26 Ocak 2023 Perşembe

TEMA'NIN CUMHURİYET ÇINARLARI

 “Şimdiye kadar hiç böylesine kişisel çıkar gütmeden, kendini insanlığın yararına çalışmaya adamış birine rastlamadım.” (Toprak Dede Hayrettin Karaca'ya atfen Ekoloji Prof. Franz H. Meyer)

“Çevreye ve insanoğluna yararı olmayan projenin hiçbir anlamı yoktur.”(Yaprak Dede Nihat Gökyiğit)

TEMA İLE TOPRAK DEDEDEN YAPRAK DEDEYE…

Çevre kavramı, 1972 Stockholm Konferansı ile dünya literatürüne girmesine rağmen ancak 20 yıl sonrasında 1992 Rio/BM Çevre ve Kalkınma Konferansı ile anlam bulurken, 3 ay kadar sonrasında 1992 sonbaharında Türkiye’nin iki saygın iş adamı Hayrettin Karaca ve Ali Nihat Gökyiğit, kolları sıvayarak “Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı”nı kurarlar.

Türkiye, böylelikle TEMA Vakfı ile erozyonla mücadeleyi “Türkiye Çöl Olmasın” şiarı ile yakinen tanırken, bu iki özel/güzel insanın öncülüğünde hayat bulan ve TEMA Vakfı özelinde yeşeren “erozyonla mücadele ve doğal varlıkları koruma” bilinci milyonu aşkın gönüllüsü ile neredeyse bir halk hareketine dönüşecektir.

(Bizde Ailece 90’lı yılların ortalarında Aydın/İncirliova ilçesindeki görev sürecimizde TEMA gönüllüsü olarak bu saflarda kendimizi bulacak, yaprak rozeti özel günlerde göğsümüzde takacaktık.)

TEMA Vakfı’nın Kurucu Başkanları olarak başladıkları doğa yolculuklarında/mücadelelerinde kısa bir süre içinde gönüllere/yüreklere dokunurken, 30 yıllık süreçte yaklaşık 22,3 milyon fidanı toprakla buluşturup, 700 milyon meşe palamudu ekilmesine öncülük ederler.  

Tıpkı dikilen fidanlar gibi gençlere, “Doğa-Toprak-Yeşil” sevgisini aşılamışlar, adeta bu sevgiyi yeni kuşaklara bulaştırmışlar.

Bu süreçte, tüm doğaseverler için Hayrettin Karaca “Toprak Dede” ve Nihat Gökyiğit “Yaprak Dede” olurlar.

Cumhuriyet ile yaşıt bir nevi Cumhuriyet’in asırlık çınarları olarak (98 yaşlarında) bu doğaseverlerden Toprak Dede Hayrettin Karaca’yı (1922-2020) 3 yıl öncesinde bugünlerde toprağa vermemizin ardından, bugünde Yaprak Dede Ali Nihat Gökyiğit’i (1925-2023) son yolculuğuna uğurluyoruz. 

20 yıl öncesi 2003 yılı ilkbaharında, Erzurum görev sürecimizde bu iki yeşil/yiğit/yürekli vede ihtiyar delikanlıyla Erzurum ziyaretlerinde yakinen tanışma/konuşma/sohbet fırsatı ve konferanslarını dinleme sonrası birliktelik fotoğrafımızı paylaşarak bu iki Çınarı rahmet/minnet ve saygıyla yad ederken,  

Toprakları/Yaprakları bol, ışıklar içerisinde olsunlar.

Tüm doğaseverlerin/çevrecilerin, TEMA gönüllülerinin vede 

doğa/çevre için mücadele verenlerin başı sağolsun.

(26. 01. 2023)

Remzi KOÇÖZ



11 Ocak 2023 Çarşamba

DEMOKRASİ

            ÖNCELİK: ACİL DEMOKRASİ!

Güzel ülkemde demokrasiyi araç olarak görenler ve bu araca binip iktidar olanlar, devlet gücünü iktidar gücü olarak kullanıp demokrasiyi kendilerine göre daraltarak, kendi anlayışlarınca yeniden düzenlemeye çalışıyorlar. Demokrasi karşıtı anlayışın gideceği yer tabi ki otokrasi olacaktır.

Otokratik anlayış çerçevesinde; demokrasinin olmazsa olmaz kuvvetler ayrılığının, denetim mekanizmalarının kaldırılarak, anayasal kurumlar/kurullar işlevsizleştirilerek, “Başkanlık Sistemi” görüntüsünde “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak isimlendirilen özde “Tek Adam Hükümranlığı” kendine özgü bir anlayış ile üstyapı olarak ilmek ilmek örülmeye çalışılır. Totaliter rejimlerin yönetim şekilleri üç aşağı beş yukarı birbirinin benzeridir. Anlayış ve uygulamalar birbiriyle örtüşür. Aslında getirilen sistem bir nevi “hesap vermeme/sorulmama anlayışının” yaşama geçirilmesidir.

Demokratik toplumlarda, ister parlamenter ister başkanlık sistemi hakim olsun, güçler ayrılığı çerçevesinde yürütmenin; yasama, yargı ve kamuoyu tarafından denetimi esastır. Toplumun bilgilendirilmesi, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve kamu yararı önemlidir.

Gelinen süreçte; yürütmenin siyasi denetimini yapacak yasama gücü parlamento devre dışı bırakılmış. Ardından yargının siyasallaşarak yürütme üzerindeki hukuki denetimi de ortadan kaldırılmıştır.

Kamuoyu denetimi çerçevesinde, en büyük işlev gören özgür, tarafsız, bağımsız haber yapması, toplumu doğru bilgilendirmesi, hizmetlerin kamu yararına yapılıp yapılmadığını izlemesi/gözlemesi gereken basın; iktidar kontrolünde/yanında yayın yaparken, çok az sayıdaki yazılı/görsel basında, yasaklamalarla ve cezalarla susturulmaya çalışılır.

Sivil toplum olarak başta barolar olmak üzere meslek kuruluşları, sendikalar ve dernekler, demokrasinin gereği olarak yasal düzenlemelere katılım sağlama, mesleki tecrübelerini paylaşma, görüş bildirme konularında pek dikkate alınmayıp, toplum adına uygulamaları ve yanlışlıkları eleştirme durumunda ise kamu desteğinin ya da örgütsel işlevlerinin kısıtlanması gibi yöntemler ile baskılanmaya çalışılır.

İletişim çağının gelişimi çerçevesinde; dünyanın bir ucunda yaşananların sınır tanımayan bir yapıda hızlıca paylaşılması, özellikle basın üzerinde oluşturulan baskılar nedeniyle sosyal medya kullanımının 7’den 70’e yaygınlaşması iktidarların korkulu rüyası olmakta. Siyasi irade, sosyal medya bağlamında toplumsal muhalefetin yaygınlaşmasının önüne geçmek adına bu alana da sansür yasası ile kısıtlamalar getirecektir.

Avrupa, 20. yüzyıl içerisinde ırkçı/dinci söylemlerin ardına düşüp seçimle iktidara getirdiği partilerin/kişilerin, dünya savaşına varan macerasıyla, milyonların kanlarıyla insanlık çok ağır bir bedel ödedi. Günümüz Asya ve Afrika coğrafyasında ise demokrasi ve onun güvencesi laikliği, şeytan olarak gören zihniyetin yönetimindeki toplumların, birbirlerini din/mezhep adına boğazlamaları doludizgin devam etmekte! Bu kaostan/çatışmadan kaçan kitlelerin ise kafir/küffar olarak addettikleri Batı/Avrupa’ya ölümü göze alarak sığınmaya çalışmaları ibretle izlenmektedir.

Gelinen noktada; Ülkemiz açısından toplumun demokratik mekanizmalarının yerli yerine yeniden rayına oturtulup, işler hale dönüştürülerek daha da güçlü kılınması elzemdir. Tüm demokrasi yanlısı güçlerin -toplumsal muhalefet ve siyasi aktörlerin oluşturduğu ittifakların daha geniş bir yelpazede- katılımı ve birlikteliği önemlidir.

Onun için farklılıklar bir yana toplumsal adalet, huzur, barış ve kardeşlik güvencesi;

Öncelik: Acil Demokrasi!

Remzi KOÇÖZ 

(Cumhuriyet Gazetesi, 11.01.2023, s.2 yayınlanan yazının orjinali.)





8 Ocak 2023 Pazar

KARANTİNA GÜN(LÜK)LERİ - 17

 

Hafıza, beynin en önemli görevlerinden birisidir. Güçlü bir hafıza, insanın günlük yaşamındaki çeşitli birçok basit işten asli büyük hedeflerine ulaşmasına kadar geniş bir yelpazede anahtar bir rol oynamaktadır.” A. William DECKARD

BEYİN, ZEKA ve HAFIZA

‘Yaradan, canlılara üstün kıldığı insanoğluna 100 yıllık bir bataryalık ömür bahşetmiş. Milyarlarca insan -kimisi kendinden kaynaklanmayan nedenlerle kimiside hor kullanarak- bu bataryayı dolduramadan erkenden göçüp gitmiş, binlerce insan ise şanslı kullardan bu bataryayı ergonomik kullanarak 100’ün üzerinde yaşam sürebilmiş.’

Beyin; Başımızın üzerinde taşıdığımız binlerce biyolojik/fizyolojik işlevleri yerine getiren, yaradılış mucizesi, aksaksız işleyen bir makine.

Evrendeki en karışık/şaşırtıcı bir yapı! Vücut ağırlığının %2’sini, tüketilen kalorinin %20-30’unu, oksijenin %20’sini, kan basıncının %25’ini alırken, %85’i su ve yağdan oluşan kişiliğimizin/ ruhumuzun mihenk taşı olan bir organ.

Beyin, Sinir sisteminin merkezi olarak bilinçli/bilinçsiz işlemlerin tümü kontrol edereken, Yaşam için gerekli (kalp atışı/sıvı-hormon dengesi/kan basıncı) tüm aktivetelerin düzenli işleyişini sağlar. Sinir sisteminin temel yapıtaşı olan Beyin hücreleri nöronlar; bilgi ve hertürlü sinyalin iletimini (elektriksel bir bilgi ağı şeklinde) sağlarlar.

Beynin bilgi işlem hızı; 13 milisaniye, yani son teknolojik süper bilgisayarlardan daha hızlı. Günlük işlem hacmi; 105 bin kelime duyan, 34 gigabayt bilgi alan bir kapasiteye sahip.

Bilim adamlarına göre kafamızda taşıdığımız evrende bulunmuş en karışık makine; 2 ana parça ve kendi içinde birçok bölüme ayrılan, sahip olduğumuz karakter/düşünme/ilgi alanlarımızın belirleyicisi, benliğimiz ve belleğimiz.

Duygusal/sezgisel/yaratıcı yönümüz: sağ lob.

Sayısal/analitik yönümüz: sol lob.

İnsanlar bu 2 parçadan birini daha etkin kullanmakta. Dahiler/buluşlar böyle ortaya çıkarken, her ikisini de dengeli kullanmak özlenendir.

Milyonlarca nöron, arı kovanı benzeri bir otoban ağı şeklinde reseptör/dedektör görevi ifa ederken, yapısal arşivimiz olan beynimizi/belleğimizi (özellikle unutmama açısından) çok ama çok iyi korumamız bağlamında öncelikli olarak iyi/dengeli beslenme beynimizi daha sağlıklı kılacaktır.

Beynin işlevi bazı insanlarda daha hızlı işler. Beynimizi ne kadar çok kullanırsak o derecede zeka seviyemizi yükseltebiliriz. Zihnin tüm işlevlerini kapsayan genel bir güç olan Zekamızın %30’u genetik, %70’i çevresel etkenler ve ağırlıklı olarak eğitimdir.

Nobel ödüllü Bilim adamı Prof. Aziz SANCAR’a göre; sırf zeka/yetenekle bir yere varılamayacağı, “Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum, bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanıyorum” şeklinde dile getirilir.

(Biyolojik/kalıtsal etkenler sonucu oluşan zeka geriliği dışında eğitimsizlik de zeka geriliğine neden olabilmektedir. Beyin hücrelerinin yok olmasına neden olabilecek fizyolojik/ psikolojik tahribat sonucu erken bunama, ayrıca kaza /darbe/düşme/çarpma şeklinde oluşan travmalar beyinsel aktiviteleri kısıtlayıcı etkenler olabilmektedir.)

Beynimiz düzgün bir şekilde eğitilirse, zeka seviyeside yükselerek yaratıcılık yansıyayacaktır. Bu açıdan çocukluk dönemi (2-6 yaş arası) çok önemli!

Beynin içsel işleyişi bağlamında derinine indiğimizde nöro süper bilgisayar benzeri belleğimiz olarak işlev gören incelikli/karmaşık bir yapı, hafıza karşımıza çıkacaktır.

Hafıza; bilginin edinilmesi/kaydedilmesi/akılda tutulması ve gerektiğinde hatırlanması işlemlerinin bütününe verilen addır.

Hafızanın 3 ana işlevi: Kodlama/ Depolama/ Hatırlama olarak sınıflandırılırken, sonuncu yani 3. işlevi özellikle ileri yaşlarda hatırlamama/hatırlayamama şekline dönüşebilmektedir.

Zihinsel sağlığımız açısından 3 etken; “Düzenli uyku/Egzersiz/Düzgün beslenme”, Hafızayı güçlendirme açısından -unutmayı engelleme bağlamında- en büyük etkiyi sağlayabilecektir.

Sonuçta; kafamız üzerinde taşıdığımız bu mucizevi makinenin/motorun durması insanın yaşamının sonlanması olacaktır. Yaşamın sonlanması yaradılışımız gereği bir döngüdür. Bir canlı/insan olarak sonu kabullenmemek gibi olanağımız, bir karşı durma şansımız yok. Sadece yaşam devam ettiği sürece yaşamı kaliteli kılma gibi bir şansımız var. Onu gerçekleştirmek/ başarmak ise bizim elimizde! (Tabiki bizim elimizde olmayan hususları da gözardı etmemek gerek; toplumsal huzursuzluk/adaletsizlik/eşitsizlik/yozlaşma/cehalet gibi unsurlar sağlıklı yaşamın panzehiridirler.)

Ancak günümüzde yaşlılıkta en çok korkulan/yaşanılan ve biz yaştakilerin kabusu olan; unutkanlık, Beynimizin belleğinin, zihnimizin yani hafızamızın kaybı/silinmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İlerleyen yaşlarda -kimseye muhtaç olmadan/kalmadan kendi ayaklarımız üzerinde- durabilmek en  önemli istemimiz; beynimizi özenle koruyarak geleceğe güvenle bakabilmek, yaşamı kaliteli kılabilmek en büyük özlemimiz.

Sağlıklı bir ömür ile anlamlı bir yaşam dileğiyle...

(08 / 01 / 2023)

Remzi KOÇÖZ









Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz