3 Kasım 2010 Çarşamba

DEPREM KUŞAĞINDAKİ BİR KENTİN İNAT, COŞKU VE TUTKUSU-II

Sakarya ve Deprem;

1600’li yılların başlarında yaklaşık 400 yıl önce Padişah Fermanı şöyle buyurur;
“Evler tek kat ola, ikinci kat tahta çıkıla, üçüncü katı çıkanın kellesi vurula!”
Bu şehir 20. yüzyıl içerisinde üç büyük deprem yaşar. Birincisinde 20.06.1943 tarihinde (6.6 şiddetinde 336 ölü) bizim kuşak dünyada yoktu. İkincisinde 22.07.1967 tarihinde (7.2 şiddetinde 89 ölü) ilkokul öğrencisi iken eski evimizin bahçesine Kızılay çadırında günlerce kaldığımızı hayal meyal hatırlıyorum. Üçüncüsünde ise 17.08.1999 tarihinde (7.4 şiddetinde 3988 ölü) İstanbul’dan Karasu’ya geçeceğim sabahın gecesinde İstanbul-Baltalimanı Polis moral eğitim tesislerinde depremi yaşadım. Sonrasında büyük depremin yerle bir ettiği Kocaeli ilinden aktarmalı olarak köy yollarını kullanarak yıkılmış bir başka kentin merkezine Adapazarı’na zar zor ulaştım. Şehir Ağustos ayında talihsiz bir güne tanıklık ederken, savaş filmlerinde gördüğümüz hayalet şehir görüntüsü, binlerce insanın ölümü, karabasan gibi uzun süre hafızalardan silinmeyecektir. Ardından, bir hafta sonra Adapazarı, İzmit, Gölcük, Yalova güzergahını kullanarak Marmara depreminin enkazını sıcağı sıcağına gözlemledim. Durum pek iç açıcı değildi!
17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan deprem Kocaeli, Yalova, Bolu yanında Adapazarı’nda da büyük hasara yol açmıştır. Resmi kayıtlara göre 3.988 insanımız hayatını kaybetmiş, 5.180 kişi de yaralanmıştır. Sakarya ili içinde 81.702 konut ve işyeri çeşitli düzeylerde hasar görmüştür. Bunlardan 29.701’i yıkık ve ağır hasarlı, 22.157’si orta hasarlı geriye kalan 29.844’ü ise hafif hasarlı olarak kayda geçmiştir.17 Ağustos 1999 depremiyle; konutların çoğu oturulamaz hale gelmiş, halkın önemli bir kısmının geçici de olsa yakın ilçelerde ve köylerde ikamet etmesine neden olmuş ve böylece şehir nüfusunda azalma görülmüştür. 200 binlerde olan nüfus, 2000 tarihindeki genel nüfus sayımıyla ilgili kesin olmayan sonuçlarına göre Adapazarı merkez nüfusu 160.757 olarak saptanmıştır. (4)
Geçmişte padişah fermanı bölgenin kritik durumunu deprem açısından öngörmüş, yerleşim açısından -az katlı bina yapımında- uyarıda bulunmuş. Buna rağmen geçmiş yüzyıllardaki depremler neyse 20. yüzyıl içerisinde yaşanan iki depreme rağmen şehir yine fay hattı üzerine hem de çok katlı olarak yükselmiş. Taki üçüncü depremde yerle bir olup yıkılana kadar! Bilim adamlarının şehir merkezini kuzeye doğru, zemini sağlam bölgelere kaydırılması doğrultusundaki -olmazsa olmaz- raporları üzerinden zaman geçince unutulur. Şehir eskisi gibi olmasa da yine ayni yerinde kurulma ısrarındadır. Doğa kanunlarına karşı bir direniştir. Tıpkı toplum yaşamını düzenleyen en temel kuralın, yaşama güvenliğinin ihlal edildiği gibi ölüme karşı bir inattır, meydan okumadır.
Adapazarı; coğrafi konumunun yerleşmeye uygun olmaması sebebiyle, ülkemizde kuruluşu yeni olan şehirler arasında yer almaktadır. Bir ticaret yeri olması sayesinde 19. yüzyıla doğru gelişmeye başlayan kent, yüzyılın sonunda demiryolu ağının kent merkezine ulaşmasıyla hızla önem kazanmıştır. Ardından İstanbul’dan Ankara’ya giden uluslar arası karayolunun da bu kentin kenarından geçirilmesi gelişme hızını artıran başka bir etmen olmuştur. Sanayi şehri olarak bir yandan Batıdan-Doğuya giden otoyol ve demiryolu ağının simetriğine bir yandan Kuzeye-Karadeniz’e diğer yandan Güneye-Akdeniz’e doğru uzanan bir geçiş, bir kavşak noktasıdır.
Karadeniz kıyısındaki kısıtlı mevsimi ile (sadece temmuz ayı yağışsızdır) Karasu, Kocaali, Kefken sahilleri deniz turizmi yanında yayla turizmi açısından da doğal güzellik ve özelliklere sahip.. Sakarya nehrinin denize döküldüğü ağız Yenimahalle, Küçükboğaz gölü, Maden deresi, Melen çayı çevresi ayrı ayrı doğal güzelliklerin yansıması.. Kuzuluk kaplıcası, Kartepe kayak merkezi, Sapanca gölü çevresi de İstanbul’dan uzaklaşanların yazlık-kışlık oturum alanlarına, villa tipi evlerine açılıyor.
Burada karşımıza şu çıkmakta; insanlar kendilerinden sonraki kuşakların geleceklerini ipotek altına alıp, yeşil alanları daraltınca, güzelim tarım alanları, yeşil alanlar sanayi ve yerleşim yeri olarak betonlaştırılınca doğa bu duruma isyan eder. Özellikle verimli toprakların/tarım alanlarının -hiç olmazsa şimdiki haliyle- sanayi ve yerleşimden kurtarılması gerekmektedir. Bu durum “zararın neresinden dönersek kardır” sözü gibi zorunluluk arz etmektedir. (Devam edecek)

Remzi KOÇÖZ

Kaynakça:
(4) www. Belgenet.com ‘Türkiye’deki Depremler’ sayfasından

Hiç yorum yok:

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz