28 Aralık 2021 Salı

KARANTİNA GÜN(CE)LERİ - 38

 

Düşünmeyen beyinler, düşüncesizlere esir olmaktan öteye gidemezler.

İnsanlığın düşmanı cehalet; cehaletin düşmanı eğitimdir.”  

Mustafa Kemal ATATÜRK

 

KRİZLER

Dünyanın yaşadığı,

Büyük buhranlar/bunalımlar/sıkıntılar;

“Aniden oluşan olumsuz/kötü gelişmeler”

‘Kriz’ olarak tanımlanır.

Güzel ülkemin güzel insanları,

Geçmişte tüp/gaz/yakıt kuyruğu,

Günümüzde ise ekmek/gıda kuyrukları,

Sebze/meyve çadırları derken,

Krizlere aşina, adeta aşılı gibi.

Makuldür/masumdur/mazlumdur/metanetlidir,

İtibardan tasarruf etmeyenlere,

Devletin kasasını ‘Beytülmal’ anlayışıyla sahiplenmeyenlere,

Birden çok maaşlılara/kıyak emekliliklere,

Kamusal alanda genel mantık olarak,

-Hatta yönetenlerce benimsenmese bile-

“Devlet malı deniz yemeyen domuz/keriz”

Diyenler karşısında yine kanaatkardır.

Asya/Amerika gibi,

Dünyanın farklı coğrafyalarında,

Sokak taşkınlıkları/şiddet,

Vitrin yağmalanması,

Kamu/tüzel mallarına karşı,

Zarar vermeler pek yaşanmaz,

Yaşanan olumsuzluklara karşı,

Kendince sitem etsede,

Hep başkalarından/birilerinden bekler,

Tepki gösterilmesini,

Anadolu/yurdum insanı,

Yaşananları bir nebze kader olarak kabullenir,

“Durgun atın çiftesi pek olur” misali,

Demokratik tepkisini sandığa saklar,

Seçimden seçime kararını verir.

Ülke olarak katma değeri yüksek üretim,

Yeterince markalar ve istihdam yaratamayıp,

Ekonomik kalkınma olarak,

-Yedek parça/ aramal/ fason üretimle-

Sınıf atlayamayınca,

Gelişme/büyüme olarak,

Kala kala geriye,

Devlet bütçesiyle desteklenen,

-Köprü /Yol /Bina / Hes’ler gibi-

İnşaat sektörünün şişirilmesiyle,

Döviz/Borç krizi ile karşı karşıya kalınır,

Ekonomik literatüre girsin diye,

‘Beton Krizi’ olarak da nitelenebilir.

“Hazıra dağ dayanmaz” demişler eskiler,

Mirasyedi misali,

Ulusal varlıkları elden çıkarıp,

Üretime/istihdama dönüştüremeyip,

-Şatafata/ihtişama/savurganlığa yol verilince-

Varlıklar dışındaki güvence,

Döviz rezervleri eridikçe erir,

Betona/toprağa gömülür.

(Ankara / 22. 12. 2021)

Remzi KOÇÖZ

25 Aralık 2021 Cumartesi

KARANTİNA GÜN(CE)LERİ - 37

“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar, Önce onurlarını, sonra özgürlüklerini daha sonra bağımsızlık ve geleceklerini kaybederler.

Mustafa Kemal ATATÜRK


EMEK ve TASARRUFLAR…

20.yy’ın son çeyreğinde,

1978’de memuriyet nedeniyle,

Ekonomik güvenceye kavuşup,

Maaş adı altında parayla tanışınca,

Ekonomik bakış çerçevesinde,

Tasarruf ile de tanışılır.

Gençlik heyecanı/merakı ile

Ekonomi-Politik bilinçlenme sürecinde;

‘İktisat/Kamu Maliyesi/İsraf Ekonomisi’ okurken,

‘Kapital/Sermaye - Emek - Meta - Artık Değer’ döngüsünde,

Kapitale karşı safta yer alınır.

Marks’ın Kapital’indeki teoriye göre;

“Maddi malların üretimi, her toplumun varlığının ve gelişmesinin kökenidir.”

Tabi ki görünen köy kılavuz istemez;

Üretmeden/markalar yaratmadan,

Tüketen toplumların dışa bağımlılıkları kaçınılmazdır.

Türk ekonomisi;

Cumhuriyet ile başlatılan,

Tam bağımsızlıkçı bir dış politika,

Kalkınma/sanayileşme hamlesi,

II. Dünya Savaşı sürecinde sekteye uğrar.

Türkiye, Atatürk’ün;

“Ayrıcalık tanıyan ve bağımlılık doğuracak dış anlaşmalar yapılmamalıdır”

Sözüne/vasiyetine rağmen,

Yeniden yapılandırma amacıyla,

-karşılıklı yardım, kredi, borçlanma gibi-

Yapılan ve ayrıcalık tanıyan ikili anlaşmalar,

Batıya bağlanmanın adımları olur.

ABD’nin; ‘Tarım öncülüğünde kalkınma stratejisi’ kabul edilip,

Sanayi Planı’ndan vazgeçilerek,

Yeni kapitülasyonlara kapı açılır.

Bütçenin sürekli açık vermesi, dış borçların artması,

Dışa bağımlı yapıyı daha da artırır.

Ve sonrasında,

1970’li yıllarda yaşanan krizle,

Uluslararası sermaye kurullarınca,

İstikrar adı altında,

1980, 24 Ocak kararları yansırken,

Yapısal dönüşüm yaşanır.

Finans kapital egemenlerince,

Ekonomi-politika olarak:

Liberal anlayış hakim kılınır.

Serbest piyasa ekonomisi,

Para/kur politikaları derken,

1990’lar ortasında 94 krizi,

21. yy’a girer girmez,

-hoş geldin misali-

2000-2001 krizleri yaşanır.

2008-2009 küresel krizleri teğet geçse de,

2018’de yaşanan döviz/borç krizi,

Ekonomi-politik kararlarla kamçılanıp,

Cari açık açıldıkça açılarak,

Enflasyon stagflasyona ulaşınca,

2021 yılının son çeyreğinde,

Türk Lirası aşırı değer kaybederken,

Devalüasyon sınırında,

“Dolarize/Dolarizasyon” sözcükleri,

Ekonomi sözlüğüne kazandırılıp,

Toplumsal yaşam;

Dövize/‘Dolar’a endekslenirken,

Sermaye/emek denkleminde,

Tasarruflar erir, alım gücü azalır…

(Ankara / 21. 12. 2021)

Remzi KOÇÖZ

19 Aralık 2021 Pazar

KARANTİNA GÜN(CE)LERİ - 36

“Sevgi Tanrı’dır ve Tanrı sevgidir. Bu güç her şeyi açıklar ve yaşama anlam katar.”  Albert EİNSTEİN

‘DİN ve AHLAK’ ÜZERİNE…

Dinler çok sayıda,

Yeryüzünün heryerinde çeşit çeşit,

Antik semitik/politeist/çok tanrılı dinler,

Semavi/monoteist/tek tanrılı dinler,

Özellikle inanç öznelinde,

Toplumsal çerçevede,

Zorlama/zorluklar yerine,

İman ve irade öngörsede,

Savaşlarla/baskılarla,

Korku/ölüm ağırlıklı,

Zoraki kabullenme!

Aslolan Din/İnanç;

Gösterişte değil yürekte,

İnsanın ruhunda olmalı.

Ahlak ise,

Yeryüzünde tek,

Gönüllü bir seçim,

Akıl/vicdan karmaşası,

Yaşama ait yüreğindeki sevginin,

Dışa/davranışa yansıması,

İnsan olmanın/kalmanın,

Yegane dayanağı,

O zaman,

Dini özünde/kendi içinde yaşayıp,

Ahlaklı olmayı yeğliyor insan!

(15 Aralık 2021)

Remzi KOÇÖZ

12 Aralık 2021 Pazar

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR – 20

 

Türk toplumu, 1923-1938 arasındaki 15 yılda, tarihinin hiçbir döneminde görmediği devrimci bir dönem yaşadı. Bu dönemde, değişim ve dönüşüm o denli hızlı ve köklüydü ki, böyle bir alt üst oluş Dünya tarihinde de görülmemişti.”   (Metin AYDOĞAN)


               TÜRK DEVRİMİ

Kurtuluş Savaşından hemen sonra Türk toplumu devrimlerle çok kısa bir zamanda bir çağdan yeni bir çağa taşınmış, Türk ulusunu geri bırakmış tüm kurumlar zorla yıkılarak, yerine milletin uygarlığa doğru ilerlemesini sağlayacak yeni kurumlar’ kurulmuştu. Devrimler, her daim her şeyi sadece yıkarak değil, yapıcı-kurucu olduğu zaman bir değer taşıyacaktır.

Atatürk, Türk Devrimi için; "Uçurumun kenarında yıkık bir ülke. Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş. Ondan sonra içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler. İşte Türk Devriminin kısa bir anlatımı..." derken, devrim anlayışı için, “Devrimler yalnızca başlar, bitişi diye bir şey yoktur” diyordu.

Türk Devrimi, üzerine çok söz söylenegelmiş, -Türkiye’de nitelik ve tarihsel boyutu açısından çok az sayılabilecek araştırma/inceleme dışında yeterince kavranıp/anlaşılamasa da-, özellikle Batılı bilim adamlarınca özel bir itina ile incelenmiş, Fransız ve Rus Devrimi ile kıyaslanırken, bu hususta yapılan değerlendirmelerin bir kısmı hem nesnel hemde çok özeldir:

Fransız Araştırmacı Paul Gentizon; Sürekli devrim sözü, gerçekte Türkiye’den başka hiçbir ülkede yer tutmamıştır. Fransız Devrimi siyasi kurumlar alanıyla sınırlı kalmıştır. Rus devrimi, sosyal alanları sarsmıştır. Yalnızca ve yalnızca Türk Devrimi’dir ki; siyasi kurumları, sosyal ilişkileri, din kurallarını, aile ilişkilerini, ekonomik yaşam geleneklerini, hatta toplumun moral temellerini değiştirmiştir. Her değişim yeni bir değişimin nedeni olmuş, her yenilik bir başka yeniliğin koşulunu oluşturmuştur. Değişimin tümü, halkın yaşamında yer tutmuştur.

Fransız Toplumbilimci Maurice Duverger; : Kemalizm, Moskova ve Pekin’in etkisinde kalmamış azgelişmiş ülkelerde, doğrudan ya da dolaylı çok yönlü sonuçlar uyandırmıştır. Kemalizm, Kuzey Amerika (ABD) ve Batı Avrupa rejimlerinde bulunmayan nitelikleriyle, Marksizmin gerçekten alternatifidir. Marksizm uygulamasına girmek istemeyen ülkeler, Batı demokrasisi karşısında saptadıkları yetersizliklere çözüm getiren Kemalist modeli tercih edebilirler.

İngiliz Tarihçi Arnold Toynbee; Öyle bir dönem düşünün ki, Batı dünyamızdaki Rönesans, Reform ve Sanayi devriminin tümü bir insanın yaşamına sığmış olsun” sözleriyle Atatürk ve Türk Devriminin derinliğini kısa ve öz bir şekilde yansıtır.

Türk Devrimi; Ülke açısından, Atatürk’ün ölümünden sonra geliştirilemeyince doğal olarak karşı devrim süreci yaşayacaktır. Toplumların gelişiminde değişim genellikle ileri yönde olagelmiş, bu değişim sürecinde yüzyılları aşan gelgitler yaşanmıştır. Atatürk ile bütünleşen -tam bağımsızlık/ulusal egemenlik gibi ulusal varlığı ayakta tutan uygulamalar, emperyalist saldırı altında yok edilmeye çalışılsa da- Devrimin izlerini/getirisini toplum yaşamından silmek kolay olmamakla birlikte, Türk Devrimi de -100 yıllık sürecinde kendi doğasında- gelgitini yaşarken; toplumun bilinçlenmesi, Atatürk ve Devrime sahiplenmesi durumunda değişimi/gelişimi yeniden yakalayarak, kaldığı yerden devam edecektir.

(12. 12. 2021)

Remzi KOÇÖZ

28 Kasım 2021 Pazar

GÜÇ & DEHA

 

Narsist / Demagog nitelikli kişi(lik)ler,

Siyasetçi olabilirler ancak Devlet Adamı olamazlar.’


GÜÇ/KORKU & DEHA/SEVGİ

Güçle/hasetle/kibirle yürekleri dağlanan,

Bencil/doyumsuz mutsuz kişiler,

Kendileri gibi çevrelerine de huzur vermezler.

Ülkelerin başına yönetici olmaları durumunda,

İnsanları kin/nefret söylemleriyle ayrıştırıp,

Yaşanılan ortamı huzursuz ve mutsuz kılarken,

İçinde yaşadıkları toplumların akıbetleri de belirsizdir.

Tarihte buna örnekler çokça;

Yaşadıkları dönemde insanlara/toplumlara,

Korku salarak güç devşirenler,

-Hitler, Mussolini, Stalin gibi heybetliler-

Ve günümüz türevleri,

Tarihin tozlu sayfalarında,

Un ufak olup nefretle anılırken,

Atatürk gibi dehalar ise tarihin derinliğinde,

Yüzyıl sonrasında bile sevgi ile anılarak,

Her daim yüreklerde yaşayacaktır…

(11 Kasım 2021)

Remzi KOÇÖZ

21 Kasım 2021 Pazar

TARİHTE BUGÜN/LER (21 Kasım 1923)

 “Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türkiye’nin son mareşali, Türk tarihini ve toplumunu değiştiren bir başbuğdur. O ayrıştıran değil bütünleştirendir. Sığ değildir. 15 yıllık zaman dilimi bir model olarak insanların hafızasında ve önünde halen durmaktadır.” Prof. İlber ORTAYLI

İSTİKLAL MADALYASI (21 Kasım 1923)

Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’e İmparatorluk döneminde çoğu savaş başarıları nedeniyle çok sayıda madalya ve nişan verilmiştir. (Erzurum’da askerlikten istifa edip her türlü makam/rütbeden sıyrılarak “sinei millete” dönmesinin 1 ay sonrasında 9.8.1919’da nişan/madalya/rütbeleri geri alınıp, 4.2.1920’de tekrar iade edilmiştir.)

Ancak, Atatürk için önemli olan geçmişteki nişan/madalya/paye/ rütbelerden öte işgal altındaki ulusunun istiklal mücadelesinin lideri/başkomutanı olarak yedi düvele karşı ulusal kurtuluş savaşını kazandırıp ulusunu bağımsızlığa kavuşturarak Türkiye Cumhuriyetini kurmaktı. O’nun için en önemli ve değerlisi Cumhuriyet dönemindeki tek madalyası olan ve (98 yıl önce bugün) 21 Kasım 1923 tarihinde Türk Ulusu adına TBMM tarafından verilen kırmızı-yeşil şeritli İstiklâl Madalyası olacaktı.

Bir Özel Madalya…

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak yaşamı süresince özellikle Batılı ülkelerce verilmek istenen ödül/nişanları kabul etmediği bilinen Atatürk’e, Amerikalı yazar/mizahçı Mark Twain adına kurulan bir derneğin madalya verişi O’nu çok hoşnut edecektir.

4 Kasım 1937’de, Fahri üyelerini İnsanlığa hizmeti olan bireylere kendi teklif eden ABD’deki Uluslararası Mark Twain Derneği tarafından; "Türk milletine neşe içinde yaşama yolunu açtığı ve rehberlik ettiği" gerekçesiyle madalya verilmesi üzerine,  genelde ödül/nişanlara rağbet etmeyen Atatürk’ün neşelenmesine/mutlu olmasına çevresindekilerin şaşırmalarına; “Yaşamımda işittiğim en büyük kompliman budur. Benim insan tarafımı övüyorlar” sözleriyle sevincini dile getirir. Söz konusu Derneğin Başkanı tarafından 15.6.1938 tarihinde Atatürk'e gönderilen mektupta: "Zamanımıza, geçmiş devirleri Büyük İskender, Jül Sezar ve Napolyon'undan daha şanlı bir isim bıraktınız. Askeri ve sivil dehanız bütün insanlık tarihi üzerinde derinden etkili olmuştur"  şeklinde yer alan sözcükler bir kahramanı onurlandırmaktan öte tarihe not düşülmesi açısından çok anlamlıdır.

İstiklal Madalyası verilmesinin yıldönümünde, başta Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere İstiklal Mücadelesine katılan tüm Kahramanlarımıza minnet ve saygılarla...

(21 Kasım 2021)

Remzi KOÇÖZ


9 Kasım 2021 Salı

SELANİK’TEN ANITKABİR’E BİR DEV

Öleni anma (yad etme), vefadır!…

Hele ki; bu ülke, bu devlet, bu halk,

Bu günlerini O’na borçluysa, vefa bir asli görevdir.

İnsanlık bunu böyle söyler; din de öyle emreder…”

(Mehmet Halil ARIK - Emekli Eğitimci)


SELANİK’TEN ANITKABİR’E BİR DEV

O, Annesi Zübeyde’nin sarısı/ çocuğu,

15 yaşına kadar Mustafa iken,

Askeri lisede/Rüştiye’de,

Matematik zekasına/seçkinliğine Kemal adı verilip,

Harbiye’yi bitirmesinin ardından,

İsminin önündeki rütbeler,

Cephelerden/kıtalardan/savaşlarla bir bir yükseldi.

34 yaşında Çanakkale’yi geçilmez kıldı.

Çanakkale Destanı ile rütbe olarak General olsada,

Halk nezdinde Mustafa Kemal Paşa oldu.

38 yaşında Samsun’dan Kurtuluş meşalesini yakıp,

Kuvayı Milliye’nin önderi olarak,

Amasyada “ya istiklal ya ölüm” diyecek,

Erzurum’da sinei millete dönsede,

Mustafa Kemal Paşa olarak kalacak,

Sivas’ta mandaya hayır diyerek,

39 yaşında Ankara’da,

Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” şiarıyla,

TBMM özelinde Türkiye’yi kurdu.

TBMM Başkanı,

TBMM orduları başkomutanı olarak,

Hattı müdafa yok, sathı müdafa var” diyerek,

Sakarya’da düşmanı durdurup,

Türkün makus talihini geri çevirirken,

40 yaşında hem Gazi hem de Mareşal olurken,

41 yaşında ulusunun Başkomutanı olarak

Ordular ilk hedefiniz Akdeniz” diyerek

İzmir’den düşmanı kovdu.

Zulme/zalime diz çöktürüp,

Ulusunun önünde ezilen uluslara önder olurken,

Türk devletinin bağımsızlığını dünyaya duyurdu.

42 yaşında ülkeyi Cumhuriyet ile taçlandırıp,

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı oldu.

53 yaşında Türk ulusunun atası Atatürk olurken,

Türk ulusu O’na sonsuzluk tacı giydirecektir.

15 yılda gerçekleştirdiği devrimlerle/reformlarla,

Ülkesini geleceğe/çağdaşlığa taşıdı.

Türk ulusunun sevgisine/saygısına mazhar,

Bir kahraman ebedi şef oldu.

57 yaşında yaşamını yitirip,

Son yolculuğunda,

Sonsuzluğa uğurlanıp ölümsüzleşirken,

Türk ulusu yanında tüm dünya ağladı.

Sadece ulusunun değil,

Tüm ezilen ulusların/halkların gönlünde,

Atatürk olarak yaşamaya devam edecek.

7’den 70’e herkes,

Anıtkabir’den önce O’nu yüreğine gömdü.

Ulusunun kurucu önderi,

Kısa yaşamında büyük izler bırakıp,

Devleşip yüceleşerek,

Yüzyıla damgasını vurdu,

Yüzyılın ötesine taşarak...

(08 Kasım 2021)

Remzi KOÇÖZ


7 Kasım 2021 Pazar

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından -NOTLAR - 19

 ‘Büyük önder Atatürk, Kurtuluş sonrası Kuruluş sürecinde sık sık yurt gezisine çıkarken, yaşamının son yılında da hastalığına rağmen halkın sorunlarını yapılanları/yapılamayanları yine yerinde görüp/dinlemek üzere  çıktığı Doğu Anadolu gezisi sonrası gördüğü yoksulluk, bölgesel farklılık onu çokça üzmüştür.’

İnsan Ömrü Çok Büyük İşleri Başarabilecek Kadar Uzun Değil…

Atatürk; 1937 yıl 12-20 Kasım tarihleri arası, Başbakan Celâl Bayar, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya ile birlikte Ankara’dan trenle Doğu seyahatine çıkar. Sivas, Malatya, Diyarbakır, Elazığ, Tunceli, Adana, Mersin, Konya, Afyon, Eskişehir’de,  ziyaret/ inceleme/ denetleme/ açılış/ temel atma gibi resmi işler yanında, halkla daha yakından temas edecek, gidişatı yerinde gözleyecektir. Ankara’ya dönüşü  ve doğu seyahati izlenimleri hakkında (20.11.1937): “…Gerçek insanlık, tereddütsüz kabul eder ki Türkiye Cumhuriyeti ve onun bugünkü sahipleri olan Türkleri bütün dünya uygarlık ve insanlığı için bir benzeme örneğidir” demeci ulusal basına yansıyacaktır. 

O’nun asıl duygu ve gözlemleri ise aşağıdaki sözler çerçevesinde anlamlıdır:

“İnsan ömrü yapılacak işlerin büyüklüğü ve zorluğu karşısında çok cüce kalıyor Gökçen. Geçtiğimiz yerlerde fabrikalar görmek istiyorum. Ekilmiş tarlalar, düzgün yollar, tertemiz sağlıklı insanların yaşadığı evler, büyük yemyeşil ormanlar görmek istiyorum. İstanbul’da ne medeniyet varsa, Ankara’ya ne medeniyet getirmeye çalışıyorsak, İzmir’i nasıl mamur kılıyorsak, yurdumuzun her tarafını Anadolu’nun her yerini aynı medeniyete kavuşturalım istiyorum. Ve bunu çok ama çok çabuk yapmak istiyorum. Dedim ya insan ömrü çok büyük işleri başarabilecek kadar uzun değil. Mamur olmalı, Türkiye’nin her tarafı müreffeh olmalı. Ben yapabildiğim kadar yapayım, sonra ne olursa olsun demek yok benim kitabımda. Geleceğin Türkiye’sini, geleceğin halkını düşünmek benim görevim. Bir iş aldık üzerimize, bir savaşın üstesinden geldik. Şimdi ekonomik alanda savaş veriyoruz. Daha da vereceğiz. Bu heyecanı yaşatmak, bu heyecanın ürünlerini görmek gerek.” (Sabiha GÖKÇEN, “Atatürk’le Bir Ömür”)

Aslında az zamanda büyük işler başarmıştı! O, Türk tarihinin seyrini değiştiren, Türklüğü yeniden diriltip kurtuluşa götüren, bağımsız Türk yurdunda son Türk devletini kuran ve Türk ulusunu çağdaşlığa / uygarlığa yönlendiren kurucu bir önderdi.

Söylemlerini hayal ve maceradan öte gerçeklerle örtüştürürken bir temeli, bir dayanağı ve bir tutarlılığı olmakla birlikte, eyleme dönüştürmekten de geri kalmaz,  söylediğini yapardı.

Tüm çabalarına/başarılarına rağmen, yukarıda aktarılan örnek bağlamında; yapamadıklarını, içersinde uhde kalanları açıkça dile getiren, özeleştirisini esirgemeyen, yönetim anlayışında hamaset ve demagojiye yer olmayan, ulusuna özgüven aşılamaya çalışan vede yaşamını ulusuna adayan eşsiz bir liderdi. 

 (07 Kasım 2021)

Remzi KOÇÖZ

31 Ekim 2021 Pazar

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR – 18

‘Türkiye, Lozan’da Avrupalılara ayrıcalık/bağımlılık tanıyan kapitülasyonlardan kurtulunulmasının ardından, Atatürk’ün: “Bağımsızlık benim karakterimdir”, “Ayrıcalık tanıyan ve bağımlılık doğuracak dış anlaşmalar yapılmamalıdır” sözüne/vasiyetine rağmen yabancı bir devlete ayrıcalık tanıyan ilk ikili anlaşmayı 1939’da ABD ile yaparken 1946’da da borçlanma anlaşması imzalar. Bu anlaşmalar ABD ile sonraki süreçte yapılan sayısız anlaşmaların vede dışa bağımlılığın başlangıcı olacaktır.’

ULUSAL BAĞIMSIZLIKTAN KÜRESEL BAĞIMLILIĞA

-Kore Savaşı/ NATO/ Üsler /ABD ile İkili Anlaşmalar-

Kore Savaşı, 2. Dünya savaşı sonrası ABD ile SSCB arasında çağın en önemli çatışmalarından biriydi. Savaş, iki millet/memleket arasında değildi. Hele Türkiye açısından bir vatan/millet/din savaşı hiç değildi.

Türkiye’de çok partili sisteme geçilmesinin ardından iktidar olan Demokrat Parti (1950),  daha 2 aylık hükümet iken Kapitalist-Sosyalist bloklar arasında bu cephe savaşına katılma kararı alır. TBMM kararı olmaması nedeniyle anayasaya aykırı bu kararın eleştirilmemesi için yasa çıkarılır. DP Hükümeti bu savaşa katılmanın gerekçesi olarak; Türkiye’nin Atlantik Paktına (NATO) kabul edilmesi için yaptığını ve bu suretle dökülen kanların, bu pakt içinde emniyetimizin bir bedeli olduğunu savunacaktır.  

Başbakan Adnan Menderes “NATO’ya kabulümüz talihli bir tesadüf olmuştur. Zamanı gelince ektiklerimizi biçeceğiz”, Başbakan Yrd. Samet Ağaoğlu  “Kore’de bir avuç kan verdik ama böylece büyük devletler arasına katıldık”, O dönem NATO Daimi Temsilcisi konumundaki Fatin Rüştü Zorlu ise NATO’ya kabul toplantısında; “Karşınızda büyük bir istekle ve kayıtsız şartsız işbirliği zihniyetiyle hareket etmeyi ilke edinen bir Türkiye bulacaksınız” diyecektir. (Kore’ye ilk etapta 4000 kişilik askeri bir birlik ardından 15.000 kadar mevcut gönderilir. 3 yıl kadar süren savaşın sonunda 721 asker yaşamını yitirirken, 175 kayıp, 2147 yaralı verilmiştir.) 

DP iktidarının Kore Savaşına gereksiz/sorumsuz/meclisten habersizce katılışının asıl sonucu, bu iktidarda ve dış sorun ve bağlantılarda sorumsuz hareket cesaret ve alışkanlığına yol açmasıdır. Bunun en önemli belgeleri de DP’nin son dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun imzalaması ile yürürlüğe giren bazı ikili anlaşmalara, cesaretle/sorumsuzca imza atabilmesidir. Bunların en önemlisi/tehlikelisi ve karşı tarafa hiçbir taahhüt yüklemeden yürürlüğe giren ABD Dışişleri bakanı Dulles’le imzalanan “Ana Mukavele” ile ABD Türkiye’de yalnız düşman saldırısı halinde değil, anlamları hala belli olmayan “yıkıcı faaliyetler, dolaylı saldırı” gibi hallerde de memlekete ve kendi takdiri ile müdahale yetkisini almıştır.  

DP iktidarının, Meclisten yetki almadan Kore savaşına katılma kararı, ortak bir statüsü bile bulunmayan CENTO ittifakına dayanılarak ABD ile imzalanan ikili anlaşmalar (53 karar/metin) çerçevesinde, özellikle müstemleke ülkelerinde kurulan üslerden kurularak, bu üslerden çevre ülkeler yanında Türkiye içerisinde gerçekleştirilen operasyonlar iç güvenlik ve bağımsızlığın, kayıtsız şartsız ve tek taraflı olarak bu ülkenin takdirine bırakılması ki, işte bu, ulusal bağımsızlık çerçevesinde anayasanın çok ağır ve emsali görülmemiş bir şekilde ihlaliydi. 

Bu sorumsuz ve anayasa dışı hareketlerin yüksek adalet divanına getirilmemiş olması ise ayrı bir muammadır. Yassıada mahkemelerinde, asıl yargılama yapılması gereken konular bunlar iken “Köpek/Bebek” davası gibi yüce divanla ilgisi olmayan konularda yargılama yapılması tıpkı 1.Dünya savaşındaki Türk-Alman ittifakının sırları gibi tarihin derinliklerine gömülür.

Sonrasında artan bir yoğunlukla dışa bağımlı hale getirilen ülkemde, 60 yıllık süreçte ABD karşıtı bağımsız/ulusal politika yürüten Türk hükümetlerinin akıbetlerine tanık oluruz.

Gelinen süreçte, Türkiye, 100. yılına doğru yol alırken Atatürk’ün oluşturduğu uluslararası saygınlığı ve ulusal bağımsızlığı yeniden yakalayabilecek mi?

(30 Ekim 2021)

            Remzi KOÇÖZ

29 Ekim 2021 Cuma

CUMHURİYET / DEVRİMLER ve AŞILAMA

“Atatürkçülük, aynı zamanda bir gençlik iksiridir.”

                                   (Mine G. KIRIKKANAT)

CUMHURİYET / DEVRİMLER ve AŞILAMA

Devrimler;

Toplumların bağımlılıktan kurtulması,

Güruha/sürüye dönüşmemesi için,

Bir avuç insanın gerçekleştirdiği,

Değişim/dönüşüm/yenilikler,

Bir nevi toplumsal aşılama.

Atatürk,

Cumhuriyet ve Devrimler ile

Türk toplumunu;

Sağlam bir bünyeye ulaşması,

Dünya ölçeğinde,

Uygarlık ve bağımsızlık adına,

Özgür/saygın kişilikte,

Kula kulluktan kurtulunması,

Yurttaş bireye dönüşmesi için,

Çağdaşlık ve kültür ile aşılamış.

(29 Ekim 2021)

Remzi KOÇÖZ

*98. Yılında / Yaşında, Yaşasın Cumhuriyet!





Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz