“Doğu’da ucuz ve süratli bir zafer kazanmamız için Arap yardımının gerekli olduğuna ve kaybedeceğimize sözümüzde durmayarak kazanmamızın daha iyi olacağına inanarak, bu hilenin tehlikesini göze aldım.
Görev, Türkiye’ye karşı bir
Arap isyanı tahrik etmektir ve onun için de batılı olan dış görünüşümü gizlemek
ve az da olsa Araplara benzemek zorundayım. Böylece kendimi bir çeşit yabancı
sahne üzerinde, balo giysisi içinde, acayip bir dilde, gece ve gündüz aktörlük
yapan birisi olarak görüyorum.
(Araplarla) ateş altında 2
yıllık ortaklığımız sırasında bana inanmaya ve hükümetimin de, benim gibi,
içten olduğunu sanmaya alıştılar. Bu ümitle kimi iyi işler başardılar.”
İngiliz Subay Thomas Edward (Ned) Lawrence /Arabistanlı El-Aurens
(Arapları Osmanlı'ya
karşı ayaklandıran İngiliz subayın Medine/Yanbu’daki evi onarılarak girişine şu
yazı asılmış/2020; "Bu ev Türklere karşı savaş vermemize yardımcı olan
Lawrence'in karargahıdır...")
ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ VE TÜRKLER - 2
-Ulusal Benlik ve Bilinç-
“Dünyanın bize saygı göstermesini
istiyorsak, evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissen/fikren/fiilen,
bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen
milletler, başka milletlere yem olurlar. Çünkü, biz esasen millî varlığın
temelini, millî bilinçte ve millî birlikte görmekteyiz.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)
100 yıl öncesinde Araplar (1913-1919), Türk’ün düşmanlarıyla (İngiliz-Fransız) bir olup Türk’e saldırmış, -Müslüman kardeş kisvesinde- cephe gerisinden vurmuştur. Vahhabilerin lideri İbn Su'ud'lar, Mekke Şerifi Hüseyin'ler ve Emir Faysallar! İngiliz casusu Lawrence ile elele verip Türk'e karşı işlenen cinayetler! Osmanlı ordusunda subay olarak görev alan Arap subayların Türk'ü arkadan/ içten vurmak amacıyla kurdukları ihanet teşkilatları: Ahad ve Fetah…
I.Dünya Savaşı’na girilirken (1914) Osmanlı Sultanı Reşad’ın halife
sıfatıyla ilan ettiği “Cihad-ı Ekber” karşılık bulmazken, Hilafet kurumu
etkisini/nüfuzunu hemen hemen yitirmiştir.
1916 Haziranında, Haşimi Araplarının lideri Mekke Emiri Şerif Hüseyin
İbn-i Ali, “Arapların bağımsızlığını
sağlayacağını iddia eden İngilizlerin” sözlerine kapılarak, bağlı bulunduğu
Osmanlı Sultan-Halifesine karşı ayaklanıyor ve Halifeliğin Hıristiyan
devletlerce bölünmesine araç oluyordu.
9 ayrı cephede savaş veren Osmanlı devleti; Arapların yaşadığı Bağdat,
Hicaz ve Ürdün-Kanal cephelerinde de büyük kayıplar vermişti.
(1917’de Arabistan/Hicaz
demiryolundaki tren sabote edilip, Türk askerleri şehit edilmişti. Türkler
açısından unutulup gitti, tarih oldu o acı günler. Günümüz Türkiye’sinde ise ölen
kralları için yas ilan edip din kardeşi olarak önemsenen Suud/Araplar, halen
Çölde duran bu Treni restore edip Türk askerlerini nasıl
öldürdüklerini yabancılara gösteri olarak sunmaktalar.)
İngilizlere (1917), “Önerilirse, Türkleri İstanbul ve Erzurum’a
dek kovalayacağız; öyleyse ne diye Beyrut, Halep ve Hail’den söz ediyorsunuz?” diyen ve kendini Arapların Kralı/Sultanı
olarak gören Hüseyin “1 milyon sterline
yaklaşan İngiliz altınlarıyla finanse edilmişti.”
Osmanlı’nın yıkılış sürecinde gücünü Batılı emperyalistlerden
alan Arap Milliyetçiliği kendilerine özellikle uluslararası konferanslarda
verilen devlet kurma sözleri tutulmayıp, İngiltere/ Fransa manda gücü olarak (1916 Sykes-Picot Anlaşması gereği
kendi aralarında paylaşım amaçlı) bölgeye yerleşirken, bölgedeki Arap
aşiretleri iktidar/krallık için birbirleriyle kıyasıya savaşacaklardır.
(Mekke Emiri Şerif
Hüseyin karşısına çıkan Abdülaziz es-Suud liderliğindeki Vahhabi güçler
karşısında 1925’de kaybederken, Hicaz’ı ele geçiren Suud Ailesi Suudi Arabistan
Krallığı’nı 1932’de kuracaktır).
(Dünya
Savaşında Araplarla yaşananlar F.Rıfkı Atay’ın “Zeytindağı” kitabında yalın ve hazin
bir şekilde anlatılır.)
---------------------------
II. Dünya Savaşı sonrası Arap ülkelerinin çoğu bağımsızlıklarını
kazanırken, Arap milliyetçiliği bölgede 1948’de kurulan İsrail devleti ile
birlikte Arap-Yahudi çatışması ile farklı bir mecraya evrilecektir.
(1917’de İngilizlerin Balfour Deklarasyonu ile Yahudiler için bir vatan
vaadi bölgenin tarihine eklenen yeni bir sorun olarak başta -trajik bir şekilde
etkilenen- Filistin olmak üzere tüm bölge ülkeleri gelecek yıllarda derinden
hissedeceklerdi. 20.yy ortalarından 21.yy çeyreğine gelinen süreçte; Bölgesel
savaşlar/işgaller/içsavaşlar/mezhep çatışmaları/Arap baharı gelişmeleri
çerçevesinde bir sarmal/kaos ortamı Ortadoğu bataklığı olarak addedilecekti.)
Lawrence’in mezarı üzerinde ölümünün
50. yıldönümünde bulunan, SM simgeli yazıda: “İhanete uğramış milyonlarca
Arap adına… Biz Araplar için büyük düşleriniz vardı ve biz de, sizin ve
yönetiminizin yardımlarıyla, yalnız Osmanlıdan özgürlük kazanmakla kalmayıp,
aynı zamanda, 500 yıllık işgalden sonra, bir ulus olarak kendi hüviyet ve
gururumuzu yeniden sağlayacağımızı umut etmiştik. Heyhat, Aurens(Lawrence), ölümünüzden 50 yıl sonra, bugün Arap
dünyası, savaşlarla, komplolarla ve bölünmelerle kaynıyor ve geleceğimiz
karanlık görünüyor…” (The Guardian Gazetesi, 20.5.1985).
Günümüz Türkiye’sinde, Arap kültürü ile yoğrulmuş siyasal
İslamcılar/dinciler, Atatürk’ün Batı emperyalizmi yanında Arap kültür
emperyalizmine karşı akıl ve bilimi, ulusal benlik ve bilinci öne çıkarmasını, Cumhuriyetle/devrimlerle
birlikte kuldan birey, ümmetten yurttaş yaratmasını, kadın haklarını, dinsel
istismarın/sömürünün önüne geçen laiklik kazanımlarını, modernleşme
gelişmelerini bir türlü hazmedemeyecek, Türk
halkına çağdaş bir toplum rotası çizen Atatürk’ü din karşıtı ve deccal
olarak yansıtacaklardır.
Atatürk
sonrası Arap kültür emperyalizmi, inanç/kutsiyet istismarı ve din/mezhep çerçevesinde, özellikle ABD’nin de desteğiyle, 1950’den itibaren
kademe kademe, Anadolu topraklarında yeniden devreye sokulur.
Türkiye, -özellikle 21. yy çeyreğinde kesintisiz AKP
iktidarı sürecinde-, BOP/GOP projesi çerçevesinde “Türkiye’nin Araplaştırılması
stratejisi” ile “Ortadoğu sarmalında bir ülke” olması kapsamında, -yine emperyalistlerce
çıkarılan iç savaşların bir sonucu milyonlarca yasadışı Arap sığınmacının Türkiye’de
barınmasının sağlanması yanında- arsa/arazi/emlak/turizm yatırımı ile
vatandaşlığın bile satılık bir hale gelmesi sonucu demografik işgal olarak
nitelendirilebilecek bir tehlike ile karşı karşıyadır.
Türkleri Ortaçağ cemaat yapısından millet yapısına ve şuuruna ulaştıran Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Atatürk; “Türk milletinin millî dili ve millî benliği, bütün yaşamında egemen
ve esas kalacaklar” sözleriyle, ulus olmanın, ulusal bilince sahip olmanın,
ana dil ve ulusal tarih konusunda bilgi/bilinç sahibi olmaktan geçtiğini çok iyi
biliyordu. Kendi öz dili ve tarihi temelinde kendi öz kültürünü oluşturamayan
uluslar bağımsız olarak yaşayamaz, tarihte görüldüğü gibi yok olurlar.
Cumhuriyet’in kazanımları ve değişimlerin farkına var(a)mayanlar veya
değer bil(e)meyenler açısından farkındalık noktasında -üzerine basa basa/tane tane- izaha çalışırken;
Ulusal benlik ve bilinç, ulusal bağımsızlık ve egemenlik ile birlikte anayasada
güvence altına alınan ‘demokratiklik, laiklik, sosyal hukuk devleti’ ilkeleri
Cumhuriyet’in değişmez/değiştirilemez ilkeleri olarak olmazsa olmazlarımızdır.
(5 Ekim 2024)
Remzi KOÇÖZ