29 Ağustos 2023 Salı

BÜYÜK ZAFER (101)

            BÜYÜK ZAFER: KURTULUŞ DESTANI

Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktası olan Sakarya Savaşı, Türk Ulusunun 238 yıllık makus talihini yenerek Anadolu’da düşmanın durdurulduğu, yeniden dirilişinin destanıdır.

Sakarya Zaferinden sonra kesin sonuçlu bir harekâta girişme sırası Türk ordusuna gelmişti. TBMM Orduları -Batı Cephesi kuvvetleri, Sakarya'da hayli kayıplara uğramış, yıpranmış, silah, araç ve gereç yönünden eksilmiş- planlı ve programlı ciddi çalışmalar gerektiren genel taarruz için -yaklaşık 10.5 aylık hazırlık evresi gibi- yoğun bir çaba içine girmiştir. (İnsan, silah ve makine sayıları açısından Yunan ordusunda üstünlük olduğu görülürken, Türk ordusu yalnız süvari birliği/kılıç yönünden üstündür.)

“Düşmana saldırmak için verilen kesin kararı uygulamadan önce 3 unsurun -Milletin desteği, Meclisin kararlılığı, Ordunun hazırlığı- yeterli düzeyde hazırlığının tamamlanması zorunludur.” Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın bu dehası, öngörüsü zaferi getirecektir.

Büyük Taarruz hazırlıkları esnasında TBMM’de gelişen muhalif yapı “Başkomutanlık Kanunun” süresinin uzatılması gibi meclis faaliyetlerinde olumsuz yönde direniş sergilerken, Mustafa Kemal Paşa bir satranç ustası gibi kararlılıkla iç cepheyi sağlam tutmaya çalışır.

Büyük Taarruz öncesi; “Düşündüğümü uygulayacak zamanım olursa dünyanın gözlerini kamaştıracak bir askeri manzara ortaya çıkacaktır” demesinin ardından 26 Ağustos 1922 günü düşündüğünü uygulayan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın askeri dehası/öngörüsü ile 6 ayda aşılamaz denilen mevziler 6 güne kalmadan bir bir geçilecek, 26 Ağustos sabahı Afyon/Kocatepe’de başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos Dumlupınar’da verilen Meydan muharebesinin ardından 9 Eylül’de İzmir’de düşmanın denize dökülmesiyle işgale son verilerek Zaferle sonuçlanacaktır. 

Başkomutan Mustafa Kemal’in; 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Başkomutan Meydan Muharebesinde yenilen düşmanın bozgun halde geri çekilişinin ardından, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” şeklindeki tarihi emir ve direktifleri üzerine bütün cephe boyunca- denize dek hiç ara vermeden ve ikinci bir savunma hattında tutunmasına bile meydan verilmeden baş döndürücü bir hızla takip harekâtını sürdüren Türk ordusu, İzmir’e değin 400 km’yi bulan oldukça uzun bir mesafeyi, yaya ve süvari birlikleriyle 10 gün gibi kısa bir zamanda alarak Savaş Tarihi’ne bir ölçüde ‘Yıldırım Savaşı’ örneği vermiştir.

Sınırlı olanaklarla, sınırlı sürede gerçekleştirilen bu Büyük Zafer bir Türk mucizesidir. Bu Zafer’i; “Bu eser milletin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir abidesidir” sözleriyle niteleyen ve de Kurtuluş Destanının yazılmasında en büyük pay sahibi olan 101 yıl öncesinde olduğu gibi Türk ulusunun sonsuza değin başkomutanı ve ölümsüz önderi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere tüm kahramanlarımıza ulus olarak büyük minnet borçluyuz.

Bu büyük zaferin, maceracı bir zihniyetle değil satranç zekasıyla ilmek ilmek örülüp karşı hamlelerin doğru ve zamanında yapılarak sonucunda başarıya ulaşıldığı aşikardır. Üzerinden 101 yıl geçse de Kurtuluş ve sonrasındaki Kuruluş dönemindeki bu önderliği, büyük zekayı ve dehayı/dahiyi unutturmaya çalışmak ne mümkün! Gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet nereye kadar?

( 26. 08. 2023)

(Cumhuriyet Gazetesi, 29.08.2023, s.2 yayınlanan yazının  orjinali.)





"... Ve ayın altında kağnılar yürüyordu
Akşehir üstünden Afyon'a doğru…"
'Anadolu -kadını/çocuğu/yaşlısıyla- kısa bir sürede bir ulaşım seferberliğine girerek,
irili/ufaklı karıncalar misali,
Anadolu’nun elde kalan son toprakları üstünde dağlardan/tepelerden/ovalardan bir uçtan bir uca kaynaşıp durur,
sırtlarında/omuzlarında durmaksızın cephane/iaşe taşırlar.
Zafere gidilen yolda yapılan bu hazırlıklar Devler hikayesi,
Türk halkının/ulusunun,
Ordusunun ve de Mehmetciğinin
Kurtuluş destanıdır.’
[RemziKoçöz]

20 Ağustos 2023 Pazar

KARANTİNA GÜN(LÜK)LERİ - 19

Aydın olmak halkın beyni olmak demektir. Sizler halkın aklını/iradesini/kuvvetini/vicdanını uyandırmakla yükümlüsünüz. Halkın bilincini uyandırmakla… Unutmayın ki halkınızın cehaleti, kabalığı, pervasız ayyaşlığı, hastalıkları, yoksulluğu/sefaleti, kötü ahlaklı oluşu bunların hepsinin ayıbı/utancı ve suçu sizindir.”                                                                                                              (Grigoriy PETROV)

“Karanlık köşelerde canlı kandiller yaktım ve daha iyi aydınlatmaları için onlara yağ takviyesi yaptım.”                                                                                                                    (Johan Wilhelm SNELLMAN)


BEYAZ ZAMBAKLAR / YAŞAM MİMARLARI ve EĞİTİM ÜZERİNE...

“Ak/Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı kitap ilk kez 100 yıl önce (1923) “Yaşam Mimarları” adıyla Sırpça basılmasının ardından Bulgarca‘ya, Bulgarca’dan da Türkçe’ye çevrilir. 1928’li yıllar Türkiye, Ulusal Kurtuluş Savaşının ardından Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yeniden yapılanma ve çağdaşlaşma sürecinden geçmektedir. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile denk/yaşıt olan bu kitaptan çok etkilenmiş, ülkedeki eğitim kurumlarının, özellikle de askeri okulların müfredatına konulmasını emretmiştir.

(Kitap, Türkiye’de çağdaş Türkçeyle en çok okunan kitap olmuştur.)

 Beyaz Zambaklar Ülkesinde; ‘Bataklıklar ve Kayalıklar’ ülkesi Finlandiya’nın -esaretten/ yoksulluktan kurtulup, ekonomik/politik/kültürel açıdan ideal bir toplum düzenini nasıl yarattığını- özgür ve refah düzeyi yüksek bir beyaz zambaklar ülkesine nasıl dönüştüğünün öyküsüdür.

Başta Rusya olmak üzere birçok ülkedeki halkları etkilediği bilinen Grigoriy Petrov, bu kitabı ile Slav halklarının gelişmesinde rol model olarak yol gösterici olmayı amaçlaması yanında; dönem itibariyle Türkiye gibi eğitimde gelişememiş/geri kalmış ülkelere çok önemli bir örnektir.

Grigoriy Petrov (1866-1925); Rusya’nın tanınmış papazlarından, çok okunan halk yazarlarından birisi olarak görüşleri nedeniyle kiliseden kovulduktan sonra kendisini tamamen yazarlığa vererek; gazeteci/aktivist/hatip olarak kitleleri etkilemeyi sürdürür. Bolşevik Devrimi gerçekleştiğinde (Lenin/izm ile arası barışık olmayıp), ülkeden ayrılmak zorunda kalırken, ağırlıklı olarak Yugoslavya/Sırbistan’da yaşayacaktır.

Petrov’a ilişkin sürgün günlerinde de M. Gorki, V. Dançenko, İ. Repin (ressam) gibi Rus sanatçılar hayranlık beslerken Vasily Rozanov (Filozof) ise; “Eğitimli ve aydın bir kişilik, hem de akademideki skolastikler gibi değil, adeta bir Avrupalı bir aydın” diyecektir.

 (Lise yıllarında okuduğum, “Ak/Beyaz Zambaklar Ülkesinde” başucu kitabı niteliğinde bir eser. Toplumları kurtaracak olan gücün eğitim olması ve Ülkemiz açısından eğitimin her daim gündemde olması nedeniyle söz konusu eseri -aradan çokça zaman geçtiğinden- yeniden okuma, bilgilerimi tazeleme ihtiyacı duydum. Topu topu 150 sayfa, ancak hersayfası ayrı bir ders niteliğinde...)

 Petrov, Finlilerin öyküsünü, filozof/gazeteci/devlet adamı ve Fin ulusal teşkilatlanmasının babası Johan Wilhelm Snellman’a (1808-1881) atfederek anlatıyor: -19. yüzyılın sonlarına kadar kültürel gelişimleri sadece temel okuma yazma becerileriyle sınırlı kalan- Finlilerin, ülkelerini ve kültürlerini geliştirmek için önderlik eden Snelman; adeta seferberlik ilan ederken, öncelikle aydınlarla konuşarak başlar. Ardından eğitmenler/öğretmenler ve din adamları bu hedef için önemli kişilerdir. Sonra bu halka, memurlar ve subaylarla genişler.

Aydınlar…

Aydın olmak, Efendiler gibi giyinmek ya da boyna kolalı bir yaka, kafaya şık bir şapka takmak demek değildir. Halka/ köylüye/işçiye, toplumun alt kesimlerine nasıl daha iyi yaşayabileceklerini, daha iyi bir hayata nasıl sahip olabileceklerini öğretmekle yükümlüsünüz. Onlara nasıl çalışmaları gerektiğini öğretin. Onlara yoksul olsa da sağlıklı bir yaşamı nasıl düzenleyeceklerini öğretin. Kendilerinin ve çocuklarının sağlıklarını nasıl koruyacaklarını öğretin.

Aydın olmanız size ayrıcalık kazandırmaz. Güce/onura ve varlıklı bir hayata hak tanımaz. Aydın olmanız sizin yükümlülüğünüz, sizin görevinizdir. Siz halkın kandillerisiniz. Unutmayın, bir mum yaktıklarında onu kalpakların altına saklamaz, aksine etrafını tamamen aydınlatabilmesi için yükseğe, şamdanlara koyarlar.

Hayatın bilgeliğini sokağa taşıyorsunuz. Yüksekokulların canlı kandiller üreten fabrikalar, tüm ülkeyi zihinsel/ahlaki olarak aydınlatacak merkez santralleri olduğunu anlatın.”

Eğitmenler/Öğretmenler…

“Halkın uyanmasına dair tüm umutlarının genç neslin iyi yetiştirilerek, eğitilmesine bağlıdır. Kendimize ve halk kitlelerine çalışkanlık, azim ve disiplin, güçlü irade aşılayalım, bu özelliklere sahip nesiller yetiştirelim.

Ülkelerin gelişimi ve kalkınması vatandaşlarının ancak kendi sorumluluklarının farkına varıp ülkelerinin geleceği için ellerini taşın altına koymasıyla mümkündür. Her vatandaş yaşam mimarı olmalıdır.

Mimar olun, ulusal zenginliklerinizin/ aklın /halkın vicdanının mimarı olun.

Hayatta kim olmak ne yapmak istiyorsanız; ... başarılı olup olmama kendi yeteneklerinize bağlı ancak bir şeyi sakın unutmayın: Bedeninizin/ aklınızın/ruhunuzun tüm gücünü vatanınıza/halkınıza adamalısınız.

Ülkenizin temellerini güçlendirmeyi düşünün. Halkınızın yeni/ileri/yüksek eğitimi hakkında düşünün.”

Din Adamları…

“Tanrı halkın ruhunda can çekişiyor, onun ölümünden daha korkunç ne olabilir?

Kendinizi/Tanrınıza/Halkınıza karşı gerçekten dürüst olmak istiyorsanız,

Suçluları etrafınızda aramayı bırakın.

Tüm dinlerdeki ikiyüzlülerin bugüne kadar yaptıkları ve hala yapmaya devam ettikleri gibi bilimi/felsefeyi/aydınları suçlamayın. Kendinizi suçlayın. Kendinizi iyileştirin.

Halkı eğitmeden önce kendinizi eğitin!

Tanrıyı önce kendiniz arayın. Onu kendi içinizde bulun. Kendiniz için yapın bunu. Ancak ondan sonra, Tanrının yaşam biçimini halka gösterin.

Ruhumuzda Tanrı olmadığı sürece halkın kurtuluşu yok.

Halkımızı kurtarın ona Tanrıyı verin. İnancın ölü yöntemlerini vermeyin ona, ruhunu canlı bir Tanrı hissiyle doldurun.”

Memurlar…

“Adaletsizlik konusunda başöğretmenlerin kim olduğunu biliyor musunuz? Memurlar, yasaların bekçisi olan görevliler! Onlar halka yasalara uymamayı öğretiyorlar. Bu nedenle kanunların uygulayıcısı olan siz memurlardan, yeni Finlandiya adına bir ricada bulunmak istiyorum; vatandaşlarımızın yasalara saygılı veya daha fazla derin adalet duygusuna sahip bireyler olarak yetiştirilmesi için bize yardımcı olun.” 

Subaylar…

Finlilerin Orduya “Kışla Hayvanı” bakış açısının değiştirilmesi gerektiği, hayatlarının en parlak döneminde askere gelen gençlerin çoğunun okuma yazma bilmeyen halk ve toplumu ilgilendiren konulardan uzak oluşunun değiştirilmesi gerektiğinden, yeni Fin ordusunun inşasına yönelik Subaylara konferanslar vererek askeri eğitimin öneminden bahsedilir. Bu yenileşme çerçevesinde kışlada bilimden kültüre kadar iyi bir bireyin sahip olması gereken tüm özellikler anlatılarak, askerler eğitilir.

Eğitimin Gücü ve Toplumsal Başarı

Yaşam mimarlarının canla/başla çalışarak gelişmiş/özgür/refah düzeyi yüksek bir devlet kurmayı başarmış olması.

“Doğanın Finlandiya’ya tek armağanı ormanlar ve taşlar. Bereketsiz topraklar. Doğa ana adeta insanlarla alay etmiş. Onlar bataklıklarla göllerin ortasında çıplak kayaların üzerine atmış. Âmâ son gülen insanoğlu olmuş, doğanın meydan okumasını kabul etmiş ve onu yenmiş.

Fabrikalarda çelik nasıl dövülüyorsa okullarda gençlerimizi öyle yetiştirmeliyiz. Okullar sayesinde bu kayalıklar/bataklıklar arasındaki hayata görece bir refah getirdik.

Okul en büyük servetimiz. Bizden okulları alırsanız yok olup gideriz. Eğitimin ülke çapında bu denli gelişmiş olması nedeniyle nüfus okumaya yatkın, eli gazeteye kitaba gidiyor.

Halkın en alt tabakasında düşünce derin bir uykuda değil, köklerinden ayrılmış bir ağaç gibi çürüyüp gitmiyor. İnsanlar sefaletlerine boyun eğmiyor, başkalarından medet ummuyor. Kaderimiz nasıl yazıldıysa öyledir demiyor.”

Petrov’un Aydınların/yaşam mimarlarının sorumluluğu yanında Tarih’ten dersler çıkarmanın önemine ilişkin aşağıdaki paragrafı günümüze özel bir vurgu yapmakta:

 “Tarih nasıl bazı devletlerin/milletlerin acınası kaderini kendi ağır cümleleriyle not alıyorsa, başka egemenliklerin tarihide bize öğretici örnekler sunar: Sıradan 2 ayaklı bir hayvan sürüsüne veya büyük/çalışkan bir karınca yuvasına değil de aksine büyük sanatçılara, makul/mutlu bir hayatın yaratıcılarına dönüşmek için toplumsal hayatın ve halk kitlelerinin eğitiminin nasıl ve hangi yollarla güçlendirilebileceğini anlatır.”

 Yukarıdaki aktarılanlar 1923’lerde yani 100 yıl öncesinde kaleme alınan ve günümüzde halen geçerliliğini yitirmeyen, yol gösterici gerçeklikler..

Toplumları kurtaracak olan gücün eğitim olması yadsınamaz bir gerçekliktir. Bu bağlamda;

“Köy Enstitüleri” deneyimi Türkiye/Cumhuriyet için önemli bir aşama, bir kalkınma projesiydi! Tabi ki o projeyi sonlandıranların tarih ve gelecek kuşaklar önünde çok büyük veballeri olacaktır. Gelinen noktada milli eğitimin dini eğitime evrilmesi ile 100 yıl öncesinden başlatılan aydınlanma/çağdaşlaşma süreci 1950’ler sonrası kademe kademe sekteye uğrayacak, eğitimde dinselleşme -anayasal güvence konumundaki laiklik ilkesine rağmen- artan yoğunlukla devam edecekti!

Siz siz olun: Yaşam mimarı olarak kendinizden yaşama birşeyler katın; Toplumsal değerlerin/adaletin /ahlakın /aklın/halkın vicdanının ve de eğitime katkının mimarı olun!

(18. 08. 2023)

Remzi KOÇÖZ

                   





8 Ağustos 2023 Salı

ERKİN KORAY ANISINA

 Erkin Koray, bir ay öncesinde sevenlerine şöyle seslenmiş bir nevi vedalaşmıştı:

“Canlar! Yaşlanıyoruz herhalde artık… Size bir-iki söyleyeceğim bir şey var, onu da söyleyeyim de… Neme lazım. Bu arada Kanada seyahatimle ayrı kaldığımız süre içinde, tabii ki yeni eserler yaptım. Bunların hepsini kızım Damla’ya, …size ulaştırması için bırakıyorum. … Sizleri ne kadar sevdiğimi tarif edemem. Mutlu yarınlar dilerim.” (Erkin Koray- Kanada/8.7.2023)

ERKİN KORAY ANISINA

“Anadolu Rock’ın mucidi,  sevgili babam… Ne desem hakkını vermiş olmam.

Eminim ‘senin çocuklar' da ülkelerini, kültürlerini ve onlara layık gördüğün Cumhuriyeti ileri götürmek adına yaptıklarına her zaman minnettar kalacaktır.” (Damla Koray/ Kızı)

Erkin KORAY...

7 Ağustos 2023 akşamı 21.30 suları Kızım telefonla kısık bir sesle;

“Baba, Erkin Koray’ı kaybettik, başımız sağolsun” deyince ,

bir büyüğümü/ağabeyi kaybetmenin hüznünü içimde hissettim.

Ardından kızımın telefondaki;

“Yıllar boyu unutulmayacağı eserler verdi, yaşamına yetişemeyen nesiller bile dinleyecektir”

mesajı beni iyice duygulandırdı.

Demek ki Erkin baba, sadece bizden öncekilere/bizlere değil,

bizden sonraki kuşaklara da dokunmuş, kendini sevdirmişti.

Gençlik günlerimizin idollerinden (hayran olunan/örnek alınan);

Barış Manço, Fikret Kızılok, Cem Karaca gibi

Anadolu pop/rok müziğinin efsanelerinden sonuncusu

Erkin Baba’da aramızdan ayrılmıştı.

Kendine özgü tarzı/ duruşu/ sahne performansıyla,

özgür tavırlarıyla, kendiyle bütünleşen gitarıyla,

özgün yapıtlarıyla/albümleriyle tınılarıyla kulaklarımızda.

Sanatçılar ayakta ölür, hatta ölümsüzdür, eserleriyle yaşarlar.

Hele O, gönüllere/yüreklere dokunan bir müzik adamı/duayen/efsane,

gençlik günlerimizin bir idolü ise bambaşka;

Araçta /yürüken /sofrada /eğlencede, kederlendiğinde/neşelendiğinde her halükarda,

Güzel/özel ezgileriyle her daim yanında/yanıbaşımızda:

“Bir Eylül Akşamı, Kızları Da Alın Askere, Aşk Oyunu, Ankara sokakları, Şaşkın, Estarabim, Çöpçüler, Gönül Salıncağı, Hayat Bir Teselli, Arap Saçı, Tımbıllı, Sanma, İlahi morluk, Fesuphanallah, Komşu kızı, Öyle bir geçer zamanki, Sevince, Gün ola harman ola” gibi kendi dönemi dışında da popüler olan şarkılara imza atan;

Erkin Koray…

………………….

Türk müziğine katkı sunan,

Kendine özgü bir usta,

Bir müzik emekçisi,

Gitarı, uzun saçları ve asi tavırlarıyla

Vede sanatçı duyarlılığıyla,

Gençlik günlerimizin idolü,

Erkin Babası;

Toprağın bol ışıklar içinde,

Mekanın gönüller olsun!

Rahmet /Minnet /Saygıyla…

(7 Ağustos 2023)

Remzi Koçöz



 


Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz