16 Haziran 2010 Çarşamba

Aile içi şiddet, İntiharlar ve Ensest ilişkiler. Diğer Adıyla Töresel, Yöresel Cinayetler...

‘Bazı yörelerde feodal yapının gereği Töreler, toplum yaşamında-insan ilişkilerinde belirleyici rol oynuyor. Sorunlar bu kurallar çerçevesinde çözümlenmeye çalışılıyor. Eğer karşı çıkarsanız ilk olarak dışlanıyor ardından yok ediliyorsunuz.
Töre güçlüyü koruyor, karşı geleni dışlayarak, güçsüzün yok edildiği bir olgu olarak karşımıza çıkıyor.’

Dünyanın hızla değişmesi, bilgi çağı bu yaşantıyı pek ilgilendirmiyor, onun ötesinde etkilemiyor, etkileyemiyor. İnsanlar yüzyıllar öncesinin alışkanlıklarını anane-gelenek-örf adet, töre diyerek devam ettiriyorlar. Bu davranışlar değer olarak dogmatik, tabusal bir zırha büründürülmüş. Değişen pek bir şey yok, her şey aynen devam ediyor. Değiştirmeyi bırakın, üzerinde konuşmak, yorum yapmak zor bir olay. O zaman ne oluyor; ayni eğitime devam.. Daha doğrusu eğitimsizliğe devam.. Çünkü bilim adamları eğitimi “istendik yönde davranışa dönüşme” olarak betimliyorlar. O zaman biz bugün gelinen çağ tanımının neresindeyiz. Ortaçağda diğer adıyla Feodal toplum yapısındayız. O günden bugünlere nasıl mı gelebileceğiz? Hızlandırılmış eğitimle değil tabi ki! Olsa olsa bir iki nesil değişimi dengeleri yerine getirecek bugünlere ulaşmış olacağız. O zamanda bugünler yarınlara taşınmış olacak. Hiç olmazsa çok geriden takip etmek yerine bir adım geriden takip etmekte çağı yakalamak olacaktır…

Kadın Platformu sözcülerinin intiharlar, cinayetler üzerine şu sözleri çok şeyleri anlatmaya yetiyor;
“Adana’da Nilüfer, Diyarbakır’da Kadriye, Mardin’de Şemse, İstanbul’da Güldünya. Daha önce de bildiğimiz, bilmediğimiz niceleri. İntihara zorlanan, intihar etti denilen, kayıtlara giren, bazen de hiç girmeyen kadınlar. Öldürülüyoruz. “Töre” diyerek, “Namus” diyerek, yasalarda uygulanan ceza indirimiyle adeta teşvik edilerek öldürülüyoruz...”

Gazetelerin baş sayfalarında, orta sayfalarında, köşe yazılarında, farklı çevrelerin tepkilerini trajik yaşanmış öyküleri sıkça okuyoruz;

“13 yaşındayken beni 45 yaşında bir adamla evlendirdiler. Yıllarca çok dayak yediğim ve sapık tekliflerini dayanamadığım için kaçtım. Aile meclisi toplandı ve benim öldürülmeme karar verdi.”

“18 yaşındaki genç kız ailenin rızası dışında sevdiği gençle kaçarak evlenir. Evlendiği erkek onu terk edince ailesine geri dönmek zorunda kalır. Suçu birden fazla hem kocaya kaçmak hem de ayrılmak. Cezası tabi ki ölüm...”

“19 yaşındaki kız okumak istiyor. Aile okumasına karşı çıkarak evlendirmek istiyor. Kız direnince sokağa çıkma yasağı koyularak eve kapatılıyor. Söz verdikleri aileye mahcubiyet ve aileye başkaldırının cezası ölüm...”

“Kızın konuştuğu bir gençle kaçma planı ve aşkları köyde dedikodu olarak yayılıyor. Aile kızın bu dedikodulara meydan vererek ailenin namusunu kirlettiğini düşünüyor. Kıza intihar ederek bu lekeyi temizlemesini söylerler. Kız bunu yerine getirmeyince öldürülmesine karar verilir.”(1)

Bunun gibi aileleri tarafından öldürülmelerine karar verilmiş sayısız hikâyeler vardır. Ve de öldürülerek gazete sayfalarında gündeme gelenlerde olacaktır.

“Taşlanarak öldürülen Kadriye Demirel. Tecavüze uğradıktan sonra abisi tarafından sokak ortasında taşla öldürülen Kadriye ailesinden-korkusundan kaçamayarak kaderine razı oldu.”
“Baba, töre için 14 yaşındaki kızı Nuran’ı telle boğdu. Avcılar’da kaçırılıp tecavüze uğrayan 14 yaşındaki kızı Nuran Halitoğulları’nı aile meclisi kararıyla telle boğarak öldürmekle suçlanan baba ile ölüm kararını veren 32 kişilik aile meclisinden 15’i gözaltına alındı. Cinayetten sonra cesedi çuvala koyan baba, kızının cesedini burada iki gün sakladı. Daha sonra da Polenezköy yolu üzerinde, Halitoğulları’nın ağabeyinin çalıştığı bir çiftlik evinin yakınındaki ormanlık araziye götürdü. Kızını, ağabeyinin yardımıyla ormanlık alana gömen Halitoğulları, polise kızlarının iki gündür kayıp olduğunu bildirdi. Dedektifler tarafından sorguya alınan baba, kızını kendisinin öldürdüğünü itiraf etti.” . (2)

“Kuzeninin eşinden hamile kalan 22 yaşındaki Güldünya Bitlis’ten İstanbul’a kaçışını ve izini süren kardeşlerinin infazı sonucu öldürülüyor. “
Kuzeninin kocasından hamile kaldığı gerekçesiyle aile meclisi kararıyla erkek kardeşleri tarafından sokak ortasında vurulur. Saldırıdan yaralı olarak kurtularak hastaneye kaldırılır, ardından kardeşler gece yarısı hastanede yarım kalan işlerini tamamlayarak infazı gerçekleştirirler. Güldünya daha öncede öldürülmek istenmiş. Önce amcasının evinde boğularak öldürülmeye çalışılmış, infaz gerçekleşmeyince intihar etmesi önerilmiş. Güldünya kardeşlerinden kaçarak polise sığınır, poliste aileyi çağırarak uyarır. Tedbir olarak da yakınlarının yanına yerleştirilir. Sonrasında da gazetelere yansıyan ölüm olayı yaşanır.

Güldünya’nın öldürülmesi ile ilgili yansımalar(3) ;
İlginç gelişmeler yaşanacaktır.
-Aşiret büyükleri önce barış kararı için uğraşırlar. Yani kızın o kişi ile evlendirilmesi, O olmazsa ardından, ölüm kararı çıkacaktır
-Aileye selam vermezler. En son bir başka cenaze töreninde kimsenin selam vermemesi üzerine infaz çabuklaştırılır.
-Güldünya’nın birlikte olduğu, bebeğin babası olarak kuma alması isteğini kabul etmeyip, aile meclisinden infaz kararı çıkmasına sebebiyet veren kuzeninin kocası, husumetin kapanması için Tören ailesine 10 milyar verdiğini beyan ederek kayıplara karışacaktır.
-İnfazı gerçekleştiren kardeşler ve İstanbul’daki amcada kayıplara karışacak, aylar sonra yakalanarak ortaya çıkacaklardır.
-Bitlis’teki Aile cenazeyi almak istemez. Morga kaldırılan cenaze, yakınlarının ikna etmesi sonucu ailesine teslim edilir.
-Cenaze namazı kıldırılmayarak defnedilir. Şafii mezhebine göre cenaze namazının illa camide kılınmasına gerek yoktur. Yakınlarına göre İstanbul da morgda iken kıldık diyerek konuyu kapatırlar. Ama resmi görevliler bunu doğrulamazlar.
-Babası ve aile yakınları köy konağı olarak kullanılan kahvehanede taziyeleri kabul edeceklerdir.
-Dedesi ortada kalan torununu kızının sağlığında başkasına verildiği için istemiyor.
-Kızının ölüm olayı içinde töresel infaz olduğunu kabul etmeyecek, İstanbul un binbir türlü hali var diyecektir.
-Hele kadınlar hiç ortada görünmüyor. Yüzyıllar önceki gibi konuşmuyor, konuşturulmuyor.
-Erkek egemen toplumda kadınlar yüreklerine taş basmak zorunda başka bir alternatifleri yok.
Sonuç olarak olan oldu, ölen öldü deniliyor...

Töre ile ilgili saptamalar;
Kadın cinayetlerine töresel-yöresel meşruiyet kazandıran Aile Fetvası bir gerçeği Yerel Otoriteyi göz önüne serecektir. Yerel otorite; şeyh, şıh, aşiret reisi, ağa... olarak yüzyıllar öncesinden günümüze geçerliliğini korumaktadır. (4)

Töre, denenmiş belli hayat biçiminin işleyişini sağlamak için, geleneğin geçerli olduğu anlaşılmış kurallarını haklaştıran bir türü. (5)
“O şehirli biz yapamayız. Batıda bireysel onur söz konusu iken, bizde kolektif onur hakim.”(6) Neden? Modern topluma geçişten sonra ise insan, hısım, akraba, hemşehri ilişkisi gibi bağlardan soyutlanmaya başlar. Namus, şeref, onur gibi değerler, küçük gurubun denetiminden kurtularak kişiye parası, mevkii, görünümüne göre iş yerinde denetlenen, dışarıdaysa birbiriyle çelişen kişilikler içinde dolaşmasına imkan tanır.

Töre, bir realite aslında.. Sosyolojik olarak bakmak irdelemek gerek. Devlet bu yapıyı biliyor. Ama değişimi gerçekleştiremiyor. Ya da gerçekleştirememiş desek doğru olur. İnsanlar kaderleriyle baş başa yüzyıllar öncesinde kalakalmışlar. Kolay mı? Tabi ki zor bir olay, dönüşüm...
Kuzeninin eşinden hamile kalan 22 yaşındaki Güldünya’nın Bitlis’ten İstanbul’a kaçışını ve izini süren kardeşlerinin infazını, Töre Hukukunu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin raporunda: Töre ve Namus cinayetlerinin “İnsanlık dışı utanç cinayetleri” olarak yer aldığını öğreniyoruz. Bu olayların bir kısmı da intihar ya da kaza süsü verilerek istatistiklere cinayet olarak yansımamış oluyor.
Evet, ülkemizde son yıllarda intihar olaylarında büyük bir artış gözleniyor. Özellikle genç kızlarda daha çok bu eğilim ortaya çıkıyor. Aile baskısı, sevgisizlik, ilgisizlik, hayal kırıklığı, aldatılmak, terk edilmek, ayrılmak, yalnızlık, zorla evlendirilmek gibi etkenleri sıralayabiliriz. Bir başka açıdan değerlendirirsek toplum-çevre baskısı, gelenekler, töreler çerçevesinde intihar olayları yaşanıyor.

2003 yılı içerisinde 23 kadın, namus cinayetinden kaçıp Diyarbakır’ da ki Kadın Örgütü Kamer’e sığınır. Kamer örgütü bir yıl önce bir proje başlatıp, çeşitli nedenlerden ötürü Aile Meclislerince ölüme mahkum edilen kadınları, Devletin Koruması altına almak için kurulur. (7)
2003 yılında töreye 89 kurban verildiği; 3 ölü, 5 kayıp, 41 intihar, 40 namus cinayeti olarak resmi kayıtlara geçen sayıların daha artacağı bir gerçektir. Evet, Batı Anadolu da, İstanbul da- Bakırköy’de yıllar önce Kadın Sığınma Evleri kuruldu. Belediyeler tarafından aile içi şiddete maruz kalan kadınların sığınma yeri olur. Mevcut 14 sığınma evlerinin yaygınlaşması daha da önleyici bir işlev görecektir.

İtaatsizlik, Sevdikleri ile kaçmak, Tecavüze uğramak, İzinsiz dışarıya çıkmak, Evlenmeye karşı çıkmak, Küçük yaşta evlendirildiği kocadan-kumadan eziyet, baskı sonucu kaçış gerekçeleri üzerine; “Sen bir kere duvakla çıktın, ancak kefenle dönersin” Evden kaçması ‘Namus’ suçu olacak, ardından namusu temizlemek için ölüm kararı verilerek infaz için görevlendirme yapılacaktır. Ya erkek kardeş, ya amcaoğlu!
Aile toplum içinde var olmak için kızını öldürmek zorunda kalıyor.
Sonuçta o kız-kadın öldürülmeden ailenin namusu temiz değildir. Öldürünce şerefli-namuslu aile olunur.
Ölüm kararı etki-tepki-cinnet şeklinde değil, planlanarak işleniyor. Öldürülünceye kadar takip.. İntihara zorlamak, zehirleme, boğma, silahla, bıçakla, taşla.. Farklı yöntemler kullanılarak infaz gerçekleştiriliyor.

Diğer taraftan ayni topraklardan Avrupa’ya işçi olarak giden ailenin kızı “para için porno filmde oynadım. Kendim kendimden sorumluyum, kendim karar verdim, kimseye hesap vermem, kimseden de özür dilemem” diyerek kendini savunuyor. Ve sanat dünyasında “Duvara Karşı” adlı filmin başrol oyuncusu olarak Berlin’de “Altın Ayı”ödülüne layık görülür. Ailesi bu gelişmeler üzerine kendisini evlatlıktan red tepkisini, tavrını koyacaktır. Ne kan dökülecektir, ne aile fetvası, ne infaz, ne töre, ne yerel otorite, nede çevre baskısı. Herkes kendi dünyasında.. Orası Berlin fark etmez. Burası ise Batman, Bitlis, Bingöl fark eder. Fark işte burada...

Ensest ilişkiler;
“Annem üzülmesin, kardeşimle ortada kalmasınlar diye tek kelime söylememiştim.”
“9 yaşından beri üvey babasının taciz ve tecavüzüne uğrayan 15 yaşındaki Ç.K. yı sınav kağıdındaki şifreyi söken öğretmen ve müdürünün dikkati kurtardı.” (8)
Üvey babası tarafından 6 yıl boyunca tecavüze maruz kalan mağdurenin durumu öğretmenlerinin dikkati sonucu ortaya çıkınca yasal boyuta taşınıyor. Mağdur olan insanın bu dramı nasıl izole edilir, onarılır bilinmez. Bilinen bu tür ilişkilerin sanıldığından-yansıdığından çok fazla olması ürkütücü olur. Bu kapalı toplum yapısının sonucu oluşan toplumsal yaraya suskun kalınıyor. Bu olay açığa çıkmasa Ç.K. nın akıbeti ya intihar, ya da hayat kadınlığı. Başka bir alternatif çok zor.. İşte istatistiklere yansımayan suçlardan biri..
Geleneksel ahlakın kabul etmeyeceği ensest ilişki yaşansa da duyurulmuyor. Duyurulmadığı sürece bunlara katlanmak mümkün.. Duyurulduğunda ceza geliyor. Ailelerin, hanelerin, kişilerin onurları zedeleniyor. Ataerkil toplumda onur, erkeğin her zaman güç kullanma potansiyelini ifade eder. (9)

Aile içi şiddet;
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün resmi araştırmalarına göre kadınların çoğunluğu Aile içi şiddete maruz kalıyor. Evli kadınların %46 sı bu şiddetten nasibini almış, son 5 yıl içersinde de % 65 oranında ölüm olayı artış göstermiştir. Çocuklara yönelik şiddet oranı ise % 60 düzeylerde. Bu sayılar Aile içi şiddetin ülkemizde ulaşmış olduğu boyutun göstergesidir.

“Üç Gün Boyunca Aç Bırakıp Dövmüşler.” Erzurum'da daha önce anne ve babasını kaybeden 4 yaşındaki çocuğun, evlerinde kaldığı amca ve yengesi tarafından üç gündür aç bırakıldığı ve bu süre içinde sürekli dövüldüğü, yapılan sağlık kontrolünde ortaya çıkar. Vücudunun bir kısmı morarmış olan küçük kızın, yaklaşık 3 gündür aç olduğu tespit edilmesi üzerine 4 yaşındaki Canan'a, Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü sahip çıkarak, Çocuk Yuvası'na yerleştirir. (10)

“Altını ıslattığı gerekçesiyle, üvey babası tarafından ölümüne dövülerek hastanelik edilen küçük çocuk kurtarılamadı.”

“Annesi tarafından hastanelik edilinceye kadar dövülen, 21 gündür Bolu İzzet Baysal Devlet Hastanesi’nde tedavi gören, 3.5 yaşındaki Sıla’yı, devlet şefkatle bağrına bastı. Mahkeme kararıyla ailesinden alınırken çıkan arbededen çok korkan Sıla, gözyaşları içinde Bolu’dan ayrıldı. Sıla artık Adapazarı Dostluk Çocuk Yuvası’nda yeni bir hayata başlayacak.” (11)

Eşlerden tutunda, öz ya da üvey anne-babalar tarafından yaralama, sakatlanma ve de ölümle sonuçlanan aile içi şiddet olayları sıradan bir olay şeklinde karşımıza çıkmakta ve karşılanmaktadır.

Yukarıdaki haberler benzeri sayısız olay gazete sayfalarına, adliye koridorlarına taşınmakta. Yansımayan ve taşınmayanlarda göz önüne alındığında, bu konunun da istatistiklere tam yansımadığı ve göz ardı edildiğidir.

Çözüm yolları;
Bu sorunların ortadan kaldırılması veya en aza indirilebilmesi için toplumun eğitim düzeyinin yükseltilmesi önceliklidir.
Ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel açılardan sorunlar bir bütün olarak ele alınmalıdır. Cehalet ve işsizlik yanında yerel otoritenin baskısına karşı mücadele başlatılarak, dış dünya ile her konuda iletişim-ilişkiler geliştirilmelidir.
Basın bu konuları haberden-sansasyondan öte toplumsal gerçeklik, toplumsal zafiyet olarak işlerse, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, kamu yöneticileri, aydınlar, sanatçılar, tüm duyarlı çevreler kendi platformlarında konuyu toplumsal bir yara olarak algılarlarsa hedefe daha çabuk varılabilinir.
Türk Ceza Kanunu yeni tasarısına göre, töre ve namus gerekçesiyle cinayet işleyenler, ‘Tahrik’ gerekçesiyle ceza indiriminden yararlanamayacaklar. Tecavüz mağdurunu öldüren bir kişi, ceza indiriminden yararlanamayacak ve ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanacak.
Bir yandan kadın erkek eşitliği ile ilgili Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde Anayasamıza madde ekleniyor. Uygulamada devletin daha etkin kılınması için kadın birlikleri, dernekleri, sivil toplum örgütleri, siyasi muhalefetin madde içeriğinin genişletilmesi talepleri TBMM de çoğunluk bulamıyor. Bu konu ayrı bir değerlendirme olarak toplumun gündeminde yerini koruyor.
Ancak TBMM AB ilerleme raporu öncesi Eylül-2004’te olağanüstü toplanarak yeni TCK’yı hızlı bir şekilde meclisten geçirerek hukuk alanında son yılların en büyük değişimini gerçekleştiriyor. Nisan 2005 tarihinde uygulamaya girecek yeni TCK, töre ve namus gerekçesiyle işlenen cinayetlerin ilk etapta önüne geçemese de caydırıcılık ve yaptırım açısından uzun vadede olumlu sonuçlar yaratacaktır.

Remzi KOÇÖZ

Kaynakça:
(1) 18 Ocak 2004, Milliyet Pazar eki, Elif Korap araştırması
(2) 28 Şubat 2004 Hürriyet Gazetesi, Cüneyt SÖZ
(3) 28 Şubat 2004, Milliyet Gazetesi, Osman Kara
03 Mart 2004, Hürriyet Gazetesi, Emel Armutçu
(4) 29 Şubat 2004, Milliyet Gazetesi, Serpil Yılmaz
(5) Milliyet Gazetesi, Melis Çelebi, Prof. Ünsal Oksay ile yapılan söyleşi
(6) Milliyet Gazetesi, Melis Çelebi, Prof. Ünsal Oksay ile yapılan söyleşi
(7) 18 Ocak 2004, Milliyet Pazar eki, Elif Korap araştırması
(8) 21 Mart 2004, Milliyet Gazetesi, Ayten Serin araştırması
(9) Milliyet Gazetesi, Melis Çelebi, Prof. Ünsal Oksay ile yapılan söyleşi
(10) Erzurum gazetesi, “Bunu yapan insan olamaz” başlıklı haber.
(11) 22 Ekim 2004, Hürriyet Gazetesi, E. Ercan-F. Keskinkılıç-Z. Tokuş

Hiç yorum yok:

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz