Sonrasında Ankara da Hukuk Müşavirliğinde, 2005 yılında Yüksek Değerlendirme Kurulunda 1.sınıfa terfimizin görüşülmesi öncesi, Müdürümüzle yollarımız yeniden çakışır. 10 yıl öncesi, Aydın ilinde mahiyetinde görev yaparken 4. sınıf emniyet müdürlüğüne terfi etmiştim. 10 yıl sonrasında ise bu kez 1. sınıfa terfi aşamasında bizlere moral ve destek olacaktı..

Müdürümüz, meslek sürecinde, rütbe ve unvanından öte her zaman kişiliğiyle, birikimiyle sadece meslektaşları tarafından değil, bürokrasiden iş dünyasına kadar farklı çevrelerce takdir edilen, saygı gösterilen bir şahsiyet olarak hep örnek olmuştur. İl Emniyet Müdürlüğü ve Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı makamları yanında Trafik Hizmetleri Başkanlığı döneminde de “temsil” yönünden hep zirvededir. Her zamanki vakurluğunu, beyefendiliğini hiç bırakmamıştır.

Aydın/Müdüriyet makamında bir ziyaretimde işadamı Vehbi Koç’un Denizli istikametinden özel aracıyla İzmir’e seyir halinde iken araç telefonuyla “bir kahve içimi ziyaret için” aramasına tanık olurum. İstanbul görev süreci mesleki deneyim yanında sosyal açıdan da kendisine çok şeyler katacaktı. Şube müdürü olarak görev yaptığı İstanbul’da kurduğu ilişkilerin uzun yıllar sonrasında dostluklar şeklinde devam etmesi güzel bir vefa örneği. Çünkü meslek yaşamımızca görev yerinden/makamından ayrıldıktan sonra ilişkilerin koptuğu, çocuklarının işten çıkarıldığı, nüfuza/etikete dayanan göstermelik arkadaşlıkların sona erdiği, çıkarsal dostlukların olduğuna çokça tanık olduk. Bazı şeyler makamla/mevkiyle, parayla/pulla zorlamayla olmaz. Gönüllere girmek yüreklerde yer tutmak özel bir beceri gerektirir. Şevket Ayaz müdürümüzde bu bağlamda; rütbelerinden/makamından öte kişiliğiyle/donanımıyla/bilgisiyle/duruşuyla insanlarda etki bırakan, saygı duyulan sevilen/aranan özel bir kişilik olarak gönüllerde yer almıştır.

Balkanlar’dan, Makedonya/Üsküp’ten Anadolu’ya, İzmir’e göç eden bir ailenin 1946 doğumlu çocuğu olarak Polis Koleji sonrası 1966 yılında başlayan memuriyet hayatı, 1969 yılında Polis Enstitüsü/Akademisi’nden mezuniyet sonrası polis amiri olarak değişik rütbe ve unvanlarla Ankara, Balıkesir, Aydın, İstanbul, Elazığ gibi ülkenin değişik illerinde görev yapmış, Polis Başmüfettişliği (1990-1992), Aydın Emniyet Müdürlüğü (1992-1997), Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı (1997-1999) ve Merkez Emniyet Müdürlüğü/APK (1999-2006) görevlerinde bulunmuştur. 1976’da TODAİE yüksek lisans programını bitirerek “Kamu Yönetimi Uzmanı” unvanının ardından 1989’da İstanbul Siyasal Bilimler İletişim Fakültesinde doktorasını tamamlayarak “Dr” unvanını almıştır.

Asaletinden asla ödün vermeyen bilgi, görgü ve kişiliğiyle öne çıkan bir görev adamı olarak; finali de dimdik bir şekilde tamamlayıp, 2006 yılında emekli olmuştur. O, bir fiil 40 yıl üniformasını taşıdığı mesleğinden emekli olduktan sonra da durağan bir yaşamı seçmeyip, İstanbul ilinde kendine sosyal alan ve statü yaratarak, bundan sonraki yaşamını anlamlandıracaktır.

O sportmen biri olarak; Judo da siyah kuşak (1. Dan) sahibi. 16 yıl kadar Polis Kolej-Enstitü ve Emniyet takımlarında voleybol oynaması yanında ‘Voleybolun Unutulmazları’ olarak plaket ile ödüllendirilmiş, Voleybol Federasyonunda yönetim/ceza kurullarında da görev almış, FB Spor Kulübü Yüksek Divan Kurulu üyesi, ayrıca Türk Milli Olimpiyat Komitesi üyeliğine seçilmiştir. Sosyal sorumluluk çerçevesinde Türk Kalp Vakfı Başkan Yardımcılığı görevini halen yürütmekte.

Bir kez siyasete soyunacak kısa süreli bir deneyim yaşayacak, 2002 genel seçimlerinde İsmail Cem’in kurduğu YTP’den İzmir milletvekili adaylığı dışında aktif siyasetten uzak duracaktır.

Emeklilik sürecinde akademik dünyada kendine yer bulmuş, Dr olarak başladığı öğretim üyelik kariyerini Yrd. Doçentlik ardından Doçent olarak taçlandırmıştır. İstanbul Aydın Üniversitesinde Doç. Dr. Öğretim Üyesi olarak, USAM (Ulusal Güvenlik, Strateji Araştırma ve Uygulama Merkezi) Müdürü ve Güvenlik Daire Başkanlığı sürecinde (2019), üniversite çalışmalarında sorumluluk alanındaki faaliyetlerini “USAM Etkinlikleri” adı altında 2 cilt halinde kitaplaştırarak akademik dünyaya da katkı sunmuştur.

Ankara ve Erzurum görüşmelerimiz sonrası, Emeklilik sürecinde İstanbul’da görüşmelerimiz olacak, bu kez ülkenin/teşkilatın yaşadığı sürece ilişkin kaygılarımızı paylaşacaktık.

Emniyet teşkilatı bugüne kadar seçkin insanlar yaratmış, sayısız değerler yetiştirmiştir.  Şevket Ayaz müdürümüzün de bu değerler arasındaki yeri müstesna olup, o sportmen, entelektüel ve beyefendi kişiliği ile de gururlandığımız örnek bir meslek büyüğümüz olarak gönüllerdeki yeri her zaman saygın kalacaktır.

Sevgi/saygı/selamlarımla…

(1 Temmuz 2025)

Remzi KOÇÖZ









30 Haziran 2025 Pazartesi

YAŞAM DÖNGÜSÜ / 65. YIL

65 yıllık bir döngü geride kalan,

İnsan yaşamında önemli bir zaman dilimi,

Yaşama daha sakin/dingin/rahat bakılabilen,

Yaşam sürecinin mihenk noktasında,

Yaşlılık öncesi ‘Orta yaş’ dönemi içerisinde,
Geçmişle-gelecek arasında köprü kurmaya çalışıyoruz.

Sağlıkla /sağlıcakla;

Saygı, sevgi ve selamlarımla...

YAŞAMDAN KESİTLER / 65 YIL…

20.yy’ın ikinci yarısında/1960’larda;

-Cumhuriyet’in ilanından 37,

Büyük Önder’in ölümünden 22 yıl sonra-

Sakarya/Karasu/Aziziye Mahallesi ahşap bir evde başlayan yaşam,

Atalar -Babaanne dışında- 93 Batum muhaciri (¾ Gürcü),

-Kuvayı Milliyeci/Kurtuluş Savaşı Gazisi/Cumhuriyetçi/Atatürkçü-

Anne -annesinden öksüz- toprakta/tarlada/harmanda bir çiftçi,

Baba -babasından öksüz- kunduracı/dükkanda/pazarda bir esnaf,

Çalışan/üreten emekçi insanlar.

Babaanne/Haminne ailenin hamisi, ilk öğreten/öğretmen,

Dini terbiye/ahlaki telkinler,

-sevgi dağarcığında- ondan yadigar.

Kapıda/ bahçede/ sokakta oynanan oyunlar,

Dimon araba ile bayırdan kayarken yaşanan heyecanlar,

Ağaçlara tırmanma, meyvelerden aşırma,

Avlalardan/tel örgülerden atlarken düşmeler/sıyrıklar ve haylazlıklar,

Yamalı pantol/zıbın neyse yamalı çorap giyen, ekmeği katık etmeyi bilen,

Biri kız dört kardeşin en küçüğü olarak,

İlk/ortaokul Karasu’da tamamlanır.

3 beyaz (şeker/tuz/gazyağı) dışında,

Gereksinimlerini kendi üreten,

Suyu tulumbadan çeken,

Gazlambası ile aydınlanan,

Elektrik ve TV ile 1970’lerde tanışan,

Çocuk olarak çiftçilik (çobanlık/tarım işçiliği),

Esnaflık (seyyar satıcılık/pazarcılık/tezgahtarlık),

İnşaatta (amelelik/çıraklık),

Çalışmaktan fırsat bulup kaytarınca,

Mahalle/sınıf arkadaşları ile futbol müsabakaları,

Yazları Kuran kursu/hatimler,

Gazete makalesi yanında klasiklerden okumalar.

(60 ihtilali sonrası 1961’de Mendereslerin idamında ana kucağında,

67/68 Anadolu Rock müziğinin doğuşunda,

68 olayları/71 muhtırası sonrası 1972’de

Deniz Gezmişlerin idamında ilkokulda,

1973’de yürürlüğe giren -AET/AB ile ortaklık anlaşması olan- Katma Protokolde,

Cumhuriyetin 50. Yılında, İkinci Adam İnönü’nün ölümünde,

GS-FB derbisinde Dolmabahçe/İnönü stadında,

CHP-MSP laik/dinci koalisyonunda,

1974 Kıbrıs çıkarmasında ortaokulda..)

1975’de yatılı okul sınavlarında kazanılan okullardan,

-Çapa Öğretmen Okulu/Kuleli Askeri Lisesi/Polis Koleji-

Sonuncusu tercih edilirken 15’inde gurbete çıkıp,

75 sonbaharında Ankara’da Polis Koleji ailesine katılınır.

1976 1 Mayısı Ankara/Tandoğan’da ilk gençlik heyecanıdır.

1977 yazında Türkiye’nin en ucuna Hakkari’ye kadar uzanıp,

1978 Temmuzunda Kolej bitimi Enstitü’ye başlayıp,

Stajyer polis memuru olarak ilk maaşa hak kazanırken,

1978 Ekiminde -Diyarbakır stajı ardından- Polis Enstitüsü boykotu,

Ve sonrasında Sakarya’da 3 aylık geçici görev,

1979’da Zonguldak, 1980 İzmir stajları derken,

İzmir’de/Fuarda ülkenin gözde sanatçılarını izlerken,

(Zeki Müren’den Cem Karaca ve Barış Manço’ya)

Muhteşem “Hisseli Harikalar Kumpanyası” müzikali,

“Yasaklar” Kabaresi/Tiyatro oyunları yanında,

Bazı Sanatçılarla tanışma/sohbet fırsatı bulacaktır.

(Metin Akpınar-Halit Akçatepe-Gönül Yazar)

1980 darbesini İzmir’de/stajda yaşarken,

Enstitü -1 yıl daha uzayıp- Akademi’ye dönüşüp 4 yıla çıkarken,

1981 stajında da İzmir’dedir.

(1980-82 arası son 2 yılında yatılıdan evci çıkacak,

kızlı/erkekli üniversiteli yeni arkadaşları olacaktır.)

1975-1982 arası Ankara’da 7 yıllık okul/öğrenim sürecinde,

Etüdlerde kitap okuma yanında -kaybolan- şiirleri/denemeleri,

Aile dışında mektuplaştığı Danimarkalı bir kız arkadaşı olur.

(Hello. My name is Remzi, I am 15 years old,

I was born in Karasu district on the black sea coast but I live in the capital Ankara…)

Pul koleksiyonu da merak konusudur.

Boks/güreş dışında futbol başta olmak üzere tüm branşlarda vardır,

Atletizm takımında turnuvaya katılamayan bir maratoncudur.

Tüm bayramlarda yürüyüş kolunda, 19 Mayıslarda statlardadır.

1982’de Polis Akademisinden mezuniyet sonrası,

Başlayan meslek/görev yolculuğunda 7 il 6 ilçe de görev yapılır.

(Çanakkale/Gökçeada/Bayramiç, Şanlıurfa/Bozova, Yozgat/Yerköy,

Denizli/Güney, Aydın/İncirliova, Erzurum, Ankara/EGM)

1984-86 Askerlik sürecinde 181. Dönem Piyade Asteğmen olarak,

Trakya’da NATO’85 Tatbikatına katılış ve yaşamındaki ilk takdirname..

1987 yazında ilk şark görevine atanırken,

İdari yargı kararı ile -2 yıl gecikmeli olarak- komiser rütbesine ulaşır,

1989’da Şükran Alemdağ ile Evlilik sonrası

-ilk otomobil sahibi olunurken-

1991 Temmuzunda Duyunç isimli bir kız Babası olunur.

(Öncesinde Ablasının evliliğinden 1988’de dayı olmuş, 1995’de ikinci kez dayı olacak,

Sonrasında Abisinin evliliğinden 2003 ve 2006’da amca olacaktır.)

1992 yılına (Komiser/Başkomiser/Emniyet Amiri) 3 rütbe birden sığdırılır.

1995’de müdür rütbesine ulaşıp birinci yıldızını takarken,

Teknolojik bir yenilik Bilgisayarla tanışılır,

Halı sahada sakatlanıp -futbol gazisi olarak-

3 ay koltuk değneğiyle dolaşır.

1998 kışında ise ikinci şark görevi başlar,

1999 kışında -Ailece ilk kez yurtdışına çıkılarak- Azerbaycan/Nahcivan günübirlik gezilir,

Ardından bel/boyun fıtığı, menisküs yırtığı gerekçesiyle futbola veda edilirken,

99 yazında ilk kez uçağa binilip,

Erzurum’dan-İstanbul’a uçarken,

17 Ağustosta İstanbul/Baltalimanı/polisevinde büyük depreme yakalanır.

2000’de Milenyum olarak adlandırılan 21.yy’a Erzurum’da girilir.

2002 yazında İspir’de Çoruh nehrinde rafting yaparken,

Kışında ise Palandöken’de kayak öğrenir.

Sonbaharında da Atalarının göç ettiği Gürcistan’a 3 günlük bir gezi yapılır.

-Askerde Bölük komutanlığına, ilçelerde kaymakamlıklara uzun süreli vekalet etmişken-

2003’ün ilk yarısında -vekaleten de olsa- Erzurum İl Emniyet Müdürlüğü görevi ifa edilir.

(Cumhuriyet çınarları Toprak ve Yaprak dede ile tanışılıp, TEMA gönüllüsü olunulur.)

2003 yazında -21 yıl önce ayrıldığı-

Başkent Ankara’ya dönüş yaparken,

2005’de 4. yıldıza hak kazanarak -mesleki son rütbeye- 1.Sınıf Emniyet Müdürlüğüne terfi eder.

2005 yazında -Orta Avrupa gezisi- ilk kez Avrupa’ya çıkar.

2006-2019 arası kesintisiz 13 yıl Teftiş Kurulunda Polis Başmüfettişliği sürecinde;

MGA 62.dönem (2007), TODAİE 43.dönem (2010) Kamu Diplomasisi Müdavimi olurken,

Sayısız Teftiş/Soruşturma/İnceleme görevlerinin ardından,

-1978 Temmuzunda başlayan memuriyet 2019 Ağustosunda sonlanıp-

Bilfiil 41 yıllık bir zaman dilimi geride kalırken artık emeklilik başlar.

Yeni yaşamı;

Yürümek/yüzmek/yazmak yanında,

Yaşadıklarıyla/ yaşayacaklarıyla/ yaratacaklarıyla yönlenecektir.

Çekirdek ailesinden ilk kaybı 1979 Aralık ayında Haminnesidir,

İkincisi 2004 Ağustosunda Mehmet Akif /Erol abisi olur.

‘Çemi Neni’ Annesi Sakine’yi Şubat 2021’de,

28 Mart 2023’de de Babası Süleyman’ı toprağa verirken,

Onları uğurlamanın hüznünü/zorluğunu derin yaşar.

Yakın çevresinden/arkadaşlarından da çokça kayıplar yaşayacaktır.

(2020-2022 arası 3 yıllık salgının ardından,

6 Şubat 2023 depremi büyük felaket olarak,

Türkiye’nin 11 ilini vuracak, tüm ülkeyi yasa boğacaktır.)

2022 Mayısında Kızı Duyunç evlenirken,

Temmuz’unda “Karasu Değerleri” arasında anılmak,

Kendisi/ailesi açısından onur/gurur verici bir duygu oluşturacaktır.

Cumhuriyet’in 100. Yılında değişim ve demokrasinin ıskalanması,

Gelecek kuşaklar ve gençlik adına ister istemez üzecektir.

Çocukluğunda 2 boğulma tehlikesi (1970/72),

Gençliğinde 2 trafik kazası (1984/89),

Yetişkin olarak 3 ameliyat geçirir (2000/2002/2018).

(Kahve kültürü olarak Kağıt oyunlarında çok becerikli olmasa da Tavlada iddialıdır.

Pinpon ve Bilardo becerisi orta ayardadır.)

Enstrüman olarak saz ve gitara merak sarsa da iyi bir dinleyicidir.

Yabancı dil, akademisyenlik ve folklor içinde uhdedir.

Gezgincidir. Kilis hariç Türkiye’nin 80 vilayetini görmüş/gezmiştir.

1999-2025 arası 26 yılda 42 ülke 162 şehir gezilir.

2000 yılından itibaren makale/yazıları gazete/dergilerde yayınlanırken,

2010 yılında açtığı blog sayfasında da

(http://www.remzikocoz.com) yazılarını paylaşır.

(2020’de emeklilik sonrası Facebook sayfasını aktifleştirip,

Sosyal medyada haftalık paylaşımları olacaktır.)

2012’deki "Avrupa Uluslarından Birleşik Avrupa'ya" isimli kitabının ardından,

2023’de 2. kitabı “Türkiye’nin Avrupa Serüveni) yayınlanırken,

3. kitap çalışması (Türk Tarihi üzerine) sırasını beklerken,

Seyahat notları/öyküleri/şiirleri/anı-biyografi çalışmaları,

-çok ağırdan- devam edip yayın için zamanı beklemekte.

Dile kolay değil, 65 yıllık bir yaşam geride kalan,

-Kendini kesitler halinde ‘bende yaşadım’ şeklinde-

Geçmişle/yaşadıklarıyla özellikle yüzleşme bağlamında,

-Kendince anlatmak ta zorlanılsa da-

Tarihe not düşmek adına;

Umutlar/kırgınlıklar,

Hayaller/kırıklıklar,

Sevinçler/hüzünler,

Mücadele/çatışmalar,

Başarılar/hatalar,

Ve de yaşanmışlıklar,

Geriye tüm bu yaşanılanlar dışında,

Hoş bir sada kalacak…

(Karasu / 30 Haziran 2025)

Remzi KOÇÖZ





27 Haziran 2025 Cuma

TRUVA ATI: KKK

Değerli Dostlar;
Genelde partisel/siyasi çekişmelerde taraf olmamakla birlikte toplumsal duyarlılık/sorumluluk noktasında CHP/ kurultay günü 
(4 Kasım 2023) özelden delegelere yazdığım mesajı paylaşarak ardından güncele ilişkin bir
değerlendirme yapmak istedim. 
--------------------------
Değerli Dostum;
Halk yoruldu artık
seçim kaybeden bir partiyi bir liderini desteklemekten.
Kişisel ikballer ülkenin geleceğinden daha mı önemli,
Partimi ülkemi önemli?
Halkın/sokağın
milyonların sesine 
kulak verin. 
Yeter artık, 
Statükoyu kaldırın, 
Değiştirin artık.
Kendi değişimini gerçeklestiremeyenlerin
Türkiye’yi değiştirmeye gücü yetmeyecek,
Kayıkçı kavgasının tarafı olacak,
Kısır döngüye mahkum olunacaktır 
İnanın
Değişim Türkiye'yi de değiştirecektir.
Sizlere tarihsel bir sorumluluk bir görev düşüyor. 
Saygı/sevgi ve Selamlarımla.
(4 Kasım 2023)
Remzi Koçöz
---------------------------
Truva Atı: K. K. K.............. 
13 yıl başarısızlığın ardından istifa edemedi. 
Koltuğundan ayrilamadı.
Kurultayda aday oldu. 
1.tur sonrası çekilmesi gerekirken 
2.tura katıldı.
Nihayetinde kaybetti. 
Ardından ofisler açarak yandaş basının cazibe merkezi oldu.
Türk halkının umudu olamadı ama
Güç kaybeden iktidarın yeni can simidi oldu. 
Kurultaydaki kaybettiği koltuğa 
Yargı eliyle oturma hevesinde
İktidarın kayyumluğuna soyundu.
Tarihte bu tür kimselere/şahsiyetlere verilen isim: Truva atı...
(27/ 06 / 2025)
Remzi Koçöz

22 Haziran 2025 Pazar

ORTA ASYA

             

 Türk kavimlerinin kurduğu devletlerin (Hun, Göktürk, Uygur vd) merkezleri Orhun bölgesinde bulunduğu için, bazı (Batılı/Türk) tarihçilere göre Moğolistan’ın Türklerin anayurdu olduğu, batıya doğru Türkistan/Maveraünnehir yöresine sonra (MS 7.yy) geldikleri iddia edilmiştir. Oğuzname incelemelerine göre ise Türklerin anayurdu, Türkistan’dır. Türkler, batıda İran ve ötesine, doğuda Moğolistan ve güneyine sonradan girmiştir.’

ORTA ASYA İZLENİMLERİ

Orta Asya'da, Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Rusya, Moğolistan ve Çin topraklarının bir kısmını kapsayan çoğunlukla Türk halklarının yaşadığı coğrafî bir bölgedir. Orta Asya'da batıda Hazar Denizi ve Aşağı İdil'den başlamak üzere doğuda Moğolistan'daki Altay Dağları'na, güneyde Kopet-Hindukuş-Kunlun dağlarına, kuzeyde Aral ve Balkaş göllerinin ötesinde Kırgız bozkırına kadar uzanan yüzölçümü 6 milyon km²'den geniş coğrafî ve tarihî bölge. Tarih boyunca, Türkistan birçok farklı kültüre ev sahipliği yapmıştır. Hunlar, Çinliler, Araplar, Persler, çeşitli Türk devletleri ve Moğollar bu bölgeyi kontrol eden önemli uygarlıklar arasında yer alır. Ayrıca, Kara Hitay İmparatorluğu da Türkistan'ın büyük bir kısmını kapsayan bir egemenlik kurmuştur. Bu çeşitli egemenlik dönemleri, bölgenin kültürel çeşitliliğini ve karmaşık etnik yapısını oluşturmuştur. Coğrafi bölgeler açısından Orta Asya terimi kullanılmayıp, İran ve Turan olarak adlandırılmış. Turan bölgesi sonradan Orta Asya olarak isimlendirilmiş: Türklerin Oturduğu Yer / Türk Yurdu / Türkistan!

Özbekistan

Orta Asya’nın kalbinde, tarihi İpekyolu üzerinde önemli bir kavşak, 4 bin yıldır çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış, bugün de tarihi dokusunu mirasını koruyan, bölgenin en önemli ülkeleri arasındadır. Tarihi şehirleri ile binlerce yıllık mirası, özgün mimarisi, renkli çinilerle/mozaiklerle kaplı devasa kervansarayları/ medreseleri/ türbeleri/ camileri/ minareleri/ meydanları/ çarşılarıyla vede misafirperver halkı ile geçmişle bugünü birleştiren bir coğrafya. Türkler açısından ortak kültür, dil ve güçlü tarihi bağlar oluşturan özel bir yer. Gezginler için hem otantik hem mistik hem de efsane niteliğinde öykülerle dolu farklı bir deneyim. Ve bu deneyimi bozkırın uçsuz bucaksız steplerinde yaşamak istiyorsanız: “Orta Asya’da gezmek için öncelikli bir ülke seçilecekse o ülke Özbekistan!”

Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin döküldüğü kuruyan Aral gölü güneyi ile Maverraünnehir bölgesinde, Sarıkum ile Kızılkum çölleri arasındaki bozkırıyla Doğudan Batıya yönlenen bir at görünümünde düz bir coğrafya. Neredeyse yarısı çöl olan topraklardaki su kaynakları önemlidir: Semerkant’ta arklar, Buhara’da havuzlar, Hive’da kuyular önem arzeder.

Orta Asya şehirlerinde tarihi eserlere nakış gibi işlenen mavi/turkuaz rengi; gökyüzünü andırsa da aslında denizlerden uzak çölde bulunmanın bir özlemin yansıması olarak nitelendirilebilir.

“Atilla: Diz çökmedi, Timur: Yenilmedi, Atatürk: Yanılmadı.”

Tarihe altın harflerle isimlerini nakşeden 3 büyük Türk komutanı/lideri için bu sözler çok önemlidir.

Emperyalizme diz çöktüren ve Türk mareşali olarak adını tarihe kazıyan Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk tarihinde en çok takdir ettiği kumandan ise Timur idi.

Timur, Türk Dünyasında tarihe yön vermiş 3 kıtada egemenlik kurmuş ve hiç yenilmemiş bir asker/komutan/hükümdar. Timur bilinenin aksine savaşçılığı yanında uygarlığa/bilime katkı veren bir bilge ve adil bir hükümdarmış. 14.yy’da kurulan Timur İmparatorluğu, torunu Uluğ Bey devrinde önemli bir bilim merkezi hâline gelmiş, bu dönem tarihçiler tarafından Timurlu Rönesansı olarak tanımlanmış. Orta Asya’nın bu büyük kahramanı tüm Özbek şehirlerinde heykelleri, kahramanlık öyküleri ile karşınıza çıkacaktır.

Tarihi dokusu korunmuş Semerkant/Buhara/Hive gibi şehirlerde yüzyıllar öncesine gidebilirsiniz. Taşkent ise Orta Asya’da modern bir başkent. Zengin tarih/kültür ile günümüzü buluşturabilmek önemli. Orta Asya ülkeleri yeni yeni turizmle tanışıyor. Özbekistan önemli meydan ve çevrelerindeki puntolarla dingin ve uygar bir ülke olarak kendilerini tanımlarken; Dinginlik, sakinlik/barış anlamındadır. Özellikle Türkiye ilgi odakları ve rahatlıkla Türkçe iletişim kurulabiliyor. Özbek mutfağı zengin çeşitleri ile damaklara uygun lezzetler sunuyor. Ülkeyi güvenli buldum, hava karardığında bile sokaklarda rahat dolaşılabiliyor. Özbekistan’a gezi için Nisan/Mayıs, Eylül/Ekim ayları oldukça ideal bir zaman.

Şehirleri temiz buluyorum. Özellikle sokaklarda/parklarda temizlik işleri kadınların ellerinde. Sokakta/parklarda yerde çöp olayı görmüyoruz. Sadece sınırdaki geçiş bölgesinde biraz kirlilik/karmaşa/düzensizlik mevcut.

Özbekistan,  Müslüman bir ülke olmuş olsa da katı İslami bir yönetim anlayışı yok. Genel olarak Şamanizm ve Zerdüştlük inanışlarıyla ataerkil gelenekleri devam ettiriyor. Milliyetçi ve dini partileri yasaklayarak ırkçı/dinsel sömürünün yeşermemesi için ön almışlar.

Laiklik uygulanıyor, Dini özünde inanç olarak yaşıyorlar, tarihsel camileri dışında adım başı cami göremez, ayrıca sokaklarında hoparlörlerden bangır bangır kulakları delen metalik ezan sesi duyamazsınız. Sadece türbe, cami vb. dini yapılara girerken kadınlar açısından baş/omuz/göğsü kapatacak ve diz altı kıyafetler önerilir.

“Kanalizasyon şehrin, hamam insanın kirini temizlermiş. Kütüphane/kitaplar ise insanların ruhunu yenilermiş.”

Kazakistan

Orta Asya’dan Doğu Avrupa’ya devasa bir ülke, batısından doğusuna yaşam şartları çok farklı bir coğrafya. Kazaklar, göçebe toplum olarak 4 mevsim farklı yerlerde yaşarlarmış. Kazakistan; göçebe kültürünü yansıtan tanımıyla “gezginlerin ülkesi”. Bu topraklarda at kültürü yüksek. At hayatlarının olmazsa olmazı. Savaşta/barışta/çiftte/sofrada. Atın sütünü kımız olarak içerler.

Kazakistan Türk tarihinin önemli devletlerinden olan Saka, Hun, Göktürk, Kıpçak, Karahanlı, Altınordu gibi devletlerin merkez üssü; Kıpçak, Oğuz, Karluk gibi Türk boylarının beşiği olmuştur.

Kazakistan özelinde Türkistan; "Türk dünyasının manevi başkenti" olarak hocaların hocası Ahmet Yesevi'nin yaşadığı yer olarak ünlenen bir yerleşim bölgesidir. Ahmet Yesevi, İslam’ın yorumlamasında Gazali’nin aksine akılcılığı öne almış. Türkistan/Yesi şehri tasavvufun yayılma noktası, talebeleri dünyaya dağılıp Müslümanlığı yaymışlar. Doğu’da Çin’den Batı’da Anadolu’ya hatta Balkanlara kadar Müslümanlık yayılmış. Orta Asya’dan Anadolu’ya yayılan "Kalp Tanrı'ya, eller işe" sözü sufi kardeşliğinin temel ilkesidir.

Türkler Doğu uygarlığının öncüleridir. Medreselerde minare yanında laik okul (kız-erkek karma) dini bilgiler yanında dünyevi bilgiler içeren dersler varmış. Tarihten günümüze bir ilke: “İyi düşün, iyi konuş, iyi davran.”   

Türk kavimleri; Moğolistan’da, kuzeyinde Sibirya’da, güneydoğusunda Mançurya’da, Çin’in iç kısımlarında yaşamıştır. Bununla birlikte, Türklerin anayurdu olarak Moğolistan değil Türkistan kabul edilmiştir. Tarihi, dili ve destansı delillere dayanan günümüz araştırmaları, Türk anayurdunun Altay-Ural dağları arasındaki Türkistan bölgesi olduğunu ortaya koymuştur. Oğuz Destanı da Seyhun nehri havzasını Oğuzların anayurdu olarak tasvir etmiştir. Çin kaynakları da Göktürklerin bağımsız bir devlet kurmadan önce, Altayların güneyini yurt edinip demircilikle uğraştıklarını belirtmiştir. Türklerin varoluş destanlarında dile getirip milli bir değer atfettikleri  ‘Ergenekon’ adını verdikleri yerler Türk yurdu, Türk Dünyasının kalbi: Türkistan’dır.

Türkler açısından millet ile vatan, ruhla beden gibidir. Vatan toprakları için savaşan yiğitler canlarını veren şehitler bu toprağın bağrında yatarlar. İslam’a geçerken çok acılar yaşasalar da İslam’ın bayraktarlığını yaparak en güzel eserleri yaratacak, doğu uygarlığının Rönesans’ını; El-Harezmî, Biruni, El-Kâzânî, Farabi, İbn Sina, Süreya Onur, Cezzar gibi astronomlar/matematikçiler/tabipler/düşünürler yeşerteceklerdir.

Oğuz Han’dan Selçuk beye, Alper Tunga’dan Celalettin Harzemşaha, Emir Timur’dan Uluğ Beye, Dede Korkut’tan Ali Şir Nevai’ye, Aslanbaba’dan Hoca Ahmet Yesevî’ye komutanların/liderlerin pirlerin/alimlerin/şairlerin yetiştiği kudretli topraklar bu coğrafya.

Ata toprakları anayurt olarak adlandırılan Türk dünyası coğrafyası 1860’lardan 1990’lara Rusların hegemonyasında Orta Asya halkları açısından ağır bir süreçtir. Böl/parçala/yönet stratejisi uygulanmış, sürgünler/soykırımlar yaşanmış, Rusya’ya en büyük desteği veren bu topraklar aksine ağır bedeller ödemişlerdir. Savaşlarda özellikle Dünya savaşlarında kendilerinin olmayan savaşların kurbanı olurlar.

Gelelim içimizi acıtan noktaya; 1990’larda bağımsızlıklarını kazanmaları sonrası, Türk Dünyası kardeşliğinin devletler/siyasi boyutunda istenilen düzeyde bir birliktelik oluşturulamaması, Türkiye’nin Atatürk liderliğinden/vizyonerliğinden çağdaş uygarlık hedefinden uzaklaşıp, kah Batı’nın uydusu/pazarı/işgücü kah Ortadoğu’nun labirentlerinde bir mezhebin liderliğine öykünmesi sarmalında krizlerden krizlere savrulması başlıbaşına bir handikap.

Biz Tarihe yolculuk bağlamında, İpekyolu rotasında Orta Asya’nın bozkırlarına Turan diyarına: -Orta Asya’nın bilim/uygarlık merkezi Semerkant’a, Doğunun kültür/alimler yurdu Buhara’ya, Harezm'in masalsı kadim şehri Hive’ye, Orta Asya’da modern bir başkent Taşkent’e ve Türk Dünyasının kalbi Türkistan’a- İpekyolunu uçak/tren/otobüs/yaya katederken kervanların geçtiği yollarda yüzyıllar öncesine, tarihe vede Türklerin ata topraklarına anayurda tarihi bir yolculuk yapıyoruz.

Yerel halkla iletişim kuruyor, çocuklarla/gençlerle/polislerle/esnafla fotoğraflar çekilip sohbet ediyoruz. Özellikle çocukların bize yaklaşmalarına ilgisiz kalmayıp, matematik/çarpım tablosundan ne olmak istediklerine, şapkamdaki bayrak/silueti göstererek Türk kurtuluş savaşı/Atatürk’ü soruyor, şakalaşıyor, candan/samimi güzel anlar yaşıyoruz.

Saygı/sevgi/selamlarımla...

(22. 06. 2025)

Remzi Koçöz




20 Haziran 2025 Cuma

NEREYE KADAR

İktidarda kalmak uğruna,
Gemileri yakarak
Ülkenin geleceğini ateşe atarak
-Ahlaki/vicdani/inançsal/toplumsal-
Tüm değerleri yozlaştırarak
Anayasayı/yasaları hiçe sayıp
Hak yerine güçten yana
Baskıyı/zulmü hukukileştirerek
Gizli/karanlık tanıklarla
Çamur at izi kalsın anlayışıyla
İftiraları itiraf kabul ederek
Baskın gözaltılarla
Toplama kampı sevkiyatıyla
Siyasi tutuklamalarla
Yargılamadan mahkumiyet kurarak
İtibar suikastlerini lince dönüştürerek
Savunmanın savunmasını suçlayıp
Hukuksuzlukları kabullendirmek,
Nereye kadar!
(20. 06. 2025)

25 Mayıs 2025 Pazar

DEĞİŞİM

“Demokrasilerde iktidar sürekliliği yoktur. Değişim/değişiklik esastır.

Dünyanın her yerinde tüm yönetimler/ hükümetler/iktidarlar kamu gücünü birkez ele geçirip aynı yoldan egemen gücüde ergeç ele geçirirler.”

(Jean-Jacques Rousseau / Toplum Sözleşmesi)

Değişim, Değişmezlik ve Demokrasi

Demokrasilerde örgütlülük çok önemlidir. Özellikle sivil toplum olarak addedilen dernek/sendika/ meslek kuruluşları gibi örgütlü bir güç olarak hükümetler üzerinde baskı oluşturmaları önemlidir. Sivil toplum olarak yasal düzenlemelere katılım sağlama, mesleki görüş bildirme, toplum adına uygulamaları eleştirme ve demokrasinin gereği olarak kamusal faaliyetleri denetleme işlevi bir nevi demokratik katılımdır. Bunların dışında kitlesel açıdan en büyük, etkin ve işlevsel örgütlü yapı ise siyasi partilerdir.

Bir ülke de sivil toplum olarak nitelenen kurumlar ayni adamlar tarafından kişi/aile şirketi gibi süresiz/sınırsız neredeyse ömürleri yettiğince yönetiliyorsa o ülkede demokrasi keyfi bir anlayışla yürür. Yapılan seçimler ise göstermeliktir.

Sivil Toplum örgütleri olarak; Esnaf Odaları/ TESK (35 yıl), TOBB (25 yıl), TZOB (22 yıl) aynı isimlerce yönetiliyor. 

Demokrasilerin olmazsa olmazı olan siyasi partilere baktığımızda; günümüz yaşayan en uzun süreli parti genel başkanlığı unvanı 50 yılı aşkın ardarda kurduğu/ isim değiştirdiği partilerin (TİİKP-TKİP-SP-İP-Vatan Partisi / D. Perinçek) genel başkanı olarak belki de dünya da emsali olmayan bir örnek. (12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 dönemleri ile Ergenekon kumpaslarında 2008-2014 tarihleri olmak üzere 15 yıl kadar tutukluluk yaşar. Girdiği seçimlerde %1 oya ulaşamazken, 2023 CB adaylığı için yeterli imza bile toplayamaz. Muhalefete karşı Cumhur İttifakına destek verir.) Ardından 30 yıla yakın (MHP / D. Bahçeli) parti genel başkanlığı geliyor. (1999'da DSP koalisyonunda başbakan yardımcılığından 2002'de baraj altında kalmaya, 2007'de yeniden meclise girip 2015'de AKP ile koalisyona sıcak bakmazken 2017'de cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin önünü açarak muhalefetten AKP ile Cumhur İttifakına dahil olur. 2023 genel seçimlerinde neredeyse miting yapmadan yüzde 10.5 oy alırken, 2024'de PKK terör örgütü liderine silah bırakma ve Terörsüz Türkiye çağrısıyla barış görüşmeleri sürecinde ön alır. 2025 yılında ise kalp ameliyatı sonrası 3 ay kadar meclis çalışmalarına katılamasa da anahtar parti/lider olma konumunu sürdürür.) 25 yıla yakın parti başkanlığı ile iktidarda bulunan siyasi partiye gelince (AKP/R.T. Erdoğan) Cumhurbaşkanlığına seçilme kuralı 2 iken yasa delinerek 3 oldu. Şimdide anayasayı değiştirerek 4. kez adaylığa zorlanıyor.

Bu değişmezlik ortamında ana muhalefet partisi CHP 2023 seçim başarısızlığı ardından değişimi gerçekleştirmeyi başarabildi. 13 yıllık genel başkanlık (CHP/K. Kılıçdaroğlu) sürecindeki başarısızlığına rağmen, -kendi seçtiği delegelerin dipten gelen dalga karşısında duramaması sonucu- kurultayda az bir farkla neredeyse ayak sürüyerek istem dışı gitmek zorunda kaldı.

Ve değişim sonrasındaki CHP, 5 ay sonra yapılan 2024 yerel seçimlerinde birinci parti oldu. Demokrasi cephesinde yeni umutlar yeşerirken, statüko sarmalında böyle gelmiş böyle gider minvalinde karamsar gösterilen Türkiye’nin makus talihini değiştirebileceği yönünde önemli bir gelişmeydi.

Türkiye 21. yy itibariyle 2000’li yılların başında yaşadığı ekonomik krizin ardından ileri demokrasi hedefiyle farklı bir sürece evrildi. Tabi ki bu durum siyasi mühendislik ve cambazlıkla kriz ve kaosun kısır bir döngü içerisinde geleceğe taşınmasıdır. Bunun doğal sonucu olarak Demokrasiden giderek uzaklaşılması, -Afganistan/Irak/İran/K.Kore gibi- Otokratik bir yapıya dönüştürülmüş bir Türkiye sözkonusu.

Bizde de bazı kurumlar ve makamlara ilişkin, önemli görevler için sıralı/süreli 2 dönem kuralı niçin konulmuştur. Gücün toplumu esir almaması, Otokratik/despotik yönetimlerin oluşmaması, Keyfiyetin kural haline gelmemesi, Çıkarsal bir yapıya dönüşmemesi, Toplumsal yozlaşma/çürüme oluşmaması gibi gerekçeler sıralanabilir.

Batı öncelikle demokrasi açısından bu değişimi başardığı için gelişme yaşıyor. Orada polis bir kural ihlalinde başbakana/ bakana ceza yazabiliyor. Türkiye de ise o partinin ilçe başkanına bile yazmak zor.

Hukuk/kanun/kurallar var ancak iktidar/güç sahiplerine işlemiyor. En tepesinden en alttakine kadar dokunulmazlık zırhı yaşam boyu işlerlikte. Yasalar/kurallar birnevi sade vatandaşlara, özellikle muhaliflere işlemekte. Ve muhaliflere yönelik siyasi denilebilecek yargısal soruşturmalar sonucu dalga dalga gözaltılar/ tutuklamalar/ yasaklamalar..

Tüm bunların ardından Adalet bakanının her beyanatı; Hukuk/Yargı bağımsızlığı ile başlamakta ise de lafla/sözle Hukuk/Yargı bağımsız olmuyor.

Ne diyelim; görünen köy kılavuz istemez. 

(25. 05. 2025)

Remzi KOÇÖZ



19 Mayıs 2025 Pazartesi

GENÇLİK

 “Türkiye’de giderek artan bir yoğunlukla özellikle 1950 sonrası uygulanan dışa bağımlı politikaların çok yönlü sonuçları içerisinde 3 unsur öne çıkar: 1-Cumhuriyetle oluşturulan ulus devlet yapısının çözülmesi, 2-Bu yapının öncüleri ulusçu aydınların yok edilmesi, 3-Bu amaç için ümmet yapılanmasının yönetim düzeni durumuna getirilmesi. Bu 3 unsur ülkeyi emperyalist sömürüye karşı korumasız kılacak ve açık pazar durumuna sokulan ülke, parçalanma sürecine girecektir.” (Metin AYDOĞAN)

OLAYLI YILLAR, GENÇLİK ve GELECEK

20. yy başında emperyalizme karşı verilen bağımsızlık savaşının başkomutanı ve Cumhuriyetin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, ülkenin geleceğini gençliğe emanet etmişti. Gençlik, kurtuluş meşalesinin yakıldığı 19 Mayıs ile özdeşleşmişti. Türk Gençliği, kurucu önderinin kendisine yüklediği sorumlulukla, -tüm bu zorluklara rağmen-  büyük bir inanç ve dirençle vede devrimci bir ruhla ağır bir yükün altına giriyor, sıradışı bir özveriyle toplumsal muhalefetin temsilcisi oluyordu.

Gençlik doğası ve yapısı gereği heyecandır, aceleciliktir. Gençlik yaşananlardan, ülkenin gidişatından hoşnut olmamakla birlikte; özellikle üniversite gençliği öncülüğünde mücadele bağlamında toplumla/ kitlelerle ilişki kurmaları ve etkili olmaları, yaşları vede yaşam deneyimleri dolayısıyla pek kolay değildir.

1970’lerin başında çok sayıda genç faili meçhullere kurban giderken,  görünmez bir el tarafından silahlandırılıp ‘Ülkücü ve Devrimci’ şeklinde birbirleriyle düşmanca çatışıyorlardı. Büyük bir kitlesel güce ulaşan gençlik, yurt yararına olduğu inancıyla kaldıramayacakları ağır bir savaşımın, gücüyle orantısız bir çatışmanın içerisine çekilmişti.

Türkiye’de 1970’e doğru gençlik eylemleri doruğa ulaşırken, böl ve yönet devreye girerek (sol/devrimci gelişmeye karşı kendilerini milliyetçi/mukaddesatçı olarak tanımlayan kesim karşıt olarak yer alırken) ideolojik ayrışmalar/çatışmalar çerçevesinde şiddet/karmaşa sarmalında kanlı bir kör dövüşü yaşanacaktır. Gençlik, Atatürk ve Türk Devriminden uzaklaşıp/uzaklaştırılıp -kendini/geçmişini/tarihini bilmeden geleceği kurma hayaliyle- o günün modası ideolojilere öykünürken, Gençler; çıkışı olmayan, birbiriyle çatışan ve yabancılaşmaya yol açan; batıcılık, ümmetçilik/dincilik, ırkçılık, solculuktan birini seçmeye zorlanır. Bir nevi kültür yozlaşması sonucu yabancılaşmaya yol açan her türlü akım yeşerir.

Gençlik eylemlerini yönlendirmek, gençleri olabildiğince kutuplaştırmak, aykırı eylemlerle halkta tepki yaratmak hazırlanan planın ana hedefleriydi. Ve dışarıda hazırlanan bu plan/program kademe kademe uygulamaya geçerek kaos ülke geneline yayılacaktı.  Bu plan çerçevesinde; Gençliğin akademik/demokratik istemleri ortadan kalkmış, öğrenci olayları yön değiştirerek, Gençlik halktan koparılmış, halkın kaygıyla izleyip tepki duyduğu kanlı bir çatışmaya dönüşmüştü. 

(Ülkede yabancı ajanlar cirit atarken, işbirlikçiler ile birlikte olayları/gündemi istedikleri şekilde yönlendirirken, öğrenci örgütlerinin yönetiminde yer alarak, silahlı eylemleri/çatışmaları keskin eylemleri öneriyorlar; “Devrimci mücadelenin gücü silahtır, silahsız mücadele başarıya ulaşamaz, pasifizme son verelim” diyorlardı.)

Ulusal varlığın en önemli unsuru gençlik hedef alınarak, önce ayrıştırılıp sonra birbiriyle çatıştırılıp ülke geleceğinin dinamizmi etkisizleştirildi. Ardından Türkiye’nin en nitelikli aydınları/akademisyenleri/yazarları/sanatçıları/gazetecileri, gözaltı/işkence/tutuklama/ suikastlara maruz kaldı. 12 Mart 1971 müdahalesi toplu aydın kırımının mihenk noktasıydı. Sonrasında, kardeşkanının akmasını ve terörü önlemek adına gerçekleştirilen ancak sonuçları itibariyle ülkeyi küresel isteklere sınırsızca açan 12 Eylül 1980 darbesi, toplumsal çöküşü hızlandırırken, Aydın kırımı 1980 sonrası 1990’larda da devam edecekti.

(1970-1980 arası binlerce insan öldürülürken 10 binlercesi yaralanır. Köylerini kentlerini adeta kaçarak terkedip göçenlerin sayısı belirsiz. Terörün yoğunlaştığı 1978-1980 arası 5 binin üzerinde insan öldürülürken, 14 bin üzerinde kişi yaralanmış/sakat kalmıştır. EGM verilerine göre 1965-1980 arası 45 bin tüfek, 150 bin tabanca, 32 milyon mermi ele geçmişti. Bu sayının en az 2-3 katının yasadışı bir biçimde kişilerin elinde bulunduğu değerlendirilmektedir.)

        Gelinen süreçte; Türkiye’ye yeni bir biçim vermeye çalışan emperyal/küresel güçler, ulus devlet işleyişini yerelleşmeye götürerek, etnik/mezhepsel kutuplaşmayı siyasetin merkezine yerleştirir. Ilımlı İslam olarak açıklanan siyasetin başarılı olabilmesi için –özellikle Atatürk/Cumhuriyet Devrimlerinden vede kuruluş felsefesinden uzaklaştırılıp- inanç farklılıklarının ayrışma aracı olarak kullanılması gerekiyordu.   

         (Malatya/Sivas/Maraş/Çorum olayları önceden planlamış siyasi ayrılıkların neden olduğu iç sorun değil dış kaynaklı kitlesel kıyıma ulaşan olaylardı, ayrılıkçı Kürt hareketi ile birleşecek mezhep çatışması provalarıydı.)

Uğur Mumcu’nun dediği gibi “görünmez bir el” Türkiye’yi karıştırmış, özellikle topluma önderlik edebilecek ülke aydınları yok edilmişti. Türkiye geçmişte yaşanan çatışmalardan büyük yaralar almıştı. Toplumsal açıdan örgütlenmek ve örgütlü davranmak halkın gözünde en tehlikeli bir iş durumuna gelirken, kitleler duyarsızlaştırılarak, sessiz/tepkisiz/itaatkar bir ortamın oluşması sağlandı.

Geleceğin güvencesi gençler ezilerek/kıyılarak/vurularak/asılarak/kurban edilerek ülkenin geleceği karartılıp dayanaksız hale getirilir. Ardından Ülkenin dışa bağımlı, emperyalist sömürüye karşı korumasız kılınması ve açık pazar durumuna sokulması süreci yaşanır. Bunun doğal sonucu olarak demokrasiden giderek uzaklaşılan otokratik bir yapıya dönüştürülmüş bir ülke sözkonusu. Son süreçte halk iradesine yönelik yargı vesayeti ile gerçekleştirilen 19 Mart 2025 müdahalesi bardağı taşıran bir damla olur.

Gelinen noktada, kendilerine Türkiye’nin geleceği emanet edilen gençler 21. yy çeyreğinde; haksızlığa/hukuksuzluğa/zulme karşı, adalet ve demokrasi için tüm engellere/engellemelere/müdahalelere rağmen yılmayarak, meydanlara/alanlara akarak, Cumhuriyet’e ve Türkiye’nin geleceğine sahip çıktılar. Hem de tarihin derinliklerinden bir sesle: "Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet" ve de önderinin izinde "Mustafa Kemal’in Askerleriyiz" diyerek... (19 Mayıs 2025)

Remzi KOÇÖZ

*(Bkz. Metin AYDOĞAN,Yönetim Gelenekleri ve Türkler, Ben ve Ülkem; HarunKARADENİZ, Olaylı Yıllar ve Gençlik; T.Sülker YILMAZ, Türkiye’de Gençlik Hareketleri; Gün ZİLELİ, Yarılma; Hakkı ÖZNUR, Ülkücü Hareket; Uğur MUMCU, Cumhuriyet, 4.5.1977.)


15 Mayıs 2025 Perşembe

SEVR / LOZAN

“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır!” (Mustafa Kemal ATATÜRK)

SEVR, LOZAN ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Lozan, ulusal kurtuluş mücadelesi ile emperyalizmi yenilgiye uğratan yeni Türk devletinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş beratıdır.
Lozan kazanımları, özellikle İngilizler kadar onların manda/himayesine bel bağlayan saltanat/ saray bürokrasisi, İngiliz Muhipler/İslam/Kürt Teali Cemiyetleri, İstanbul basını gibi yerli işbirlikçilerde hoşnutsuzluk oluşturur. Bu hoşnutsuzluk, Onların günümüz uzantılarınca -Atatürk Cumhuriyeti ile hesaplaşmalar çerçevesinde- 100 yıl sonrasında da devam etmektedir.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, Lozan zaferini, zaferi gölgelemeye çalışanlara ve çalışacaklara ders niteliğinde şu sözlerle aktarır:  “Saygıdeğer Efendiler, Lozan Barış Antlaşması’ndaki hükümleri öteki barış teklifleriyle daha fazla karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!”
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Lozan’ı iyi değerlendirebilmek için öncelikle tarihsel koşulları iyi bilmek daha doğrusu Sevr’i doğru okumaktan geçecektir.
Türk Milletine dayatılmak istenilen esaret zincirinin Ulusal Kurtuluş zaferiyle koparılıp tarihin çöplüğüne atıldığı Sevr’i unutup Lozan’ı tartıştırmak insaf ve izan gerektirir.
Çözüm/Barış süreci, Terörsüz Türkiye söylemlerinin ardından Türkiye’nin ulus/üniter devlet yapısını tartıştıranlardan öte tartışanlar açısından da bir akıl tutulması da diyebiliriz.
(15 Mayıs 2025)
Remzi Koçöz

28 Nisan 2025 Pazartesi

PAPA

Papa Franciscus...
(Jorge Mario Bergoglio)
Hristiyan Dünyası Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Francis
(1936-2025);
Latin Amerika/Arjantin doğumlu Amerika'dan ve Güney yarımküre'den seçilen ilk papa.
12 yıllık Papalık görevi süresince (aylık 30.000 euro) maaş almayı reddetmiş ve bu parayı çeşitli yardım kuruluşlarına, kiliselere ve ihtiyaç sahiplerine yani fakirlere bağışlamış.
Papalığı süresince yapılan bağışların (16 milyon avro) tamamını da yardım kurumlarına ve kiliselere bırakmış.
Vatikan`da sarayda değil küçük bir odada yaşayarak bu dünyadan "baba evine" geri dönmüş.
Şatafata/gösterişe dayanmayan sade vede ibretlik bir yaşam öyküsü.
Din adamlarına vede dinden geçinenlere ithaf olunur. 
(26 Nisan 2025)

27 Nisan 2025 Pazar

AKIL

Kötü Akıl:
Kendi ikbali,
Şahsi çıkarları için
Hırsına/kibrine yenik düşen,
Tüm değerleri çiğneyip geçebilen,
Herşeyi ateşe atabilen,
Her türlü olumsuzluğu yapabilendir.
Görmeyen/duymayan/işitmeyen,
Kötücülüğün ortak akla dönüşmesi ise;
Toplumsal hezeyanın,
Bir cinnetin göstergesidir...
(25 Nisan 2025)

26 Nisan 2025 Cumartesi

EGEMENLİK

'Milli Mücadele sürecinde 23 Nisan 1920 günü Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisince, yeni Türk devletine giden yolda bir ilk gerçekleştirilip, “Egemenlik, Kayıtsız Şartsız Ulusundur” şeklinde hayatiyet kazanarak, Hükümet kurma iradesi gösterilmiş. Ardından Misak-ı Milli ruhuyla siyasi alt yapı gerçekleştirilerek zaman geçirmeden Kuvayı Milliye ruhunu cephelerde düzenli orduya dönüştürüp; 9 Eylül 1922’de Yunan/işgal ordusunu İzmir’den denize dökerek, Türkün ulusal kurtuluşunu gerçekleştirmiştir.'

Egemenliği Yeniden Egemen Kılmak

TBMM öncülüğünde ve Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde gerçekleştirilen Milli Mücadele ve Kurtuluşun ardından, 1 Kasım 1922’de TBMM tarafından saltanatın kaldırılması ile 600 yıllık Osmanlı hanedanının egemenliğine son verilir. Bu karar sonucu Ankara’da kurulan ve Ulusal Kurtuluş Savaşını zaferle sonuçlandıran Türkiye Devleti ülkedeki devlet/hükümet ikiliğini ortadan kaldırılır. Böylece Osmanlı monarşisi/padişahlık kurumu tarih olurken yeni bir Türk devleti olarak tarih sahnesine çıkan Türkiye ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk devrimi yüzünü gösterir. Siyasal iktidarın kaynağını kökten değiştirip Egemenlik saraydan alınıp millete/halka verilerek, ümmet yapısından millet yapısına geçilir.

Egemenlik “ulusal irade/egemenlik, halk idaresi/halk hükümeti” şeklinde vurgulanagelmiş, 23 Nisan 1920 günü TBMM’nin açılışında “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” şeklinde vücut bularak, Teşkilatı Esasiye Kanunu ve 29 Ekim 1923’de hayatiyet bulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Anayasasının temelini oluşturur.

Ulusal Bağımsızlık Savaşı ile işgalcileri kovarak emperyalizmin Türkiye’deki nüfuzuna darbe vuran “millici” ve “antiemperyalist” devrimci-milliyetçi kadrolar; emperyalizmin müttefiki -padişahlık/saltanat gibi- siyasal kurumları ortadan kaldırıp ulusal egemenlik yolunda Cumhuriyet yönünde ilerlerken; emperyalizme karşı verilecek asıl mücadelenin ekonomik bir mücadele olacağını da biliyorlardı. Türkiye açısından siyasi bağımsızlık kadar kapitülasyonların çevrelediği ekonomik bağımsızlık da önem arzediyordu. Lozan anlaşması ile Türk Milletine dayatılan “Sevr” haritası tarihin çöplüğüne atılırken, kapitülasyonlara da son verilir. Lozan, yeni Türk devletinin tam bağımsız bir Türkiye’nin uluslararası alanda kabulü/tescili ve tüm dünyaya ilanıdır.

1950 yılında çok partili hayata geçiş ve iktidar değişimi sonrası devrimler sürdürülemeyince karşı devrim öne çıkarak, zaman içerisinde giderek artan bir hızla Cumhuriyet ile hesaplaşmasını kazanımları/kurumları değersizleştirip çökerterek, kapatarak, satarak, tarihi/gerçekleri çarpıtarak bir belirsizliğe doğru yol alınır. 1960-70-80 askeri müdahaleleri ile demokrasi gelgitleri 2000’li yıllar sonrası farklı bir sürece evrilir.

100 yıl öncesinin tersine; egemenliğin yeniden saraya geçtiği, milletten ümmete yurttaşlıktan kulluğa doğru bir süreç yaşandığı, feodal yapıların tarikatlar/cemaatlerin öne çıkarılıp söz sahibi olduğu, eğitimin birliğinden -dini eğitim ağırlıklı- ikili bir eğitim sistemine geçildiği, günümüz gerçeği ile karşı karşıyayız.

Demokratik denetim mekanizmalarının etkin olduğu kuvvetler ayrımına dayalı parlamenter sistemden -tek adama dayalı devlete/millete/ülkeye zarar veren- cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ile Türkiye öncelikli olarak kısır bir döngü ile karşıkarşıyadır.

Kurucu önderinin ilke ve devrimleriyle bütünleşen, -tam bağımsızlık/ulusal egemenlik gibi ulusal varlığı ayakta tutan uygulamalar, emperyalist saldırı altında yok edilmeye çalışılsa da- Cumhuriyet, özünde millet iradesinin yansıması olan ulusal egemenlik anlayışının vede demokratik meşruiyetin bir güvencesidir.

Demokrasiyi araç olarak görenler bizi halk seçti diyerek yasama/yürütme/yargı erkleri yanında 4. Kuvvet olarak nitelenen basını, özerk olması gereken bilim yuvaları üniversiteleri ve diğer anayasal kuruluşları işlevsiz hale getirip, otokrat bir anlayışla kendilerini egemen kılma adına toplumsal kutuplaştırma/ötekileştirme ile yaşanan yozlaşma/çürüme/ayrışma adeta bir çöküşe davet niteliğinde. 

Gelinen noktada, bu karanlıktan çıkış yolu, Atatürk ilke/devrimleri ışığında, egemenliği yeniden egemen kılmak için -toplum olarak önceliğimiz- egemenliğin egemenlerden kurtarılmasıdır.

(Ankara / 23 Nisan 2025)

Remzi Koçöz



20 Nisan 2025 Pazar

EGEMEN-LİK


"Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir."

SUÇSUZ / GÜÇSÜZ / HAKSIZ


Haklıların Haksız
Haksızların Haklı
Suçluların Suçsuz
Suçsuzların Suçlu

Güçsüzlerin Suçlu
Güçlülerin Suçsuz
Suçluların Güçlü
Suçsuzların Güçsüz

Güçlülerin Haklı
Suçsuzların Haksız
Gücün Egemen 
Olduğu bir Düzende

Egemenliğin sahibi Millet
Sistemi değiştiremezse
Egemenlerin gücünü altedemezse
Sonuçlar hep aynı olacaktır:

Hem Suçlu
Hem Güçlü
Hem Haklı
Hem de Erişilemez!
(20 Nisan 2025)

Remzi Koçöz

1 Nisan 2025 Salı

VOLKAN KONAK

 “Türkiye’mi/Vatanımı, yenilmez şövalyemiz Atatürk’ü, sevmeyenle ahbaplık etmem!” (Volkan Konak)

KUZEYİN OĞLU: VOLKAN KONAK
-Karadeniz'in Hırçın/Aykırı Çocuğu-
Ülkenin çok yönlü mozaiği Doğu Karadeniz'in incisi kadim şehir
Trabzon’un yetiştirdiği bir değer: Volkan Konak.
Karadeniz'in kendine özgü, türkülerden şarkılara uzanan bir sesi.
1988'de konservatuvar mezuniyetiyle,
"Suların Horon Yeri" isimli ilk albümüyle,
kendi bestelerini evrensel müzik formlarıyla buluşturup,
özgün bir yapıda yeni bir tarz yaratan,
Ardarda albümleriyle çok sayıda ödüllere de imza atar.
Son albümü "Dalya" olurken,
Beste müziğinin içerisine yerel/bölgesel motifler katarak,
kendine özgü bir tarz yaratır.
Son ödülünü 2 ay öncesinde
(Demokrasi Haftası etkinlikleri / 31 Ocak 2025);
Ankara'da ADD genel merkezinde
"Kültür ve sanat" alanında,
2024 yılı "Yılın Atatürkçüsü" ödülünü alırken, Bizlere;
Nazım Hikmet'in Kuvayı Milliye destanından dizelerle seslenir.
Atatürk/Cumhuriyet sevdalısı bir müzik adamı yürekli devrimci;
“Bu Türkiye, bu dünya sizlerle daha güzel/cesur/uygar/dürüst/asil/ devrimci insanlara selamlar olsun” diyecektir.
Atatürk'e muhabbet duymayan, özellikle siyasiler karşısında cesur/dik bir duruş sergileyen bir sanatçıydı.
-Neşet Ertaş'ın cenazesinde bu siyasilerle yanyana gelmeyecekti.
-Trabzonspor stadına bu minvalde bir siyasi liderin adının verilme ihtimali üzerine kulübün onur ve kulüp üyeliğinden istifa etmişti.
-Çanakkale onun özeliydi. Zaman zaman karavanıyla Gelibolu/Saros'da şehitler diyarında ruhunu tazeleyecekti.
40 yıla yakın sahnelerde olacak,
"sanatçılar ayakta ölür" sözünü ispatlarcasına
-daha genç sayılabilir bir yaşta 58'inde-
sahnede kalp krizi sonucu aramızdan ayrılacaktır.
Kuzeyin oğlu Volkan Konak: Uçtu gitti aramızdan...
Sanatı yanında duruşuyla halkın gönlünde taht kuran,
Eserleriyle/albümleriyle unutulmayanlar arasında.
Özgün sesiyle şarkılarıyla/türküleriyle her daim kulaklarımızda.
“Devrimciler korkusuzdur” diyen;
duyarlı bir sanatçı, bir müzik adamı,
Karadeniz'in Hırçın Çocuğu: Volkan Konak;
Toprağın bol ışıklar içinde,
Mekanın gönüller olsun!
Rahmet / Minnet / Saygıyla…
(31 Mart 2025)
Remzi Koçöz



28 Mart 2025 Cuma

BABAM

 Değerli Dostlar

28 Mart 2023 tarihinde toprağa verdiğimiz,

Sevgili Babam Süleyman KOÇÖZ’ü

Rahmet/minnet/özlemle anarken,

Toprağı bol, ışıklar içinde olsun derken,

Aramızdan ayrılışının 2. yılında,

Albümlere yansıyan resimlerinin

-Siyah-Beyaz günler sonrasını da-

Bir sunu olarak paylaşarak,

Kıymetli Babamı, yad etmek istedim.

---------------------------------------------

Annelerin/Babaların yüzüsuyu hürmetine,

Yüreklerin neşeleneceği Bayramınız kutlu,

Demokrasiye ulaşacağımız nice Bayramlarınız olsun...

(28 Mart 2025 )

Remzi KOÇÖZ






26 Mart 2025 Çarşamba

EROL ÖZDEMİR (ŞİİRSEL KURAN)

 “Suç Olgusu: toplumsal değerleri derinden zedelemektedir. Derhal bir çıkış yolu bulunmalıdır.

Amaç; iyi, güzel, faydalı insan profiliyle onları, olmaları gereken sosyal statüye kavuşturmaktır.

Yüce Kuran’ın içinde; suç işleyen toplumu doğru yola çağıran öğütler ve mesajlar vardır. Öğütler doğrudan verilmiştir. Mesajlar ise örnek olaylardan yola çıkılarak alıcısına ulaştırılmıştır.

Bu çalışma ile farklı bir yöntem izlenmiştir. Sözü edilen öğütler ve mesajlar sadeleştirilerek şiirsel bir dille ve beyitler halinde ifade edilmeye çalışılmıştır.” (Erol Özdemir) *

EROL ÖZDEMİR ve ŞİİRSEL KURAN 

Erol Özdemir, Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk’ün -İstiklal Şairi M.Akif Ersoy’dan talep ettiği Yüce Kuran’ın manzum halini- kendine sorumluluk addederek birnevi vasiyetini yerine getirmiştir.

Yazar, Kutsal kitap Kur’an’ın, Türkçe meali üzerinden daha anlaşılır ve sade bir anlatımla ve de şiir tadında –ilahiyatçıların/din bilginlerinin bile cesaret edemediği- çok özel bir çalışma gerçekleştirir.

(Şiirsel Kuran, Sonçağ Kültür Yay., Ankara 2019, 72 Sayfa.)

Erol Özdemir’in bu eserinde, sayfalar dolusu yer tutan sureler/ayetler, kelimelere/satırlara/nazım/şiir tadında indirgenmiş, adeta bir hap şeklinde sunulmuştur. Kuran’ın “Kuran Hükümleri/‘Oku’mak” manzumesinin yer aldığı ilk sayfasını Kuran’ın indirildiği Ramazan ayı ve bin aydan hayırlı olarak bildirildiği Kadir gecesinde sizlerle paylaşmak istedim.

Kuran Hükümleri / ‘Oku’mak

Oku, o şan ve şerefi yüce olan Kuran’ı oku

O güzelim ayetlerini ilmek ilmek doku   

İndirdim bin aydan hayırlı Kadir gecesinde

Emirlerim, öğütlerim vardır her hecesinde

O gece iner ruh, o gece iner melekler

Peyderpey yerine gelir yapılacak işler

Sözün en güzeli iç içe ikili manalar

Peygamberdir aracı, emirleri herkes anlar

Hepsi bir defa da değil, indirdim parça parça

Sure ve ayet olarak gönderdim Arapça

Anlamak için ağır ağır okuyasınız

Her bir örneği verdim ki öğüt alasınız

Doğruluk ve adalet; benim sözlerim çoktur

Bu sözleri değiştirecek başka güç yoktur

--------------------------------------------------------

* EGM Teftiş Kurulu kadrosundan 2016 yılında emekli olmasının ardından 2019’da “Şiirsel Kuran ve Haram Koltuk” isimli çalışmalarını yayınlamasının 3 ay sonrasında 26.06.2019 tarihinde kalp krizi sonucu aramızdan ayrılan sevgili Erol Özdemir (1956-2019) ağabeye minnet ve saygılarla…

(26 Mart 2025)

Remzi KOÇÖZ






Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz