20 Nisan 2021 Salı

CUMHURİYETTEN MEŞRUTİYETE

23 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki Heyeti Temsiliyenin öncülüğünde, Milli Mücadelenin merkezi Ankara’da -Anadolu ve Rumeli’den binbir güçlükle Ankara’ya gelen vekillerce- Büyük Millet Meclisinin açılması gerçekleşirken, Meclis tek yetkili olarak iç/dış düşmanlarla uzun ve kanlı bir boğuşmaya girişecekti.

Ankara’da toplanan Meclise başkan seçilen Mustafa Kemal Paşa’nın “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi ışığında kabul gören önerisi, Ankara’da bağımsız yeni bir Türk devletinin kuruluşunun da habercisidir. TBMM kurucu meclis konumunda devlet kurma gereklerini -Geçici İcra Heyeti ardından TBMM Hükümeti kurarak- Misak-ı Milli ruhuyla aşama aşama gerçekleştirirken, 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile yeni Türkiye devleti ilan edilir.

TBMM, Emperyalizme karşı verilen bağımsızlık savaşı ardından -saltanata ve halifelik bağlamında bir din devletine son verip- cumhuriyet ilkelerine dayalı bir siyasal rejimin kurulmasına karar verirken; Anadolu ihtilalini ve Türk devrimini başlatan önemli bir kurumdur. Egemenlik saraydan alınıp halka verilerek, ümmet yapısından millet yapısına geçilir.

Cumhuriyet ile birlikte Atatürk döneminde, çok partili yaşama geçiş -totaliter rejimlerin öne çıktığı bir süreçte denenmesine rağmen- gerçekleştirilemese de İnönü tarafından dünya savaşı sonrası 1950’de hayata geçirilir. Parlamenter demokrasi 1960-70-80’li yıllarda askeri darbelerle git-geller yaşayacaktır. 1980 sonrası adeta karşı devrim sürecidir. 2000’li yıllar sonrası gelinen süreçte ise -vesayetleri kaldıracağız denilerek cumhuriyet kurumlarına/değerlerine/yurtseverlere yapılan kumpaslarla- demokrasi tekrar başa sarılır.

2015 Haziran seçimleri sonrası meclis aritmetiği mevcut iktidara tek başına hükümet oluşturma izni vermeyince, iktidar/muhalefet arasında koalisyon amaçlı iktişafi görüşmeler çerçevesinde süre doldurularak hükümet kurulamaması gerekçesiyle seçimler yenilenir. Bu süreçte şiddet/terör sarmalı ülkeyi kasıp kavururken seçimlerden galip çıkan iktidar partisi yeniden tek başına hükümet oluşturur. Sonrasında 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ardından kendini milliyetçi addeden muhalefet partisi tarafından tek adam rejimine geçişe yeşil ışık yakılır.

2017 Anayasa Referandumu ile sistem değişikliği denilerek parlamentonun devre dışı bırakıldığı, tüm yetkilerin tek adamda toplandığı yürütmenin ekseninde sistemi olmayan otokratik bir yapının önü açılır.

OHAL şartlarında mühürsüz oylar, tercih yerine evet mührü kullandırılması ile şaibeli bir seçimin ardından yapılan birçok tartışmaya/itiraza rağmen “Atı alan Üsküdar’ı geçti” açıklaması ile akıllarda soru işareti bıraktı! 2018 seçimleri sonrası da  “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adıyla fiili olarak uygulamaya geçilse de üzerinden 1 yıl bile geçmeden 2019’da yapılan yerel seçimler sonrası parlamenter sisteme yeniden dönüşün stratejisi tartışılmaya başlanır.

            Bazı tarihçiler TBMM’nin açılışını Cumhuriyete giden süreci ve ilanını III. Meşrutiyet olarak dile getirselerde, aslında III. Meşrutiyet, 21.yy’da Türkiye’nin gündemine -sivil darbe ile- parlamentonun devre dışı bırakılıp tüm yetkilerin tek adama verilmesi sonucu girer.

Umudumuz, TBMM’nin 100.yaşında ulaşılamayan -hatta geri sardırılan- demokrasinin, tüm demokrasi güçlerinin katılımı/mücadelesi ile yeniden çağdaş uygarlık rotasına döndürülerek, önümüzdeki süreçte; Cumhuriyet’in 100.yılında, 2023’de -hem TBMM hem de Türkiye açısından tarihsel bir hedef olan- özgürlükçü bir demokrasi ile taçlandırılmasıdır.  

Remzi KOÇÖZ

             (Cumhuriyet Gazetesi, 20.04.2021, s.2 yayınlanan bölüm.)

18 Nisan 2021 Pazar

KARANTİNA GÜN(CE)LERİ - 29

‘Yağmalayan/yolan/yiyen; Yurdu/yetimleri/yarınları!’

YAN YANA (Y / Y)…

Yamandır yonca yolması,

Yurtta yalan yaftası,

-Yandaşların yanlışını yalanlayan-

Yayınları yasaklayan,

Yaygaralar yapıp,

Yekpare yönlendiren,

-Yenileşme/yenilikler yerine-

Yobazlığı yeğleyen,

Yürekleri yakan/yaralayan,

Yetersiz yöneticiler,

Yamaklarıyla yokolup yitecek,

Yan yana!

 

Yurdu yozlaştıran,

Yönetirken yağmalayan, 

-Yetimleri yolan/yarınları yiyen-

Yoksulluğu yaygınlaştıran,

Yolsuzluk yapanlar,

-Yaradan’ın yargılaması yanında-

Yüce yargıda / yasalarla,

Yan yana yargılanacak,

Yüzsüzler yüzyüze yüzleşecek,

Yandaş/yalaka yanaşmalar yanında,

Yürekli Yurtseverler,

Yan Yana!

(14. 04. 2021)

Remzi KOÇÖZ

6 Nisan 2021 Salı

KURUMSALLAŞMA ÜZERİNE

 

POLİS AKADEMİSİ VE KURUMSALLAŞMA ÜZERİNE

‘Modern devletlerin, totaliter/otoriter devlet görünümünden kurtulabilmesi için -hukuk devleti üst yapısıyla paralel olarak- polisin siyasetin dışında, siyasal mülahazalardan uzakta kalmasını/durmasını zorunlu kılmaktadır. Polis halk için vardır.  Ne halkın üzerinde ne de aşağısındadır. Halkın hizmetindedir. Polisin temel işlevi de toplum düzenini/istikrarı -tabi ki hukuk kuralları çerçevesinde- korumak/kollamak olmalıdır.’

Demokrasiyi içselleştirmiş çağdaş devletler kurumları ile varlıklarını devam ettirirler. Kurumsallaşma, bir kurumun/birimin varlığının, kişilere bağlı olmadan sürdürülüp gelişmesini sağlayan kalıcı bir yapı oluşturulması ile hedefine ulaşabilir. Bu nedenle ‘Kurumsallaşma’ uzun bir zaman gerektirir. Emniyet Teşkilatı da -Cumhuriyet döneminde değişim/dönüşüm geçirmesine rağmen- 1845 yılını kuruluş tarihi olarak esas alıp, 2020 yılına gelindiğinde 175. Kuruluş yıldönümünü de geride bırakmıştır.

Cumhuriyetin 10. kuruluş yıldönümünde Emniyet/Polis Teşkilatı okul işlerinin yeniden düzenlenmesi ve Türk milletinin sosyal bünyesine uygun, ileri görüşlü polis amir ve memurlarının yetiştirilmesi bağlamında ulu önder Atatürk’ün talimatları sonrasında çalışmalara başlanmış, Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun yayımlandığı tarihten 5 ay sonra, Polis Enstitüsü açılmış (6.11.1937) ve Ankara/Anıttepe’deki binasında eğitim ve öğretim faaliyetlerine başlamıştır.

Polis Enstitüsü 1937 yılında kurulmasının ardından farklı süreçler geçirmiş, özellikle Enstitü olarak 1 yıllık eğitim süresinden 4 yıllık Akademi/Fakülte statüsüne ulaşarak kurumsal bir yapıya ulaşmıştır.  Gelinen süreçte 2015 yılında gerçekleştirilen hukuki düzenleme ile birlikte (27.3.2015 -6638 S. İç Güvenlik Paketi) Polis Akademisi, Güvenlik Bilimleri Fakültesi kapatılıp Polis Amirleri Eğitimi Merkezi (PAEM) Müdürlüğüne dönüştürülerek, fakültede eğitim/öğretim gören öğrenciler çeşitli üniversitelerin idari/iktisadi bilimler fakültelerine yerleştirilmiştir.

Polis Koleji ise Emniyet teşkilatına amir yetiştiren Polis Enstitüsü/Akademisine bilgili ve disiplinli öğrenci yetiştirmek ve lise derecesinde eğitim/öğretim yapmak üzere (15.6.1938) ulu önder Atatürk’ün direktifleri ile Anıttepe’deki Polis Enstitüsü binasında/kampüsünde kurularak faaliyete geçmiştir. Polis Koleji’de kurulduğu 1938 yılından itibaren Polis Enstitüsü gibi farklı süreçler geçirmekle birlikte,  gelinen süreçte 2015'de İç Güvenlik düzenlemesi kapsamında kapatılıp öğrenciler milli eğitim bakanlığına bağlı dengi okullara nakledilmişlerdir.

Bu iki kurumun tarihçesini -bundan sonraki sürece ilişkin gelişmeler açısından sadece bir aidiyet bağlamında- özet olarak paylaşmak istedim. Bazı kurumların tarihi misyonları vardır. Polis Koleji’de bir Cumhuriyet kurumu olarak önemli işlev görmüş, misyonunu tamamlaması ve olmazsa olmaz bağlamında yeniden açılması konusu tartışılabilir. (Cumhuriyetin bir devlet politikası olarak, Anadolu’nun ücra köşelerinde yaşayan alt-orta gelir düzeyindeki vatandaşlarının çocuklarını, özellikle lise eğitiminin her yerde bulunmaması nedeniyle yatılı okullar bağlamında kucak açarak, fırsat yaratarak sahiplenmesidir.)

Ancak, Polis Akademisinin (4 yıllık yüksek öğrenim/fakülte bağlamında, özellikle İçişleri Bakanlığına bağlanan Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademilerinin oluşturulmasının ardından) tartışılacak bir durumu yoktur. Bu okullar neden/niçin kapatıldı konusu bizi kısır tartışmalardan öte bir sonuca ulaştırmaz! (O dönem FETÖ yapılanmasının çökertilmesi, bu yapıyla mücadele bağlamında kapatılma kararı doğru vede zaruri idi.) Artık üzerinden 5 yıla yakın bir zaman geçmiştir. Bence, kurumsal cezalandırmanın sonlandırılarak, Akademinin (4 yıllık yüksek öğrenim/fakülte bağlamında), daha fazla zaman geçirilmeden ivedilikle yeniden açılması elzemdir.

Polis Akademisi/Güvenlik Fakültesinin kapatılmasının ardından 2015 yılından günümüze kadar polis amirleri/yöneticileri, PAEM bünyesinde -4 yıllık bir yükseköğrenim/eğitim yerine- bir eğitim/öğretim dönemi -4/6 ay gibi- özel eğitim verilmek suretiyle yetiştirilmektedir. Bu noktada gelinen süreç: “önemli reformlar”, “demokratik dönüşüm”, “büyük değişim”, “demokratik ve çoğulcu bir model” şeklinde (akademik bakış/gerekçelerle!) 4 yıllık eğitimden 4/6 aylık kursa doğru geriye gidiş reform/değişim/dönüşüm olarak sunulmaktadır.

Kurum ve kurumsallaşma açısından; makamlar/mevkiler kalıcı, hizmet ettiği kuruma değer katmaya çalışan kişiler ise gelip geçicidir. Kurumları ayakta tutacak olanda, sorun olarak tespit edilen hususların giderilmesi/çözümlenmesi yolunda, kendi birikimlerinden, benzer kurumların deneyimlerinden, bilimsel araştırma/çalışmalardan ve kurum personelinin kendi potansiyeli kapsamında yapabileceği katkılarla elde edilen/edilecek kazanımlardır.

Profesyonellik açısından üniversitelerin önemi yadsınamaz. Polis Akademisi’de polis mesleği ve güvenlik çerçevesinde yapacağı araştırma/çalışmalarla bilimsel katkı sağlayarak kurumun ve polisin hizmet çıtasını yükseğe çıkarmalıdır.

Sonuç olarak, Emniyet Teşkilatı sorunlarını aşıp çözüme kavuşturacak, kendisi için gerekli olanı, değişimi/gelişimi yakalayabilecek birikime/potansiyele ve dinamiklere sahiptir. Önemli olan ise sorunu gören, kabul eden iradenin/idarenin ortaya konulması, içeride personelin, dışarıda ise hizmet verilen halkın talep ve ihtiyaçlarına duyarlı, katılımcı kurgulanmış çözümlerin ve politikaların uygulamaya konulmasının gerekliliğidir.

Remzi KOÇÖZ

(Çağın Polisi Dergisi, Nisan 2021- Sayı:189’da yayınlanmıştır.)

4 Nisan 2021 Pazar

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR – 12

            ‘1789 sonrası gelen milliyetçilik fikrinin etkisiyle Osmanlı/İmparatorluk tebaasının kendisini Ortodoks olarak değil de Yunan/Bulgar şeklinde tanımlayıp kimlik kazanmanın Arap/Arnavut gibi Müslüman unsurlar arasında da yayılmaya başlaması, kapitülasyonlar yanında ekonomik borçların katbekat artması, Düyun-u Umumiye sarmalında yeni ulusların oluşumu ve ardından dünya paylaşım savaşı ile sistemin/imparatorluğun tamamen çökmesini beraberinde getirecektir.’

II. Meşrutiyet / İttihat Terakki Dönemi

Kanuni Esasi’de -31 Mart Ayaklanmasının bastırılmasından ve Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra- yapılan 1909 değişiklikleriyle parlamenter hükümet sistemi benimsenip, meşrutiyet ya da anayasal monarşi gerçekleşirken, Heyet-i Ayan kararnamesi ile “hakimiyeti milliye ilkesi” anayasal tarihimize girmiştir.

Mutlakıyet idaresi, Meşrutiyet çerçevesinde parlamenter rejime dönüştürülmüş, Meclis’in kabineyi/hükümeti düşürmesi kolaylaştırılıp, hükümetin Meclis’i feshi hemen hemen hukuken imkânsız hale getirilmiş, hükümet Meclis’e tamamen tâbi bir duruma sokulmuştur. Meclis’in bağımsızlığını sağlamak amacıyla Kabinenin padişah yerine, Meclis’e karşı sorumluluk sistemi oluşturularak demokratik bir denetim sistemi ile Padişahın (yasama ve yürütme üzerindeki) 1876’daki yetkisi sınırlanmıştır. 600 yıllık Osmanlı Hanedanı -Hilafetin emanetçisi olarak önemini korusa da- birkaç yıl içinde gücünü ve görkemini büyük ölçüde yitirmiştir.

Osmanlı Devleti yıllarca Batılılaşmanın etkisi altında kalmıştır. Meşrutiyet döneminde -Türk tarihinde seçim geleneğinin doğuşu açısından- ilk kez geniş halk kesimleri iktidarı denetlemenin aracı olarak görülen Meclise temsilciler göndermiş ve birden fazla siyasal partinin katıldığı ilk seçimler yapılmıştır. 1908-1918 devresi içinde 4 genel seçim yapılıp, 24 hükümet kurulmuş, Mebusan Meclisi 1908-1920 devresi boyunca -fesihler ve tatiller nedeniyle- 4 defa feshedilmiş, Meşrutiyet’in parlamento hayatı 7 yıldan biraz fazla sürebilmiştir. Siyasî iktidar, 1908’den 1918’e kadar -10 yıllık süreçte, 6 aylık bir ara dışında (Temmuz 1912-Ocak 1913)-, İttihad ve Terakki Cemiyeti/Fırkasında toplanmış, partinin Meclis çoğunluğuna, bu kanaldan da parti liderlerine (10 kişilik Merkez-i Umumi heyetine) geçmiş, İttihad ve Terakkinin mutlak hâkimiyetinden doğan fiilî bir tek parti rejimi oluşturulmuştur.

İttihat ve Terakki 10 yıla yakın iktidar yaşamını I. Dünya Savaşı yenilgisiyle noktalamıştır. Bu son aynı zamanda 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğunun da sonu ve alınyazısı olmuştur.

Türk tarihinde Osmanlı’nın son döneminde etkin olan “İttihat ve Terakki” (Konu daha ayrıntılı olarak 4.10.2020 tarihinde bu sütunlarda “… NOTLAR – 5/ İttihat ve Terakki”  başlığıyla paylaşılmıştır)  özellikle II. Meşrutiyete damgasını vuran bu siyaset/akım gizemleriyle, -kusurları/ yanlışları yanında vatanperverliği ile- tarih olurken, siyaset tarihinin kendine özgün sayfaları içerisinde yerini alacaktır.

Remzi KOÇÖZ

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz