12 Haziran 2010 Cumartesi

EĞİTİM KOŞTURMACASI… -Eğitimdeki Gelinen Açmaz Üzerine-

‘Türkiye’nin en önemli eksikliklerinden biride bilim ve sanata yeterince değer vermemesidir. Her şeyi rüzgarın akışına bırakan, zar atan, kaderci yönü ağır basan bir toplumuz. Bir işi yapmadan önce değil de yaptıktan sonra yani ‘iş işten geçtikten sonra’ düşünmeye, planlamaya çalışırız. Evrim geçiremediğimiz sürece geçirenleri de beyin göçü şeklinde yurt dışına kaptırıyoruz. Eğitimde de akıl ve bilimi öne alarak dünyada geçerli olan şeyleri yaratarak büyük bir dış bağımlılıktan kurtulup dünya gücü olabiliriz. Bu potansiyel, bu zeka bu toplumun altyapısında var. Yeter ki onu açığa çıkaralım…’

Ülkemin eğitim açmazı yıllar önce başlayan Anadolu ve fen liseleri, kolejler, özel okullar ve de dershaneler yarışı ile sarmal bir hale getirilmiş. Bu sarmal yapı toplumun büyük bir kesimini milyonlarca aileyi etkiliyor. Bizden öncekiler/bizler/birkaç nesil, büyüklerimizin kitapları ile okuduk. Ortaokul sonrası devlet parasız, yatılı öğretmen okulları, askeri okullar ve meslek liseleri sınavları yapılırdı. Çoğumuz ilk sınav heyecanını o sınavlarda atlatarak, ailelerin durumuna göre hayata erken başlamak için meslek sahibi olmaya yüz tutardık. Onun dışında düz liseler, ticaret liseleri ve sanat okulları vardı.

Sonrasında üniversite sınavlarına herkes karınca kaderince mevcut bilgi ve birikimi ile hazırlanarak katılır, puan durumuna göre tercih yapılan yerlere girilirdi. Puanı düşük olanlar önkayıt sistemi ile Eğitim Enstitülerine kayıt olurdu. İstediği bölümü tutturamayan veya hiçbir yere giremeyen öğrenciler bir sonraki senenin sınavlarına kendi imkanları ile -çok kısıtlıda olsa Büyükşehirlerde az sayıdaki dershaneye giderek- hazırlananlarda olurdu. İkinci, üçüncü girişte sonuç alamazsa ‘kaldırım mühendisliği’ tabiri arkadaşları ve ailesi tarafından yüksek sesle dillendirilirdi.

Nüfusa orantılı olarak da o dönemin eğitim kalitesi bugünkü düzeyde yarışı gerektirmiyordu. Sonraki yıllarda yarış artarak günümüzde ilkokullara kadar düşüverdi. Durum böyle olunca özel okullar ve dershaneler mantar gibi bitmeye başladı. Dershaneler eskiden ÖSS için kurulmuşken piyasa şartları zaman içersinde LGS/OKS/SBS seviyesinde yeni bir yapılanma getirdi. Giderek ekonomik getiri amaçlı, sektör haline dönüşen eğitim de devletin yönetiminden ve denetiminden özel sektöre geçivermiş oldu. Böylece sağlık sektöründen sonra eğitimde özelleştirmeden nasibini almış oldu.
(2003 yılı itibariyle Ankara-Kızılay çevresindeki 550 dershane -o günlerde ilköğretim müfettişi bir arkadaşımın tespiti- sayısı ile ülkemizin eğitim gerçeğini yansıtıyordu.)

Akıl ve bilime dayalı çözümlere gözümüzü kapatıp bir kenara koyarak bugün yaşanan fiili duruma bir bakalım. Zorunlu eğitim olan ilköğretim sonrası olanaklar ölçüsünde lise ya da dershane seçeneği getirilirse daha pozitif olacaktır! Madem her şeyi dershaneler belirliyor, belirli liseleri dershanelere kiralayarak ya da devrederek daha gerçekçi bir durum yaratılabilir! Böylece bir çırpıda, kısa yoldan eğitim sorunu ile Dershane-Okul ikilemi de çözülmüş olur! Benim gibi binlerce insanda bu önerinin altına gözü kapalı olarak imza atacaktır!
Bir yandan ‘en iyi yatırımın eğitim’ olduğunu biliyorduk da; ne zaman, nerede, hangisini, nasıl tercih edeceğimiz konusunda ayaklarımız yere basmadığı gibi hafızamızda yetersiz kalıyordu. Böyle olunca kaygı ortaya çıkıyor. Daha doğrusu gelecek için güvence yerini kaygıya bırakıyordu. Kaygı oluşunca karar verme süreci genişliyor, kararsızlık hakim oluyordu. Evet, insan yaşamının en önemli süreci, dönüm noktası: sağlıklı karar verebilmektir. Yukarıda saymış olduğumuz eğitim alternatifleri sağlıklı karar vermeyi zora sokarak, gelecek kaygısı yaratmıştır.
(Sürekli değişen sistem sonucu yenilenen test kitapları, dergiler vb. materyal ile ekonomik açıdan büyük bir pazar yaratılmıştır. Özel okul, özel ders ve dershane yaşamın bir parçası haline gelerek okullardaki eğitim ve öğretim önemsizleştirilmektedir. Ekonomik güç oranınca eğitimdeki eşitsizlik kendiliğinden doğmaktadır.)

Okul-dershane döngüsüne tekrar dönelim: İlköğretim 6. sınıf ta -aslında ilkokul öncesine uzanır- başlayan bir maraton.. Yıl boyunca haftanın 5 günü okul, hafta sonu 2 günü dershane olunca geriye gün kalmıyor. Hatta hafta içi okul ve dershane etütleri olunca geriye kalan zaman da ödevlerin yapılmasına ve de uykuya kalıyor. Oyun vb. sosyal, kültürel etkinlikler geleceğe öteleniyor. Ya da geçmiş günlerde, çocuklukta kalakalıyor.

Bu koşturmaca ailelerin de düzenini bozup her şey çocukların eğitimine endeksleniyor. Ailelerde çocukla ayni psikozda ilköğretim sürecinde sürekli değişen (LGS/OKS/SBS) sınavlara kilitleniyor. Tabi bu arada yapılan deneme sınav sonuçları da cabası. Sınavmatik olunuyor adeta… Sonuç: Fen lisesi, Anadolu lisesi ardından iyi bir üniversiteye girebilmek için 5-6 yıllık bir maraton.. Normal insanlar yerine kurgu-robot insanlar yetiştirmenin gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz.
(Üniversiteye şartlanılmış olarak İlköğretim sonrası girilen sınavlarla gelinen bu noktada; her yıl sınava girenlerin 2/3’ü duvara toslayarak ÖSS için bir sonraki yıla hazırlık yapmakta. Ve bu hazırlık daha sonraki yıllara da sarkarak açıkta kalan gençlerle işsizler ordusu oluşturmaktadır.)

Eğitimde deneme yanılmayla, yap-boz şeklinde her alanda olduğu gibi altyapı oluşturulmadan üst yapı oluşturuluyor. Her yapılan yenilik bir yenisine gebe oluyor. Böyle olunca da süreklilik ve düzenlilik daha doğrusu tutarlılık oluşmuyor. Yasalarla, kurallarla oynaya oynaya diğer şeylerde olduğu gibi eğitimi de sulandırmış oluyoruz. İşi çok bilinmeyenli denkleme dönüştürüp ‘bir deli bir kuyuya bir taş atar, kırk akıllı çıkaramaz’ misali çöz çözebilirsen, kurtul kurtulabilirsen bu sarmaldan, bu kısır döngüden!.. Çare ararken bu döngüden nasibini alanlar kervanına katılmak biçare olur.

Yıl içersindeki sınav maratonunu okul bitimi Haziran ayının ikinci hafta sonu kimileri için SBS, kimileri içinde bir hafta sonra ÖSS sınavı tamamlıyor. Sınav öncesi gün geçmek bilmez, uykular tutmaz, sınav heyecanı ile bilinen şeyler kâğıda dökülemez. Panik olarak adlandırmasak da sınav psikozu ister istemez sonucu etkiler. Bir kumarbaz gibi, bir poker oyuncusu gibi çok soğukkanlı olmak zordur. Oynanan bir kumardan öte hayatın, geleceğin kendisimi? Kısmen değil, kısmen öyle diye cevap verilse de bu sınav açısından; çocuklar, aileler, eğitimciler olarak ‘olmazsa olmaz’a şartlanılıyor.

Çocuklar sınavda iken veliler dışarıda dokuz doğuruyor. Acaba diyor! İçeride zaman hızlı ilerlerken dışarıda saatler geçmek bilmiyor. Sınav iyide geçse kötüde geçse, öyle ya da böyle sınav sonrası ‘geçmiş olsun’ dışında söylenebilecek bir şey kalmıyor. Birde sonuçları beklemek dışında..

Sınavdan sonra çocukların üzerinden adeta tank geçmiş gibi.. Okulların kapanması ile de yorgun savaşçı konumuna düşüyorlar. Önlerinde üç aylık sınırsız bir tatil olsa da belirli bir zaman sonra sınav sonuçlarına endeksleniliyor. Bundan sonrası, sınav sonuçları beklentisi tatil yapmasına bedenen olmasa bile düşünce olarak engel oluyor.

Sonuçlar açıklandıktan sonra puanlar kafa karıştırıyor. Eski puan, yeni puan dönüşümü.. Hesaplamalar yapılırken il ve ülke sıralamasına bakılarak yapılacak değerlendirmelerin daha sağlıklı olacağı kanaati ortaya atılıyor. Sistemde yeni değişiklikler nedeniyle okul ve dershaneler sorularımızı yanıtsız bırakınca belirsizlik açığa çıkıyor. Tercih öncesi Internet ve gazete bilgileri daha sağlıklı bir yol çiziyor.

Kendi kendimi sorgularken benim gibi binlerce ailenin de birden fazla çocuklarını okutma savaşını gözlerimin önüne getirince ülke olarak eğitim açmazının sendrom/kangren haline geldiğini yaşayarak gözlemlemiş oluyordum. Lise girişinde başlayan sarmal üniversiteye girişte bitmeyecek ondan sonrası iş alanı olarak karşımıza çıkacak. Ülke okumuş insanların açıkta kaldıkları, boş dolaştıkları bir şantiye alanı gibi neredeyse..
(Geçmiş yıllarda ailelerin bu sıkıntı ve koşturmacasını arkadaşlarımızdan, yakınlarımızdan vede çevremizdeki insanlardan gözlemlemiştik. İş başa gelene kadar sadece işin dış yüzünü görmüştük. İçyüzünü ise yaşayarak görmüş olduk. )

Bir taraftan AB’ye girince nasıl olsa bu sorunlardan kurtulacağız umudu pompalanıyor. Diğer yandan her konuda Türkiye’ye baskı yapan AB eğitim konusunu pek gündeme getirmez. Eğitimin devletin asli görevi olduğuna dikkat çekerek ilk ve orta öğretimdeki bu çarpıklığa ses çıkarmaz. Buna karşın aileler bu yarışın dışında kalmamak için varını yoğunu harcayarak, kendi geleceğini çocuklarına, onların eğitimine feda etmektedir. Yani kendi mücadelesine, ideallerine, rahat yaşamına ara vererek, çocuklarının istikbaline yoğunlaşmıştır.

Eğitim adına yenilik, değişim yapmaya çalışanlar belki de ülkenin daha iyiye, güzele layık olduğunu düşünerek karınca kararınca bir şeyler yapmak istiyorlar. Ancak her yapılan yenilik, düzenleme yenisini gündeme getirince istikrar yerine istikrarsızlık ortaya çıkıyor. Bunun nedenlerini 50’li yıllara doğru giderek bulabiliriz. Belki de Türkiye, Köy Enstitülerini yaygınlaştırma, yenileme yerine kapatmakla bu açmazın doğmasını istemeyerek de olsa tetiklemiştir.

Çözüm konusunda bakanlıkça, üniversitelerce, eğitim sendikalarınca, sivil toplum örgütlerince çok değişik çalışmalar gerçekleştirilmiş, araştırma-inceleme raporları düzenlenmiştir. Yukarıdaki satırlar benzeri gerçekler dile getirilse de kısır döngü giderek sarmal hale dönüşmektedir. Belki de dünyanın diğer ülkelerinde buna benzer sancılar yaşanmış, yaşanıyordur da..

Eğitim uzmanlarının farklı platformlarda dile getirdiği gibi;
“Sınavlara endekslenmiş bir eğitim sisteminin nitelikli olması nasıl mümkün değilse, sadece müfredatı değiştirerek sorunları bir çırpıda çözmek de o derece zordur. İlkokuldan üniversiteye kadar yapılan sınavlarda çocuklarımız birbirleriyle yarış halinde bir gerçekle karşı karşıyadırlar. Aslolan onları geliştiren, çok yönlü bilgi ve beceri kazandıran, birbiri ile rekabet yerine, gerçek hayata hazırlayan, ezberci eğitim yerine muhakeme edebilen, sorgulayan, nitelikli bir eğitim anlayışı benimsenmelidir.”

Umarım; eğitimin bu kadar rant haline getirilmesi, sektöre dönüştürülmesi gelecek için kabus ve kaos değil de kalite ortaya çıkarır. Bu deneme-yanılma sonrası eğitim sistemi ve okullar; öğrencilerin ihtiyaçlarına yanıt veren, mutlu olacakları, sevecekleri, yaşamlarının bir parçasını oluşturan alanlara dönüştürülerek eğitimdeki açmaz son bulur…
rkocoz@yahoo.com

Remzi KOÇÖZ

Hiç yorum yok:

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz