31 Aralık 2024 Salı

BİR YILIN PANORAMASI / 2024

 'Tabiki hayat dek düze değil!

Yaşamak birnevi tepki vermektir.

Vedalarınızda olacak vefalarınızda.

Ayrılıklarda aranızdan ayrılacaklarda,

Kederlerinizde üzüntülerinizde,

Kızdığınızda kırıldığınızda,

Ciddiyetinizde gülümsemenizde,

Öfkelerinizde hoşgörünüzde,

Heyecanlarınızda sevinçlerinizde,

Aslolan yaşamı anlamlandırabilmek,

Yaşam katarının sizi götürdüğü süreçte...'

Bir Yılın Panoraması...

2024 yılı bizim için Ailece 1 yıldan öte uzun uzadıya bir yıl oldu.

Güne /güncele/tarihe ilişkin gazete/face/web yazılarım/paylaşımlarım dışında

"Türkiye’nin Avrupa Serüveni" kitabıma ilişkin Ankara ve İzmir’de 4 ayrı kitap tanıtımı/imza günü etkinliğine katıldık.

(Tabi ki toplumsal sorumluluk/duyarlılık/ dayanışma noktasında; Cumhuriyet/ Demokrasi/ Eğitim/Çevre Gönüllüsü olarak çok sayıda anma/panel/toplantı/söyleşi vb  etkinliklere de katıldık.)

Zaten Türkiye gezgini sayılırız. (81 ilden Kilis hariç 80'ini birden fazla gezme/görme fırsatımız olmuştu.)

2024 yılında da; Ankara/İstanbul/Sakarya/Balıkesir dörtgeni yanında İzmir/Manisa/Denizli/Uşak/Kütahya/Afyon/ Eskişehir/Bursa/Kocaeli/Düzce/

Çanakkale /Erzurum illerini de ziyaret/gezi/tatil/dinlenme amaçlı gezecek/görecektik.

Yurtdışı gezileri açısından da belki de yılların ötelemesini bu 1 yıla sığdırdık.

Mart ayında Asya Uzakdoğu/Japonya ardından Mayıs ayında Güney Afrika, Ekim'de Yunanistan/Midilli, Kasım ayında Güney Amerika/6 ülke ve Aralık ayında Afrika'nın kuzeyine Mısır'a tarihe yolculuk derken 45 günlük devri alemde 4 kıta/10 ülke/30 şehir gezdik/gördük.

Seyahatlere ilişkin gezi notlarını 1 kitap boyutunu çoktan aştı.

Batum/Halep/Rodos/Nahcivan gibi günübirlik gezi notlarını Face/Web sayfamda "Gezi Gün(lük)leri" şeklinde paylaşmıştım.

En son gezilerimizden Güney Amerika'ya ilişkin notlar uzun olacağından, 1 sayfalık izlenimler şeklinde paylaşmayı düşünüyorum.

Gerçi gezilere ilişkin çekimlerden -bölümler halinde kolajlar oluşturup 1dk müzikli- sunular şeklindeki paylaşımlar ilgi gördü, beğeni aldı.

İnsanlar okumak yerine bakmayı/izlemeyi daha önemsiyor artık.

Seyahatler; tarihe/kültüre/doğaya yönelik görsel izlenim yanında bilgilendirmelerle ufkunu açacak,

insanın kişisel gelişimine de katkı sunacaktır.

Sevgili Dostlar;

Yaşamın size sunduğu cömertlik çerçevesinde,

Güzel anılar / dostluklar biriktirmeniz temennisiyle,

Yaşamınızı anlamlı kılarken,

Yaşananlara da sessiz kalmayarak,

Sağlıkla /sağlıcakla ve de mücadele içinde kalın.

Saygı/sevgi/selamlarımla…

(Ankara/31 Aralık 2024)

Remzi KOÇÖZ




28 Aralık 2024 Cumartesi

G. AMERİKA/ ATATÜRK ESİNTİSİ

Değerli Dostlar

Cumhuriyet’in 75. yıl anısına

Aydın/İncirliova görev sürecinden

arşivimde kalan küçük Atatürk bayraklarını

Güney Amerika gezisinde

(Kolombiya / Peru / Şili / Arjantin / Uruguay / Brezilya)

öğrenciler/ gençler / esnaf / garson / görevliler ile

Pasifikten Atlantiğe 7’den 70’e paylaşırken;

Emperyalistlerce/işbirlikçilerince Eylül 1973’de katledilen

Şilili devrimci başkan Allende’nin hayranlık duyduğu,

Emperyalizme diz çöktüren büyük devrimciye:

Mustafa Kemal Atatürk’e ithafen yaptırdığı

Atatürk Anıtını ziyaretimizde

özel/anlamlı duygular yaşadık.

Büyük Önderimize ilkelerine/ülkülerine

Sonsuz minnet/bağlılıkla..

Saygı/sevgi/selamlarımla...

(29. 11. 2024)

Remzi Koçöz




Yükleniyor: 884250/2482397 bayt yüklendi.







10 Kasım 2024 Pazar

TARİH / ÖNDERLİK / ... : ATATÜRK

Tarih / Önderlik / Ölümsüzlük: Atatürk...

"Ya İstiklal Ya Ölüm" Şiarıyla

Tarihe Meydan Okuyan

Ulusal Kurtuluş Savaşıyla

Emperyalizme Diz Çöktüren 

Efendilerin Saltanatına Son Verip

Kul Bellediklerini Efendi Yapan

Eşsiz Önderliğiyle

Bağımsız Bir Ülke Kurup

Türk Devrimine İmza Atan

Cumhuriyeti Egemen Kılıp 

Kimsesizlerin Kimsesi Olan 

Eserleriyle Ölümsüzleşen

Büyük Devrimciye

Özlem / Minnet / Saygıyla...

(10 Kasım 2024)

Remzi Koçöz 

❤️ 🙏 🇹🇷

 

31 Ekim 2024 Perşembe

DEVLET / SİYASET / YARGI

Devlet / Siyaset / Yargı...
Devleti yönetenler olarak,
İktidar olmanın gücüyle;
Yargıyı siyasallaştırdığınız zaman,
Kantarın topuzunu kaçırır,
Adaleti yok eder, 
Vicdanları kör edersiniz. 
Uluslar liginde daha alt kümelerde 
Kendinize yer bulur:
1.sınıf ülke olma yerine, 
3.sınıf ülke olmayı yeğlersiniz...
(31.10.2024)
Remzi Koçöz

29 Ekim 2024 Salı

CUMHURİYET - 101

Cumhuriyet 101 Yaşında...
Türkiye Yüzyılı değil, 
Cumhuriyetimizin 101. Yılı.
Yaşasın Cumhuriyet!  
(29 Ekim 2024)  
❤️  🙌  🇹🇷

 

22 Ekim 2024 Salı

YAŞAR SUBUTAY PEKER

 YAŞAR SUBUTAY PEKER  

-Genç Cerrahın Anısına-

Yaşar Subutay Peker, 05 Eylül 1985 tarihinde Ankara’da doğan Yusuf ve Cavidan oğlu, Ankara TED Koleji ardından, babası gibi askeri tabip olma yolunda Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) tıp eğitimi ardından yine babasının uzmanlık bölümünü seçerek GATA’da Genel Cerrahi uzmanlığı okuyacak ve askeri tabip olarak GATA’da Genel Cerrahi uzmanı olarak babasının bölümünde baba-oğuldan öte hoca-asistan olarak birlikte çalışacaklardır.

Uzman doktorluğunun ardından Gizem hanım ile evliliğinden bir oğul babası olurken, Ailece siyah-beyaz renklere gönül vererek: “Beşiktaşlı olunmaz, Beşiktaşlı doğulur: Dededen babaya, babadan oğula” 3 nesil bir arada dede-baba-torun Beşiktaş taraftarı olacaklardır.

Yaşar Subutay, Tabip Yzb. Yrd. Doç. Genel Cerrah Uzmanı olarak GATA’da babası ile birlikte insanlara şifa olmanın onur/gururun yaşarken, O dönem GATA Genel Cerrahi Anabilim Dalı Bölüm Başkanı ve aslen Maraş/Elbistanlı olan baba Tuğgeneral Prof. Dr. Yusuf Peker, uzun süredir tedavi gördüğü kanser hastalığına 05 Eylül 2015 tarihinde 60 yaşında yenik düşerken, oğul Yaşar Subutay’da babasının ölüm günü 30 yaşına girecek, Babasının misyonunu çok erken yaşta devralırken doğum günlerini buruk bir şekilde yaşayacaktır. Baba Yusuf Peker görmese de oğul Yaşar Subutay, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında GATA’nın, sivilleşme sürecini/sıkıntılarını birebir yaşayacaktır.

(II.Mahmut dönemi/1832’de İstanbul’da kurulan ve ağırlıklı olarak askeri tıp alanında hizmet veren "Gülhane" hastanesi, Padişah II.Abdülhamid döneminde Haydarpaşa’ya taşınır, 1941’de II.Dünya Savaşı sürecinde, askerî okullar ile birlikte İstanbul'dan Ankara'ya taşınır. 2016 yılına kadar TSK'ya bağlı (sağlık bilimleri alanında askerî personel yetiştiren bir komutanlık iken) 15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra 31.7.2016 tarihli 669 S. KHK ile Sağlık Bakanlığına bağlanarak adı Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak değiştirilmiş, GATA'ya bağlı olan yükseköğretim birimleri ise Sağlık bilimleri Üniversitesine devredilmiştir.) 

Toplum/kamu vicdanı vede genel değerlendirme olarak “Savaş cerrahisi çok özel bir konudur. Hiçbir devlet ordusunu askeri doktorundan ve askeri hastanesinden mahrum bırakmamıştır.”  Türkiye eninde sonunda bu yanlıştan dönecektir, ama zaman kaybedecektir.

O’nu tanıdığım süreç…

2018 yılının 19 Mayıs günü kasık bölgemdeki şiş/ağrı nedeniyle haftasonu Gülhane Hastane polisi değerli meslektaşım Ümit’in yardımıyla nöbetçi ürolog tarafından muayene/ultrason sonrası kasık fıtığı teşhisi ile genel cerrahiye yönlendirilmiş ve Dr. Yaşar Subutay Peker ile tanışmış, en kısa sürede ameliyat konusunda bilgilendirilmiştim. Ameliyat öncesi tahliller için hastaneye geldiğimde odasında annesi Cavidan hanım ile tanışmış babasının öyküsünü ve 3 yıl önce kaybını öğrenmiş üzülmüştüm.

Geçici olarak doktorun önerdiği kemeri takıp elimdeki soruşturma dosyalarını 1,5 ay içinde toparlayıp, ildışına Samsun iline uçakla gidip otobüsle maceralı dönüş yolculuğumun öğleden sonrasında hastaneye yatış yaparak, doktorum tarafından ertesi sabah (6.7.2018) sağ kasık fıtığı ameliyatım ile ayak parmağı tırnağımın çekilme işlemi sonrası 3 gün sonra taburcu edilip evde bir süre raporlu olarak klasikleri sil baştan okuyacaktım. İlk haftasında kontrole gittiğimde ‘Avrupa Uluslarından Birleşik Avrupa’ya’ isimli kitabımı imzalayıp vermeme çok sevinecekti. Sonraki hafta dikişlerimin alınmasının ardından, Doktorumun; “çok sağlam yama yaptım ama efor/tempolu hareket/yüzme/egzersiz vb adrenalin içeren davranışlardan kaçınmam gerektiği” önerisi üzerine dikkatli bir şekilde Ankara’dan yazlığa gidecek sakin bir ortamda iznimi kullanacaktım. 

(Tüm öneri ve dikkatlere rağmen ameliyatın 2 hafta sonrasında yazlıkta merdivenlerden düşerken kasık bölgemde olumsuzluk yaşamamış, hafif sıyrık/incinme ile atlatmış, birnevi doktorun işlemini test etmiştim. Sonrasında Ankara’ya dönüşümüzde genel kontroller çerçevesinde görüşmelerimiz olacaktı. Bir akşam yemeğinde ailece, annesi-eşi ve oğluyla birlikte olacak, güzel anılar paylaşacaktık.)

2020-2022 salgın döneminde sadece telefonla görüşürken, bizler karantinadayken onlar hastanede normal yaşamlarına devamla, insanlara risk altında şifa olma çabasında sıkıntılı bir süreç yaşarlarken- sadece kolaylıklar dileyebilecektim.

Uzun bir sürenin ardından 2022 Haziranında GATA’da ziyaret edip doçentliğini kutlayacaktım. Ardından -Şehir hastanesinde 2022 yılı başı genel tarama tahlillerimde kan değerlerinde düşüklük nedeniyle Gülhane’de yeniden tahlillerimi yaptıracak, mr/tomografi/ultrason/röntgen gibi detaylı kontrollerim yanında- kolonoskopi/endoskopi işlemi onun gözetiminde yapılacak ve sonuçlar iyi çıkacaktı. 2022 Temmuz ayında önce yazlığa geçecek ardından Karasu’ya babamın bakımı için aralıklı gidecek, uzun bir süre Ankara’dan uzak kalacaktım.

Hüzünlü ayrılık…

Yaşar Subutay Peker, 5 Eylül günü facebookta doğum gününün burukluğunu “37 yıl önce bugün ben doğdum. 7 yıl önce bugün babam Hak’ın rahmetine kavuştu. Mekanın cennet, ruhun şad olsun değerli büyüğüm…” satırlarıyla dostlarıyla paylaşacaktı. 1,5 ay kadar sonra ise elim bir trafik kazası O’nu aramızdan alacak, sevdiklerinden/dostlarından/hastalarından ayıracaktı.

Babası Yusuf Peker’in bölüm başkanlığı yaptığı Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı'nda genel cerrahi uzmanı olarak görev yapan Doç. Dr. Yaşar Subutay Peker; 22.10.2022 tarihinde Ankara'da Eskişehir yolu üzerindeki bir alışveriş merkezi önünde (24 yaşlarında 2.02 promil alkollü ve adli kontrol şartıyla serbest bırakılan sürücünün kullandığı) bir otomobilin çarpması sonucu yaşamını yitirirken; Cenazesi, 24.10.2022 günü Gülhane Hastanesi'nde düzenlenen törenin ve Gülhane Camisindeki cenaze namazının ardından Karşıyaka mezarlığında toprağa verilerek son yolculuğuna uğurlanır.

Cenaze töreninde konuşan Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektör Yardımcısının,
"Yerini doldurmak çok zor, çok nazik, hastalarına karşı çok şefkatli bir kişiliğe sahipti. Babası rahmetli Yusuf Peker hocamızın görevi nedeniyle çocukluğundan itibaren kendisini tanıyoruz. Gülhane'de doğdu, ne yazık ki bugün Gülhane'den uğurluyoruz. Çok güzel bir yere gidiyor. Babasıyla aynı mezarı paylaşacak. Rahmetli babası, bizlere oğlunu emanet etmişti. Ben de buradan ifada etmek isterim ki Subutay kardeşimizin eşi ve çocuğu da bundan sonra Gülhane'nin ve bizlerin emanetindedir" sözleri onu ve ailesini yakından tanıyan dostları/sevenleri/arkadaşları/hastaları açısından buruk ve hüzünlü bir ayrılık olacaktır.

--------------------

Kolay yetişmiyor bir doktor, bir cerrah, bir tıp insanı. Ucuz can pazarı güzel ülkem. Günaşırı onlarca insanın ameliyatını gerçekleştiren, insanların acılarını dindirmeye çalışan, yaralarını sarıp merhem, çaresizliklerine derman olan doktorlara/ tıp insanlarına, sağlık çalışanlarına özellikle salgın döneminde vefakar/cefakar ve insanlığa hizmetleri/katkıları nedeniyle vefa borcumuz sonsuzdur.

Geç buldum çabuk kaybettim minvalinde bir doktordan öte genç bir arkadaş/dost/sırdaş olarak Yaşar Subutay kardeşimin kaybı beni/eşimi/kızımı derinden üzdü. İnsanlığa faydası olan bu güzel insanların çok çok erkenden kaybı koruyucu/kollayıcı olarak inandığımız Yaradan’a bir sitem niteliğinde.

4,5 yıllık zaman diliminde çok şeyler paylaştık, bir doktordan/kardeşten öte dostluğunu/insancıllığını/fedakarlığını/emeklerini unutmak ne mümkün, güzel insan!

Tabiki annen Cavidan ve eşin Gizem hanıma, biricik oğlun Arda'ya sabırlar/kolaylıklar vede sağlıklı günler dilerken; Seni ailece çok özleyeceğiz.

İnsanlığa güzellik katan/katkı sunan/acılara merhem olan tıp adamı, yüreği sevgi dolu güzel insan.

Toprağın bol olsun, Işıklar içerisinde uyu, Can kardeşim…

(Ankara / 19. 05. 2024)

Remzi KOÇÖZ







21 Ekim 2024 Pazartesi

FETÖ

Fetö / Terör Örgütü...

Devlet hiyerarşisinde yapılanmasına göz yumulması ve 
sonrasındaki eylemleri sonucu, tüm ülke;
temel kurumlarıyla/ teamülleriyle/ değerleriyle altüst edilirken,
düzmece soruşturmalarla/kumpaslarla;
bireysel/toplumsal ağır bedeller ödendi, ödenmeye de devam ediyor.
Binbir çeşit zararlar/ezalar/zulumler/ hapisler dışında ocaklar söndü, 
yuvalar yıkıldı, yaşamlar karartıldı, insanlar yok yere yaşamını yitirdi.
Üzüldüğüm nokta;
Koca Türkiye Cumhuriyeti,
Bu yaşananların vede 15 Temmuz 
darbe girişiminin baş sorumlusu olan
Fetö elebaşısı Fethullah Gülen'i
egemen bir devlet olarak
-10 yıl gibi bir zaman diliminde-
Stratejik ortağımız 
ÂBD'den getirtip yargılayamadı ve
Türk Adaletine hesap ver(e)meden / verdirilmeden
bu dünyadan faili firar olarak meçhule gitti...
(21 Ekim 2024)
Remzi Koçöz 

AHMET TANER KIŞLALI

“Gelişmiş ülkelerin devrimcileri değişmenin arkasından yürürler. Geri kalmış ülkelerin devrimcileri ise değişmenin önünden; birisi katardır, birisi lokomotif. Ayrılıkları öne çıkarırsanız bölünmeyi, ortaklıkları öne çıkarırsanız birlikteliği; işte Atatürk farkı!” (Prof. Ahmet Taner Kışlalı)

Ahmet Taner Kışlalı

-25. Yıl- Anısına-

Çağdaş bir Türkiye savaşçısı,

Yürekli / Yiğit / Yurtsever,

Bir Aydınlanmacı,

Mustafa Kemal’e /Atatürk’e /Devrimlerine adanmış bir Ömür,

Bir Cumhuriyet Şehidi,

İnançlı/İlkeli /Onurlu,

Siyaset / Bilim Adamı,

“Kemalizmin Centilmen Devrimcisi”; 

Prof. Ahmet Taner Kışlalı'ya 

Minnet ve Saygıyla…
(21 Ekim 2024)

Remzi KOÇÖZ



13 Ekim 2024 Pazar

BAŞKENT ANKARA 101 YAŞINDA

 

TARİHTE BUGÜN

-13 Ekim 1923-

Bozkırda bir şehir,

Çöl olarak hakir görülürken,

Mustafa Kemallerle ölüm sessizliğinden sıyrılıp,

Ulusal Kurtuluş Destanını yazan,

Bu cefakarlığına karşılık,

Kuruluşunda son Türk devletine merkez/taç olan,

Atatürk’le anılan/bütünleşen,

O’nu Anıtkabir’de bağrına basan,

Türkiye’nin ve Cumhuriyet’in kalbi,

Ankara’nın başkent oluşunun,

101. yıldönümü;

Nice yıllara Ankaram…

(13 Ekim 2024)

Remzi Koçöz





5 Ekim 2024 Cumartesi

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR - 31

“Doğu’da ucuz ve süratli bir zafer kazanmamız için Arap yardımının gerekli olduğuna ve kaybedeceğimize sözümüzde durmayarak kazanmamızın daha iyi olacağına inanarak, bu hilenin tehlikesini göze aldım.

Görev, Türkiye’ye karşı bir Arap isyanı tahrik etmektir ve onun için de batılı olan dış görünüşümü gizlemek ve az da olsa Araplara benzemek zorundayım. Böylece kendimi bir çeşit yabancı sahne üzerinde, balo giysisi içinde, acayip bir dilde, gece ve gündüz aktörlük yapan birisi olarak görüyorum.

(Araplarla) ateş altında 2 yıllık ortaklığımız sırasında bana inanmaya ve hükümetimin de, benim gibi, içten olduğunu sanmaya alıştılar. Bu ümitle kimi iyi işler başardılar.”

İngiliz Subay Thomas Edward (Ned) Lawrence /Arabistanlı El-Aurens

(Arapları Osmanlı'ya karşı ayaklandıran İngiliz subayın Medine/Yanbu’daki evi onarılarak girişine şu yazı asılmış/2020; "Bu ev Türklere karşı savaş vermemize yardımcı olan Lawrence'in karargahıdır...")

ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ VE TÜRKLER - 2

-Ulusal Benlik ve Bilinç-

“Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissen/fikren/fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar. Çünkü, biz esasen millî varlığın temelini, millî bilinçte ve millî birlikte görmekteyiz.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)

100 yıl öncesinde Araplar (1913-1919), Türk’ün düşmanlarıyla (İngiliz-Fransız) bir olup Türk’e saldırmış, -Müslüman kardeş kisvesinde- cephe gerisinden vurmuştur. Vahhabilerin lideri İbn Su'ud'lar, Mekke Şerifi Hüseyin'ler ve Emir Faysallar! İngiliz casusu Lawrence ile elele verip Türk'e karşı işlenen cinayetler! Osmanlı ordusunda subay olarak görev alan Arap subayların Türk'ü arkadan/ içten vurmak amacıyla kurdukları ihanet teşkilatları: Ahad ve Fetah…

I.Dünya Savaşı’na girilirken (1914) Osmanlı Sultanı Reşad’ın halife sıfatıyla ilan ettiği “Cihad-ı Ekber” karşılık bulmazken, Hilafet kurumu etkisini/nüfuzunu hemen hemen yitirmiştir.

1916 Haziranında, Haşimi Araplarının lideri Mekke Emiri Şerif Hüseyin İbn-i Ali, “Arapların bağımsızlığını sağlayacağını iddia eden İngilizlerin” sözlerine kapılarak, bağlı bulunduğu Osmanlı Sultan-Halifesine karşı ayaklanıyor ve Halifeliğin Hıristiyan devletlerce bölünmesine araç oluyordu.

9 ayrı cephede savaş veren Osmanlı devleti; Arapların yaşadığı Bağdat, Hicaz ve Ürdün-Kanal cephelerinde de büyük kayıplar vermişti. 

(1917’de Arabistan/Hicaz demiryolundaki tren sabote edilip, Türk askerleri şehit edilmişti. Türkler açısından unutulup gitti, tarih oldu o acı günler. Günümüz Türkiye’sinde ise ölen kralları için yas ilan edip din kardeşi olarak önemsenen Suud/Araplar, halen Çölde duran bu Treni restore edip Türk askerlerini nasıl öldürdüklerini yabancılara gösteri olarak sunmaktalar.)

İngilizlere (1917), “Önerilirse, Türkleri İstanbul ve Erzurum’a dek kovalayacağız; öyleyse ne diye Beyrut, Halep ve Hail’den söz ediyorsunuz?” diyen ve kendini Arapların Kralı/Sultanı olarak gören Hüseyin “1 milyon sterline yaklaşan İngiliz altınlarıyla finanse edilmişti.”

Osmanlı’nın yıkılış sürecinde gücünü Batılı emperyalistlerden alan Arap Milliyetçiliği kendilerine özellikle uluslararası konferanslarda verilen devlet kurma sözleri tutulmayıp, İngiltere/ Fransa manda gücü olarak (1916 Sykes-Picot Anlaşması gereği kendi aralarında paylaşım amaçlı) bölgeye yerleşirken, bölgedeki Arap aşiretleri iktidar/krallık için birbirleriyle kıyasıya savaşacaklardır.

(Mekke Emiri Şerif Hüseyin karşısına çıkan Abdülaziz es-Suud liderliğindeki Vahhabi güçler karşısında 1925’de kaybederken, Hicaz’ı ele geçiren Suud Ailesi Suudi Arabistan Krallığı’nı 1932’de kuracaktır).

(Dünya Savaşında Araplarla yaşananlar F.Rıfkı Atay’ın “Zeytindağı” kitabında yalın ve hazin bir şekilde anlatılır.)

---------------------------

II. Dünya Savaşı sonrası Arap ülkelerinin çoğu bağımsızlıklarını kazanırken, Arap milliyetçiliği bölgede 1948’de kurulan İsrail devleti ile birlikte Arap-Yahudi çatışması ile farklı bir mecraya evrilecektir.

(1917’de İngilizlerin Balfour Deklarasyonu ile Yahudiler için bir vatan vaadi bölgenin tarihine eklenen yeni bir sorun olarak başta -trajik bir şekilde etkilenen- Filistin olmak üzere tüm bölge ülkeleri gelecek yıllarda derinden hissedeceklerdi. 20.yy ortalarından 21.yy çeyreğine gelinen süreçte; Bölgesel savaşlar/işgaller/içsavaşlar/mezhep çatışmaları/Arap baharı gelişmeleri çerçevesinde bir sarmal/kaos ortamı Ortadoğu bataklığı olarak addedilecekti.)

Lawrence’in mezarı üzerinde ölümünün 50. yıldönümünde bulunan, SM simgeli yazıda: “İhanete uğramış milyonlarca Arap adına… Biz Araplar için büyük düşleriniz vardı ve biz de, sizin ve yönetiminizin yardımlarıyla, yalnız Osmanlıdan özgürlük kazanmakla kalmayıp, aynı zamanda, 500 yıllık işgalden sonra, bir ulus olarak kendi hüviyet ve gururumuzu yeniden sağlayacağımızı umut etmiştik. Heyhat, Aurens(Lawrence), ölümünüzden 50 yıl sonra, bugün Arap dünyası, savaşlarla, komplolarla ve bölünmelerle kaynıyor ve geleceğimiz karanlık görünüyor…” (The Guardian Gazetesi, 20.5.1985).

Günümüz Türkiye’sinde, Arap kültürü ile yoğrulmuş siyasal İslamcılar/dinciler, Atatürk’ün Batı emperyalizmi yanında Arap kültür emperyalizmine karşı akıl ve bilimi, ulusal benlik ve bilinci öne çıkarmasını, Cumhuriyetle/devrimlerle birlikte kuldan birey, ümmetten yurttaş yaratmasını, kadın haklarını, dinsel istismarın/sömürünün önüne geçen laiklik kazanımlarını, modernleşme gelişmelerini bir türlü hazmedemeyecek, Türk halkına çağdaş bir toplum rotası çizen Atatürk’ü din karşıtı ve deccal olarak yansıtacaklardır.

Atatürk sonrası Arap kültür emperyalizmi, inanç/kutsiyet istismarı ve din/mezhep çerçevesinde, özellikle ABD’nin de desteğiyle, 1950’den itibaren kademe kademe, Anadolu topraklarında yeniden devreye sokulur. 

Türkiye, -özellikle 21. yy çeyreğinde kesintisiz AKP iktidarı sürecinde-, BOP/GOP projesi çerçevesinde “Türkiye’nin Araplaştırılması stratejisi” ile “Ortadoğu sarmalında bir ülke” olması kapsamında, -yine emperyalistlerce çıkarılan iç savaşların bir sonucu milyonlarca yasadışı Arap sığınmacının Türkiye’de barınmasının sağlanması yanında- arsa/arazi/emlak/turizm yatırımı ile vatandaşlığın bile satılık bir hale gelmesi sonucu demografik işgal olarak nitelendirilebilecek bir tehlike ile karşı karşıyadır.

Türkleri Ortaçağ cemaat yapısından millet yapısına ve şuuruna ulaştıran Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Atatürk; “Türk milletinin millî dili ve millî benliği, bütün yaşamında egemen ve esas kalacaklar” sözleriyle, ulus olmanın, ulusal bilince sahip olmanın, ana dil ve ulusal tarih konusunda bilgi/bilinç sahibi olmaktan geçtiğini çok iyi biliyordu. Kendi öz dili ve tarihi temelinde kendi öz kültürünü oluşturamayan uluslar bağımsız olarak yaşayamaz, tarihte görüldüğü gibi yok olurlar.

Cumhuriyet’in kazanımları ve değişimlerin farkına var(a)mayanlar veya değer bil(e)meyenler açısından farkındalık noktasında -üzerine basa basa/tane tane- izaha çalışırken;

Ulusal benlik ve bilinç, ulusal bağımsızlık ve egemenlik ile birlikte anayasada güvence altına alınan ‘demokratiklik, laiklik, sosyal hukuk devleti’ ilkeleri Cumhuriyet’in değişmez/değiştirilemez ilkeleri olarak olmazsa olmazlarımızdır.

(5 Ekim 2024)

Remzi KOÇÖZ









29 Eylül 2024 Pazar

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR - 30

“İslâm tarihi boyunca Arap-Müslüman düşünür/yazarların Türk hakkında serdettikleri görüşlerin Şeriat eğitimi altında Türk'ün (kendi kendini inkârı şeklinde) kafasına ve ruhuna işlenmesinden doğmuştur. Bu görüşleri Türk, kendi din adamının bunca yüzyılki bilgisiz tutumu ve fanatik gayretleriyle akıl/mantık/bilgi süzgecinden geçirmeksizin olduğu şekilde ve mutlak bir gerçekmiş gibi almış ve benimsemiştir. Türk'ü bu cehaletten kurtarmak için onun hakkında söylenen her şeyi, bunlar ne kadar acı olursa olsun, ortaya sermek şarttır.”  Prof. İlhan ARSEL

 ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ VE TÜRKLER

-İlhan Arsel ile Tarihsel Gerçeklikler-

Arap'ın kültür eğitiminde yer alan ve onun Türk'e karşı düşmanlık duygularını besleyen ve geliştiren eserlerin sayısı pek çoktur. Arap milliyetçiliğini Türk aleyhtarlığı duyguları ile birlikte perçinleyen Al-Ahzar eğitimi bu işin mihmandarıdır.

-“Türk’ün yok olmasından sonra düzen ve bolluk geleceği” inanışını geliştiren ve bu inanışı Kuran’ın Kefh suresi 94 ve Embiya suresinin 96. ayetlerindeki “Yecüc ve Mecüc” öyküsünden çıkaran Arap yazarlar olacaktır. (Abul Beka ad-Damiri, İmam al-Balki)

-1001 Gece Masalları, Arap’ın Türk'e karşı beslediği nefret ve husumet duygularının 9. yüzyıldan bu yana çeşitli devirler içerisindeki şekillenmesini gösterir. Binbir Gece Masalları Arap’ın Türk aleyhtarlığının mukaddes kitabıdır ve Türk'e karşı melanetinin örnekleriyle doludur. Arap kendisine has ne meskenet ve ne kadar kötü huy var ise ve başta Kur'an olmak üzere İslâm Peygamberi tarafından ve başkaca Müslüman yazarlarca kendisine izafe olunan ne kadar suçlamalar var ise -hırsızlık, yağmacılık, habislik, kabalık, merhametsizlik gibi- bu nitelikleri bütünüyle Türk'e has nitelikler gibi göstermesini bilmiştir.

-9.yy’dan itibaren Halifeler (Mu'tasım, Vasık, Harun Reşid vd) devirlerindeki Arap halklarının Türk'e karşı düşmanlık şekline giren kıskançlıklarının, “hırsız, yağmacı, merhametsiz” gibi suçlamalarının hikayeleri ile doludur.

-10.yy’da Hudud al-Alam;  “Türk yabani görünüşlü, kanun tanımaz ve savaşçıdır.”

-11.yy’da îbn el-Banna ve Sa'id el-Andalusi anılarında, Arab ahaliye karşı kötü davranışı bir olay üzerinden örnekleyip Türk aleyhtarlığı duygularını işleyecektir.

-Tarihçi Yakut (12.yy); “İslam’a en büyük kötülüğü yapan Türklerdir, medeniyet düşmanıdır Türkler.”

-Coğrafyacı Al İdrisi (12.yy); “Türk: zalim, sert, haşin, kaba güç temsilcisi, intikamcı, bencil ve savaşçı bir millet.”

-İslâm dünyasınca adeta ikinci bir peygamber gibi kabul edilen ve “Hüccetül İslam” diye yüceltilen İmam Gazali’ye göre; “Türk, zeka bakımından yeteneksiz ve tüm yaşamlarıyla dalalet içerisindedir. Türkler, zulmetle/karanlıkla perdelenmiş olanlar arasında yer alırlar. Kur'an ve Hadis hükümlerine göre cehennemlik olacaklardır.” (İslam'da akıl yerine nakli önceleyip içtihad kapısını kapatan Gazali'ye göre; akla değer veren aklın üstünlüğüne yönelen Mutezile sınıfı gibi kişiler bu kategoriye dahildir.)

-13. yy. İslâm ahlakiyatçısı Nasreddin Tusı’nin Türk hakkındaki kanaati: “Kaba, haşin, gaddar, cesur, hain.”

-Tarihçi Cuvaynı'nin (13.yy.); “Türk'ün geçtiği yer harabeye döner” şeklindeki sloganı İbn Tulun 16.yy’da yaşatmaya devam eder.

-Suriyeli Yazar Abdürrahman al-Kavaikibi (1849-1902): “İslâm'a kötülük yapan sadece Türklerdir ve Arap Türk'e nazaran çok üstündür.”

-Mısır Müftüsü Muhammed Abduh (1849-1905): “Ruhuna İslâm nüfuz edemeyen Türk İslâm medeniyetini söndürmüştür.”

-Müslüman Arap, -11.yy itibariyle- Türk idaresi altında yaşamaktansa Hristiyan hakimiyeti altında yaşamanın çok daha iyi olabileceği duygularını açıklar.

Arap'ın Türk nefretinin 20. yy yansımaları…

-İbn Cabir al-Baladuri (“Kitab Futûh al-Buldan”, 1916); Türk'ün dürüstlüğünü ‘saflık’, Acem'in/Arap’ın kurnazlığını ‘meziyet’ şeklinde görüp/gösterecektir.

-Arap düşünürü Seyid Ali Emir (1922);  İslâm Peygamberi köleliği kaldırmak istemiş fakat kölelik müessesesi onun arzusu hilafına devam etmiş. İslâm'da köleliği yerleştiren ve geliştiren Türkler imiş. Araplar Türklerle temas etmemiş olsalardı kölelik müessesesinden çoktan kurtulmuşlardı. (Seyid Ali Emir gibi bir diğer Arap yazarı, W. Arafat (1966): Türk düşmanlığı unsurunu kölelik konusunda sömürü vasıtası yapar.)

-Arap milliyetçilerinden Şeyh Muhammed Reşid Rida (1923); Türkler kadar İslâm'a zarar veren bir başka millet olmadığını belirtirken; Emevilerden sonra Halifeliği ele geçiren Abbasiler İslâm'ın uçuruma sürüklenmesi yolunu açmış. Fakat daha sonra Halifeliğin Arap olmayan ellere ve özellikle Türklere geçmesiyle bu uçuruma sürüklenme tam manasıyla hızlanmıştır.

-İslâm düşünürlerinden Taha Hüseyin (1938); Müslüman ülkeleri işgal etmekle Türkler bu ülkelerin Batı ile temasını kesmişlerdir ve medeniyet gelişmesine engel olmuşlardır.

-Arap milliyetçilerinden Abdülrahman al-Bezzaz (1952-1965): İslâm kültürünü ve medeniyetini barbar Türkler yok etmiştir.

-Mısır devlet başkanı Cemal Abdülnasır (“Mısır'ın Kurtuluşu; İhtilalin felsefesi”, 1955): Mısırlı'nın ve genellikle Arap'ın ilkel kalması nedenlerini Türk hâkimiyetinde arar. Mısırlının Tanrıdan dilediği tek şey; Tanrı Türk'ün cezasını versin.

-Arap yazarlardan H. B. Sharabi (1962): İslâm’da hür ve serbest düşünceyi Osmanlılar yok etmiş, içtihat kapılarını Osmanlılar kapamıştır.

-Arap milliyetçisinin 1971'lerdeki iddiası (N. Ziadeh): İslâm dini savaşçı bir din değildir, onu savaş dini haline getiren Türk’lerdir.

…………………………..

Yukardaki paragraflar Arap'ın, İslâm tarihi boyunca Türk/ler hakkındaki tutum/davranış/ duygularının sınırlı bir bölümünü özeti…

Sonuç olarak; Arap milliyetçisinin tezi şudur: İslam, hernekadar cihanşümul bir din olsada, özü itibariyle Arap için indirilmiş, Arap’ın niteliklerinden/tarihinden/geleneklerinden çıkmış bir dindir. Kuran ve hadis hükümleri bunun delil/belgesidir. Onlara göre İslam uygarlığının kurucusu Arap, yıkıcısı Türk’tür.

Tunuslu İbn Haldun; 14-15. yy’da Türk'ün lehinde olabilecek görüşe sahip nadir Arap düşünürlerden biridir. Yakın tarihin geniş görüşlü Arap düşünürlerinin değerlendirmesi tek başına yukarıdaki söylemlere bir cevap niteliğindedir; “Türk egemenliği ve idaresi altında yaşamış olmalarına rağmen, Türk'ün bile kendi bakımından hiç bir zaman sahip olmadığı bir milliyet duygusuna sahip olabilmişler ve Araplıklarını unutmamışlardır. Üstelik de Türkler Arapları Türkleştirmek ve milli benlik duygusundan yoksun kılmak için hiç bir teşebbüste bulunmamışlardır.” (Z. Zeime, The Emergence of Arab Nationalism/ Arap Milliyetçiliğinin Ortaya Çıkışı, Beyrut 1966)

Dinin kutsiyetine sığınılarak “Müslüman=Arap” şeklinde gerçekleştirilen ve Müslüman/ümmet kardeşliği adı altında “Araplaştırılarak kaybolan uluslar/halklar” tarihsel bir gerçekliktir.

Gelinen noktada; Arap'ın geri, Şeriat’ın ilkel kalmasının nedeni Türk'ten ziyade bizzat Şeriat'ın kendi tabiatından doğma engellerdir ve aslında tarihte Türk'ü de geri bıraktıran doğrudan doğruya Şeriat'ın gelişmeye/yeniliğe/özgür düşünceye ve yaratıcı zekaya yer vermeyen niteliğidir.

Öncelikle tarihsel gerçeklikleri, gelişimi/değişimi tespitle işe başlamak en doğru yol olacaktır.

(22 Eylül 2024)

Remzi KOÇÖZ





22 Eylül 2024 Pazar

GEZİ GÜN(LÜK)LERİ - 4

‘Larousse’de Gürcü kelimesinin karşısında “dünyanın en güzel ırkı” yazılıdır. Bir zamanlar Türkçe bilmedikleri için ‘dil bilmez Gürcü’ olarak türkülere giren ve Dedelerimin de aralarında bulunduğu Müslüman Gürcüler 93 Harbi denilen savaşın ardından Kafkaslardan Anadolu’ya göç etmişler.’

“Muhacirler Kaybedilmiş Topraklarımızın Aziz Hatıralarıdır.” Mustafa Kemal ATATÜRK

 ARTVİN ve ÖTESİ: GÜRCİSTAN / ACARA / BATUM GEZISI

‘Artvin’i 2000’li yıllarda ilk şark görevim sürecinde görmüş olsam da 2016-2017 yılları içerisinde yine görev gereği ard arda gelişlerimde fırsat yaratıp ayrıntılı gezmeye çalıştım. Artvin coğrafi olarak düz alanların pek olmadığı, yüksek dağ ve tepelerin arasından vadilerle geçit verirken bu vadileri nehir/çay/dere gibi su havzalarının oluşturduğu, Kaçkar ve Karçal dağlarının devasa orman alanlarının yemyeşil örtüsü, kışın karla birlikte beyaza bürünen örtüsü ile harika doğa manzaraları sunarken bir yandan da kartal yuvası gibi zor/güç/vahşi doğa koşullarını da beraberinde barındırıyor. Burada koşullar zor özellikle kışın daha da zor bu nedenle kent sürekli göç verirken barajlar, tüneller, zirveden giden yollarla Artvin ve çevresi şantiye alanı gibi.. Hes’ler, maden işletim izinleri ve çevrecilerin bunlara karşı eylemleri Artvin’i Türkiye gündeminde tutuyor.’

Artvin (Şavşat/Ardanuç/Borçka/Hopa/Kemalpaşa/Sarp)…

Öncelikle Artvin ve çevresini görüp Gürcistan / Batum’a 15 yıl sonra bu kez ailece geçmeyi günübirlik gezmeyi planlıyoruz. 22 Eylül 2017 Cuma gecesi eşim Şükran Ankara’dan kızım Duyunç ise İstanbul’dan uçakla Trabzon’a gelip oradan karayolu ile Artvin’e geliyorlar.

23 Eylül Cumartesi günü Ailece Artvin ve çevresini (Hatila Vadisi/Kafkasör ile Şavşat Karagöl /Ardanuç Cehennem kanyonu) gezmek üzere Saat 11.00 gibi harekete ederek Şavşat/Karagöl istikametine yönleniyoruz. Eşimle kızım gece geldiklerinden bölgenin yükseltisini pek farketmemişler, Artvin’i gündüz gözüyle İskebe denilen bölgeden yani en tepeden kuşbakışı izleyip beton köprüye/şehrin girişine varyantlar şeklinde dönerek iniyoruz. Çoruh nehrini geçip sağa doğru Erzurum/Ardahan istikametine devam ederken biraz ileriden sola Ardahan (Şavşat-Ardanuç) istikametine yönlenerek bu kez geniş varyantlarla yükselip Artvin şehir merkezini karşı cepheden izliyoruz. Artvin’i geride bırakıp iyice yükselip yolun sağındaki Fatih Milli Parkında kısa bir manzara molası verip seyir terasından Çoruh nehri üzerindeki barajı/gölü/doğayı resimliyoruz. Mola sonrası yine geniş varyantlarla inişe geçerek Çoruh nehrini uzunca bir köprüden geçip sola Ardahan/Şavşat istikametine yönleniyoruz. Yol bu bölgede biraz daralıyor, yer yer heyelanlarla, dağlık ve kanyon şeklindeki vadi içerisinden sağımızdaki derelerin yanından devam ederken yer yer yol çalışması ve heyelan tehlikesiyle karşılaşıyoruz. Şavşat’a yaklaşırken biraz yükselip ilçenin girişindeki eski kaleyi solumuzda ilçe merkezini sağımızda bırakıp alçalarak Karagöl yoluna sapıyoruz. (Sağa doğru devam eden Ardahan yolu üzerinde Sahara Milli Parkı var. Ordan öte Çamlıbel geçidi ve 45 km sonra Ardahan. 2002 yılında bu yoldan geçmiş, Karagöl’e zaman ayıramamış Ardahan’a devam ederken Sahara yaylasında rengarenk doğa manzarası görüntüsü çekmiştim.Çam ormanları yanında yeşilin tonlarını saran bitkiler ve rengarenk çiçeklerle büyülenmiştim. Bu kadar doğal ortamın tabiki diğer misafirleri olacaktır: kuşlar, arılar ve de yabani hayvanlar. Kışın bu bölgede ayıların köylülerin yiyeceklerine zarar verdikleri yönünde haberler yapılır.)

Karagöl yolu biraz dar ve stabilize konumunda, yer yer toprak ve bozuk satıhlar var. Bölgede kırsal bir yapı/yaşam karşımıza çıkıyor: Hayvancılık (büyük-küçükbaş, kümes, arıcılık), hububat (arpa-buğday-yulaf), meyvecilik üretimi mevcut. Evler, ahırlar, serenderler ahşap ağırlıklı. Zaten yerleşim alanları orman alanı içerisinde hem de Milli Park şeklinde turizme kazandırılan bir bölge içerisinde yer alıyor. Artvin-Şavşat arası 70 km yol katedip ana yoldan ayrıldıktan sonra yaklaşık 15 km daha yol katederek Karagöl’e 2 saat sonra 13.00 gibi ulaşıyoruz. Gölün isminin üst kısımlarda bulunan Kara/Karasu köyünden aldığı söyleniyor. Aracımızı park edip yaya olarak orman içersinde bulunan ve çöküntü sonucu oluşan Şavşat/Karagöl’ü geziyoruz. Milli Park konumunda çam ağırlıklı orman örtüsü ile kaplı gölün etrafında yaya yürürken gölün içerisindeki kırmızı alabalıklar ile siyah sazanlar size eşlik ediyor. İnsanlar gezmek/görmek için turlarla veya özel araçlarla piknik için gelirken küçük kamp çadırları dikkat çekiyor. Yaklaşık 1 saat bu doğal ortamda zaman geçirip geldiğimiz yoldan Şavşat ilçe merkezini de gezerek Artvin istikametine devamla, yol ayrımında sola Ardanuç istikametine yönlenerek 10 km kadar gidip yolun sağında bulunan Cehennem kanyonunda mola veriyoruz. (Şükran giriş merdivenlerinin ardından kanyonun birinci etabına kadar eşlik ediyor. Duyunçla beraber arazi tırmanışı yaparak kanyonun içerisine kadar gidip -yaklaşık 200-250 m derinliğindeki Kanyonu yarım saat içerisinde hızlıca gezip- parkuru tamamlarken bir nevi efor testinden geçiyoruz.)

Kanyondan, Artvin istikametine dönüşe geçip Çoruh nehrini solumuza alarak dağları tırmanıp zirveden inişe geçerken Artvin üzerinde bulutlar görüyoruz. Hava yağdı yağacak. Beton köprüden giriş yapıp Artvin şehir merkezine İskebe tarafına tırmanıp sağa Hatila vadisine yönleniyoruz. Günlük güneşlik olan hava kapatıp biraz çiseleyerek bizi korkutsa da vadiyi gezmeyi sürdürüyoruz. Su çalışması nedeniyle neredeyse tek şerit bozuk yoldan ağır ağır Cam Terasa ulaşıyoruz. İlk çıkarken biraz ürksek de zamanla alışarak yere bakmayı aşağıyı seyretmeye koyuluyoruz 300 m derinliğinde vadiden geçen çayın gürültüsünü duyuyoruz. Hava kararmadan Hatila vadisinden ayrılıp Kafkasöre doğru tırmanırken solumuzda kalan Atatürk anıtını uzaktan izlemekle yetinip zaman yetiremiyoruz. (Borçka Karagöl, Murgul Delikli Kaya bölgesi de gezemediğimiz yerler arasında.) Kafkasörde boğa güreşi ve oto/motosiklet etkinliklerinin yapıldığı alanları görüp havanın kararmasının ardından Koliva otelde yemek molası veriyoruz. Yemeğin ardından FB-BJK maçını izleyip günün koşturmacasından iyice yorgun düşmemiz nedeniyle saat:22.00 gibi Polisevine dönerek istirahate çekiliyoruz.  

(Bu gezdiğimiz bölgeler ile birlikte -Arhavi’den Murgul’a Macahel’e- Artvin’i 2016’da ayrıntılı gezmiştim.)



24 Eylül Pazar sabahı 09.00 gibi Artvin merkezden ayrılıp Borçka istikametine yol alıp Çoruh nehrinin kıyısında Çoruh Marina olarak adlandırılan belediye tesislerinde kahvaltı molası veriyoruz. Çoruh kıyısındaki doğal ortam bizi dinlendiriyor. Kahvaltı sonrası Borçka-Hopa istikametine devam ederken Cankurtaran sonrası hava kapatıp Hopa’ya hafif yağışla giriyoruz. Zaten sağımızda solumuzda yağışın etkisiyle dağlardan/ yamaçlardan akan sular küçük derecikler ve şelaleler oluşturuyor. Hopa’dan Kemalpaşa üzeri Sarp’a kadar TIR ağırlıklı araç konvoyu yolun sağ şeridini kapatmış. Saat 11.30 gibi Sarp sınır kapısına ulaşıp OHAL nedeniyle kurumsal izin belgeleri ile nüfus cüzdanları ile geçilse de biz pasaportları veriyoruz. İşlemlerin ardından Gürcistan tarafına geçiyoruz.

Gürcistan / Batum…

‘Gürcüler sıcak ve candan, neşeli insanlar. Yüksek sesle kavga eder gibi konuşmaları onların doğal durumları. Yani samimi insanlar, içten pazarlıklı olmayıp düşündüklerini çekinmeden/ gizlemeden/saklamaya çalışmadan pata pat söylüyorlar. Kaf dağının bu güzel insanlarının konuşmaları, şakalaşmaları, anlatımları bu minvalde!.. Kaba/dağ adamı görünümlü davranışları doğanın onlara sunmuş olduğu bir davranış durumu. Belki de kan bağı, Atalar, Aile orjinimiz nedeniyle Gürcüler bana sıcak/samimi/candan insanlar şeklinde görünüyor.’

15 yıl önce öğleden sonra 29 Ekim 2002 günü yağmurlu bir havada çıkış yapmış olduğum kapıdan bu kez ailece yine yağmurlu bir havada Batum’a geçiyoruz. Batum’u gezdirecek Dato N. ile 12.15 gibi buluşuyoruz. Mihmandarımız/rehberimiz Dato, 36 yaşlarında Batum/Sarp köyünden, Türkçe anlaşıyoruz. Dato’nun Gürcistan plakalı Mersedesiyle Sarp’tan ayrılıp Batum istikametine yol alıyoruz. Türkiye sınırına 25 km uzaklıktaki 250.000 nüfuslu şehrin yazın 1 milyonu bulduğunu söylüyor. Dato ile yer yer Gürcüce konuşmaya çalışırken dedemlerin göç ettiği Kedkedi köyünün Batum’un 30 km doğusunda Kobuleti sınırlarında olabileceğini söylüyor. Dato çoğunlukla bana dayı şeklinde hitap ederken yer yer emüce olarak da sesleniyor.

Gümrük kapısının sağında Sarp köyü solunda ise Karadeniz bulunuyor. Karadeniz her zamanki gibi hırçın ve dalgalı!  Sarp sonrası Kuharnati’yi geçiyoruz. Gonio’yu geçerken sağdaki Osmanlı döneminin Taş kalesi biraz bakımsız görünse de turizme kazandırılamasa da varlığını koruyor. Akhallsopeli’yi geçerken bataklık kurutan olarak bildiğimiz Okaliptüs ağaçları bize eşlik ediyor. Birazdan özellikle Artvin için yaşam kaynağı, ülkemizin debisi en yüksek olan, 100 km’lik bir alanda ardarda kurulmuş 3 barajı ile enerji deposu olan ve ülkemizde doğup uzunca bir yol katettikten sonra Batum’dan Karadeniz’e geniş bir delta oluşturarak dökülen Çoruh (Chorokhi) Nehrini geçiyoruz.  Ardından Türk firması TAV’ın işlettiği Batum havalimanını, Angisa-Kakhaber’i geçiyoruz. Bu arada yol boyunca neredeyse kilometre başına casino/kumarhane reklamları İngilizce ve Türkçe olarak da yazılmış. Batum içerisine girmeden sağda döviz bürolarının yanında durup Gürcü parası Lari alıyorum (100 Lari=150 TL), ayrıca Dato’ya da gezi için 100 Lari karşılığı olan 150 TL ödeme yapıyorum.   

Bu arada genel ve yerel seçimlere ilişkin aday afişleri görüyoruz. Dato bize Şaakaşvili’nin ABD ajanı olduğunu söylüyor. Zaten ülkede ABD karşıtı diğer alternatifin Rusya ile iyi geçinmek, o zamanda Rus ajanı olarak lanse ediliyor. Bizim ülkemizdeki gibi ekonomik açıdan çok güçlü olamayınca bağımsız bir politika izlemeniz zor. Gürcüler bir yandan da AB sevdasında, NATO’ya girmek için çaba sarf ediyor. Sanatsal/Kültürel açılardan Doğu’dan daha çok Batı’ya dönük bir yaşam özlemindeler. Trafikte yayaların geçiş önceliği yanında yaya geçitlerinde ışık yok ancak araçlar yayalara öncelik tanıyor.  İnsanların yaşam şekilleri -bizden birileri gibi- bana pek yabancı gelmezken, yüksek sesle konuşan candan ve içten sıcak insanlar. Yağmur ve havanın kapalı olması nedeniyle Batum girişine kadar pek resim çekemiyorum.

Batum’a yaklaşınca 15 yıl öncesinde bulunmayan Manhattan/Maslak benzeri yüksek binalar uzaktan seçiliyor. Serbest bölge konumunda casino/kumarhaneleri ile Sheraton, Hilton, Radisson gibi yüksek binalardan oluşan otel zincirleri yanında Sit alanı olan eski Batum olarak adlandırılan yerde Divan oteli de 3 katlı otantik bir otel açmış. Şehir merkezine yaklaşırken tabela da Kobuleti 31 km, Adıgeni 134 km, Akhaltsıkhe 157 km olarak belirtiliyor.

Dato sahile paralel uzanan Batum bulvarından ilerlerken sağa yanaşıp yüksek bir binanın yanında duruyor. Karşısında ters dizayn edilmiş kübik mimarisini andıran beyaz renkli iki katlı White Restoranı görünce biraz şaşırıyoruz. Araçtan inip birkaç poz alıyoruz. Yeni yüksek binaların arasında eski sosyal konutlar tipi balkonlarında çamaşır ve uydu antenleri ile binalar arada bakımsız bir şekilde kalmış. Kentsel dönüşüm günlerini sayıyorlar. Bu binalar birkaç yıla kalmaz yerini yeni binalara/gökdelenlere bırakırlar. Batum bulvarından liman istikametine doğru giderken sağımızda Piza kulesi benzeri ters şişe görünümünde yuvarlak bir bina, arkasında oval yüksek bir bina, yanlarında yeni binalar yer alıyor. Solumuzda ise yeşil alan olarak kalan, betona kurban edilmeyen yaklaşık 6 km’lik denize paralel sahil şeridini kaplayan Batum parkı yer alıyor. Bulvar boyunca sağlı sollu palmiye ve çınar ağaçları eşlik ediyor. Tiyatro binası gibi yer yer restore edilmiş tarihi binalar görüyoruz. Bulvarı tamamlayıp limana ulaştığımızda köşede Gürcü alfabesini oluşturan harflerin yer aldığı yüksek kule dikkat çekiyor (2012 yılında yapılan, 130 m yüksekliğinde DNA sarmallarına benzeyen mimarisi ile dünyada var olan 12 alfabeden biri olan Gürcü alfabesine atfedilmiş bir yapıt).

Batum limanı yine aynı konumunu koruyor. Batum’un değişmezlerinden, Karadeniz ticaretinin uğrak noktalarından çevresinde yeni yapılan yüksek kule benzeri yapılarla farklı bir görünüm kazanmış. Alfabe kulesi, Büyük dönme dolap, Ali-Nino aşk heykeli, Fener kulesi (21 m) bunların başlıcaları..

Batum limanını solumuza alıp doğu istikametine doğru ilerlerken tren garıda limanın hemen yanında solumuzda, otogar ise sağımızda konuşlanmış durumda. Yaklaşık 9 km kadar giderek dünyanın 3. Botanik parkına ulaşıyoruz. Dato bize girişi gösterip 1 saat sonra çıkışta buluşmayı söylüyor. Bizlerde Botanik parkına bilet alarak giriş yapıyoruz. Karadeniz kıyısında yükselerek devam eden parkın uzunluğunun 3 km olduğunu, içeride ayrıca bir ücret vererek şatıl benzeri küçük araçlarla gezebileceğimizi öğreniyoruz. Hava kapalı ancak yağış durmuş durumda. Her ihtimale karşın şemsiye, şapka ve uzun kollu giysilerimizi yanımıza alıyoruz. Biz yürüyerek 21 parkurdan 3 Parkuru gezebiliyoruz. İlk parkurda kırmızı renkli küçük alabalıklar ve ortasında yunus figürlü fıskiyeli yuvarlak küçük havuzun etrafı renkli motiflerle süslenmiş. Daha sonra Karadeniz sahilini yüksekten gören seyir yeri gibi alana geçiyoruz. Biraz yükselince deniz 100 m aşağıda kalıyor. Burada deniz ve yeşilin iç içe geçtiği bir manzara yakalıyoruz. Bir yandan da dalgaların kıyıyı dövmesini izliyoruz. Deniz kenarında yer yer tünelden geçen bir demiryolu mevcut. Botanik parkı üzerinde çok değişik ağaç, bitki ve çiçeklerle bezenmiş durumda. Milli park konumunda insanlığın ortak değeri olarak doğal sit alanı oluştuğundan betona çevirmeleri, yağmalamaları çok zor. Park alanı içerisinde kaldığımız süre içerisinde yeşile ve oksijene doyuyoruz. Bu arada bizim gibi Türk gezginci de çok, neredeyse adım başı Türkçe konuşan insanlarla, grupla karşılaşıyorsunuz. TİKA’nın 2016 yılında orman zararlılarına karşı projesine ilişkin bir tabela görüyoruz.

Yaklaşık bir saat dolaşıp çıkışa daha doğrusu giriş kapısına dönüş yapıyoruz. Dato bir arkadaşı ile tavla oynarken bizde dondurma yiyoruz. Botanik parkından ayrılıp çevre yolunu takiben Batum limanına doğru yapıları/kuleleri bu kez tersten izliyoruz. Limanı çevreleyen duvarlar renkli spreylerle duvar yazı ve süslemeleri ile kapatılmış. Limanın yanından sahil istikametine sağa dönüp teleferik istasyonu ilerisinde park ediyoruz. Dato bizi teleferiğin olduğu yere bırakıp buluşma saati veriyor. Teleferik şehir merkezinde limanın hemen yanından tepeye ormanlık alana doğru yükseliyor. Bilet alıp gondol şeklindeki teleferikle çıkarken;  şehri, limanı, denizi ve yerleşim yerlerini yüksekten izlemenin keyfini yaşıyoruz. Hava açıp güneş te çıkınca manzara daha da güzel görünüyor. Binaları ve şehri geride bırakıp tepeye doğru orman örtüsü, yeşillikler arasında kalan tek tük evlerin konumuna bayılıyoruz. Buralara otantik köy/yayla/şato görünümünde evler, butik oteller yapılmış. Bir ara seki şeklinde yükselen yerdeki mezarlık içerisinde, insanların taşlar üzerinde oturup piknik yaptığını gözlemliyoruz. Belki de dostlarını yakınlarını bu şekilde ziyaret edip yad ediyorlar. Yaklaşık 2.5 km sonra zirveye ulaşıp teleferikten inip seyir tepesinden Batum’u doyasıya seyrediyor; doğusunu-Sarp’a doğru, batısını Botanik parkına doğru, kuzeyini limana ve Karadeniz’e doğru bütün Batum’u resimliyoruz. Yarım saat sonra indiğimiz yerden yeniden binip bu kez geldiğimizin tersine limana doğru süzülerek iniyoruz. Teleferik gezimiz de 1 saatimizi alıyor. Teleferikle meydana inerken teleferik istasyonunun karşısındaki ara sokakta yer alan Orta Camii şehir merkezindeki tek cami olarak dikkat çekiyor.  Meydanın yanındaki bulvardan gelirken/geçerken caminin minaresini görebiliyorsunuz. Zaten Türk konsolosluğu da caminin yakınında sayılır.

Dato ile buluşup şehrin ana meydanı olarak anılan Avrupa meydanına doğru yol alıyoruz. Dato’ya merkezde yer alan büyükçe 3-4 katlı Kapalı Pazar yerini teleferikten göremediğimi, ayrıca görünür bir yapı olduğunu ve akıbetini sorduğumda Pazar yerinin yıkıldığını, yerine yeni binaların yapıldığını öğreniyoruz. Avrupa meydanında seçim çalışmalarına ait bir toplantı ve gösteri olduğundan meydanda duramayıp yavaşça geçerek araç içerisinden meydan ve çevresine bakıyoruz. Kalabalık grup arasından Medea heykeli ve fıskiyeli havuzu seçebiliyoruz. Sonrasında ara sokakların birinden geçerken Türk bayrağı asılı konsolosluk binasının yakınından geçiyoruz. Ardından Piazza Meydanı yakınında aracı park edip meydan ve çevresini yaya geziyoruz. Meydan bir İtalya klasiği/esintisi.. Meydanın ortasında mozaik işlemeli figürler, otel olarak kullanılan tuğla işlemeli saat kulesi, çevresindeki kafeler, Marco Polo restoranı,  kenarda vitray camlı bina ve önünde altın varaklı kadın heykeli, onun da önünde akan çeşme üzerinde elinde okla küçük Eros heykeli meydana renk katıyor.  Meydanın ve sokağın karşısında St. Nicholas kilisesi de tuğla örümlü yapısıyla meydana eşlik ediyor. Kilisenin dış duvarının köşelerinde yaldızlı figürler yer alırken,  fazla büyük olmasa da bahçe peyzajı, otantik görünümü ve içindeki figürleri ile dikkat çekiyor.

Piazza Meydanının ardından liman bölgesinden batıya doğru yay çizip sahil şeridine paralel uzanan Batum parkının önünde gezimizin son bölümüne geliyoruz. İndiğimiz yerden sahile doğru fıskiyeli havuz ve kenarındaki sütunlar üzerindeki eski Yunan Tanrılarını andıran balmumu heykeller görüyoruz. Orta bölüme doğru geldiğimizde fıskiyeli havuzun batısında Bambu ormanları görüyoruz. 15 yıl öncesinde daha geniş bir alanı kapsayan bambular biraz daha azaltılıp sembolik olarak yaşatılıyor. Bambuların yanındaki aradan girip beyaz sıra sütunları görüyoruz. Biraz daha ileriye gidince ahşap, dış yüzeyi işlemeli ve boyalı müze görünümlü bina dikdörtgen şeklinde uzuyor. Biz parkın bir bölümünü enine dikine kat edip fiber piramidi arasak da bulamıyoruz, kaldırılmış olabilir. Kafeleri, çeşmeleri, anıtları ve park alanları ile dikkat çekiyor. Park alanı içerisinde bilardo, pinpon masaları, voleybol, tenis sahaları, yürüyüş/gezinti alanları, bisiklet yolları ve çocuk parkları ne derseniz konuşlanmış. İçerisinde ördeklerin/kazların yüzdüğü, diğer kuşların serinlediği yapay bir göletin yer aldığı küçük bir hayvanat bahçesi yer alıyor. Arka planda rezidanslar, oteller, yüksek binalar yer alsa da sahil bandının yeşilliği korunmuş. Milli park kadar olmasa da çeşitli ağaç ve çiçeklerle bezenmiş, peyzaj açısından estetik bir görünüm yakalanmış. Deniz kenarına ulaştığınızda yaklaşık 70 m’lik bir alanın çakıl/kumsal karışımı bir alanda ahşap aksamlı prefabrik yeme-içme-dinlenme yerleri kafeler, deniz aktiviteleri için gereçler, cankurtaran kuleleri göze çarpıyor. Bizde Pierre Batumi denilen yerde denizi görecek şekilde oturup kendimize yöresel kaşarlı pidesinden “Haçapuri” söylüyor, bira ve çay içiyoruz. Oturduğumuz yerde günün yorgunluğunu atmaya çalışırken biraz dinlenebiliyoruz. Yaklaşık park ve çevresinde 1.5 saat zamanımız geçiyor. Karadeniz’e veda edip parkın içerisinden havuzlu fıskiyelerin yanından cadde üzerine çıkıp park yerinde bizi bekleyen Dato ile 17.30 gibi buluşuyoruz. Tabi onların saati bizden 1 saat ileri.. Dato nerede kaldığımızı geç kalacağımızı ima ederek biraz hızlıca hareket etmeye çalışırken, yer yer trafik limitlerin üzerinde sert ve hızlıca araç kullanıyor. Başka gezecek yer var mı diye sorduğumda Batum bu kadar diyerek gülümsüyor.

Batum Parkının yanından batıya yani Sarpa’a doğru geldiğimiz güzergahı bu kez az bulutlu ama güneşin batışına yakın geçeceğiz. Yine yüksek binalar/kuleler, oval/şişe benzeri yapıları geride bırakarak Batum merkezinden ayrılıyoruz. Sağımızda bir yel değirmeni olarak tasarlanmış disko/restoran görüyoruz. Havaalanı kavşağını geçtikten sonra Kvariati 6, Gonio 35 km tabelasının ardından Çoruh nehrini geçiyoruz. Solumuzda İstanbul pazarı var (Türkiye tarafında Sarp’a gelmeden Kemalpaşa da da var), sağımızda atıl bir arazide eski askeri kulübelerin olduğu bir poligon geçiyoruz. Bir ara okaliptüs yani bataklık kurutan ağaçların arasından geçiyoruz. Ardından kale solumuzda kalıyor. Uzaktan oyuncak/lego şeklinde Gürcü gümrük binasını görünce Sarp’a sınıra yaklaştığımızı anlıyoruz.

Yaklaşık 6 saatlik günübirlik Batum gezisi ardından Saat:18.00 gibi Sarp’a ulaşıp Dato ile vedalaşıp Gürcistan/Acara ülkesinden ayrılıp Trabzon havaalanına geçerken, hava yavaş yavaş kararıyor ve yağış başlıyor. Duyunç’u İstanbul’a yolcu edip, saat 23.00 gibi bizde Ankara’ya dönüyoruz.

(Ankara / 25 Eylül 2017)

Remzi KOÇÖZ





Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz