23 Mayıs 2010 Pazar

Aydınlarımız, Toplumsal Çelişkilerimiz ve Duyarlılıklarımız...

“Halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok aydınlara yöneltilen bir vazifedir. Gençlerimiz ve aydınlarımız niçin yürüdüklerini ve ne yapacaklarını önce kendi beyinlerinde iyice kararlaştırmalı, onları halk tarafından iyice benimsenip kabul edilebilecek bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır.” (1923) M. Kemal ATATÜRK

Yanlışlarımızı ortaya koyarak, aksaklıklarımızı masaya yatırarak, kendimizi eleştirerek, iğneyi önce kendimize batırarak canımızın yanmasını hissetmeliyiz. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” sözünü lügatimizden silmeli, yaşam alanımızdan da çıkarmalıyız.
Tanıtmak için tanımak ve bilmek gerekmektedir. Bir de yorulmadan, yüksünmeden, disiplinli bir şekilde çok yönlü mücadele vermek, çok ama çok çalışmak gereklidir.
Biz ise haklı olduğumuz konularda, her türlü davalarda tabi ki tanıtım işlevini yapmamış ve yapamamıştık. Kendi iç sorunlarımızla uğraşır, birbirimizle dalaşırken elin oğlu atı almış ve de Üsküdar’ı geçmişti. Uyandığımızda veya farkına vardığımızda tüm dünyayı karşımızda bulmuş, yapayalnız kalmıştık! Dünyaca haklı olduğumuz halde haksız gösterilmeye çalışıldığımız ulusal davaları kısır döngü şeklinde yakalayamazdık. Zamanı yakaladığımız yerde, 2000’lerde gecikmeli de olsa bilimsel mücadeleye başlıyorduk. İnsanımız, Türkiye’nin dört bir yanındaki Üniversitelerimiz öncesinde-sonrasında hayata geçirerek stratejik araştırma merkezleri adı altında kollarını sıvayacaklardır. “Zararın neresinden dönersek kardır.” atasözünü yerine getirecek, bilinçlenmeyi-mücadeleyi yakaladığımız yerde sürdürecektik.
Bugün aydınlarımız ve sanatçılarımızın çoğu toplumun, ülkenin sorunlarından uzakta kendi dünyalarında yaşıyorlar. Doğal olarak; bu sorunlarından uzakta yaşadıkları ülke insanları ile aralarında uçurumlar oluşuyor. Vermiş oldukları eserlerde, filmlerde ağırlıklı olarak cinsellik, aldatma, homo-seksüellik vb. şekillerde işleniyor... Toplum işsizlik-yoksulluk-açlık-cehaletle boğuşurken onlar Vajina monologları, tele voleler, pop starlar, turnikeler, şansa dansalar, ben evleniyorum, BBG programları vb. ile dejenere bir kültür yaratıyor ve magazinsel yaşıyorlardı. Trend, tiraj, reyting uğruna kitlelerin bastırılmış duyguları sömürülüyordu. İçgüdüler ön plana çıkarılarak akıl-mantık-beyin-irade işlevinin önüne geçiriliyordu.

Eğlence dünyasında bu tür programların olabileceği, daha farklı programların da yapılabileceği su götürmez. Ancak bu programların toplum yaşamının asıl sorunlarının önüne geçmemesi, insanları yanlış bilgilendirme-yönlendirmemesi gerektiğini savunuyorum.

Tabi ki ülke olarak içimizden yetişen bazı aydınlarımızı-bilim adamlarımızı küstürüp dış dünyaya kaptırmadık değil. Onları tutamayıp elimizden kaçırdık. Türkiye’de gösteremedikleri performansı gittikleri ülkelerde vererek uluslar arası projelere, bilimsel başarılara imza atarken Türkiye adına gurur duymakla yetinmiş olduk.
“Altın yumurtlayan tavuğumuz bize az göründü; elin tavuğu her nedense bize kaz göründü!” sözünde ifade edildiği gibi biz kendimizden olana değer vermeyerek, hep yabancı olanları gözümüzde büyüttük. Yanımızdaki cevherleri görmedik ya da küçümsedik. Tıpkı tarihte kurulan 16 Türk Devletinin her biri yine iç çekişmeler sonucu yıkılarak yok edildiğini tarih bize göstermiyor mu?

Bu güzel ülkenin bazı özelliklerini sıralarsak;
- Üç tarafı denizlerle çevrili,
- Doğal kaynakları bol,
- Genç ve dinamik nüfus,
- Stratejik önem arzeden coğrafya ve topraklar eşi bulunmaz artılarımızdı.
- İşsizlik-yoksulluk-cehalet ise eksilerimizdi.

Olmamız gereken konjonktürde yapılanmayı tamamlayamamıştık.
Bunun için de haklılığımızı çoğu konuda anlatamamış, birbirimizle kısır çekişmelerle boğuşmuş, çevremizde, dünyada olup bitenleri, dönen dolapları görememiş veya geç fark etmiştik. İçimize virüs sokarak (terör-mezhep-etnik ayrılıklar) güzel olan değerlerimizi-özlemlerimizi ön plana çıkaramamış ve sonucunda da çağdaş uygarlık dünyasına girememiştik. Organizasyon-koordinasyon-motivasyon eksikliği, plan-proje-programsız, hedefsiz, takvimsiz bir yaşam bizi bekliyor. Günü birlik yaşıyor, yarını-geleceği pek düşünmüyorduk. Düşünemiyorduk.
Belki de kapasitemiz, donanımımız bilgimiz, becerimiz yetersizdi, eksikti! Ya da organize-koordine-motive işlemini yeterince öğrenememiş, uygulayamıyorduk...
Sonucunda da çıkarsal ilişkiler ön plana çıkarak paylaşma ve dayanışma azalıyor, sevgi-saygı-samimiyet ise yok olmaya yüz tutuyordu...

Bilim adamları ve Araştırmacıların tespitlerinden yola çıkarak açmazlarımızı şöyle
sıralayabiliriz:
- Araştırma ve geliştirme çalışmalarını yeterince önemsememek
- Bilimsel çalışmalara, panel, konferanslara ilgisizlik
- Bilimsel mücadeleye destek vermeme
- Tanıtım olayını, lobiciliği göz ardı etme
- Karşı tez geliştirememe, yeterince kitap-sinema-tiyatro eseri verememe
- Önemsememek, değer vermemek, vefasızlık
- Okumamak, araştırmamak, incelememek
- Üretmeden tüketme alışkanlığı, hazırcılık ve kolaycılık
- Yaratıcılık yerine ezberciliği yeğleme
- Zamanı değerlendirmek yerine, zamanı geçirmek
- Öğretimi eğitime yeğleyerek, bireyde istendik yönde davranış değişimi
yansıtamamak
- Farklılığı tolere edememek (hoşgörü sığlığı)
- Başarıyı kıskanma, başarılı olanları hazmedememe (aşağılık kompleksi)
- Başarısızlığa bahane üretme, dış etkenlere endekslenme
- Bölgesel, yöresel kendini kanıtlama, alt kimlik takıntısı
- Feodal ilişkileri aşamama, hatır-gönül-tanıdık-kayırma alışkanlığı
- Disiplinli, ilkeli ve prensipli yaşayamamak
- İnsan ilişkilerinde güçlüye karşı itaat, zayıfı ezme
- Empatik olamama, Etik değerleri sürekli kılamama
- Toplumsal güvensizlik, gizemlilik-açık olmama
- Tepki göstermekle yetinip sorunun kendisine karşı önlem aramama
- Bakış açısı geliştirememe
Bu maddeleri daha da alt alta sıralayabilir, özellikle insan ilişkileri, davranışları üzerine çok şeyler daha ekleyebiliriz.
Bir taraftan AB’ye girme çabamız, diğer yanda Bilgi ve Aydınlanmaya yeterince ilgisiz kalışımız çelişki olarak önümüzde duruyor.
Özellikle günümüz Türkiye’sinde, Okumanın, bilgi edinmenin, araştırma-incelemenin bir kenara bırakılıp; hazırcı-ezberci, kulaktan duyma-dolma yarım yamalak şeylerle, önyargılarla, içgüdülerle hareket etmenin revaçta olduğunu görüyoruz. Üretmek, yaratmak yerine tüketmeyi daha çok seviyoruz. Üretici ve yaratıcı olmak yeterli olmayacak, onu hayata uygulamak, pratiği yaşamak, yakalamak gerekecektir.
Geçmiş Karizmatik liderler yerine lider yöneticiler günümüze damgasını vurmaktadırlar. Lider yöneticileri başarıya ulaştıran en önemli ivme ekip çalışması ve coşku olmaktadır. Liderlik, aydın ve sanatçılardan farklı bir yapıdadır. Geçmişte Onlar çağ açıp kapatıp, Fetihler yapıp, Savaşlar vermişler. Yeni bir vatan, yeni umutlar, yeni bir devlet yaratmışlar. Ondan sonra o değerlerin yaşaması, yarınlara, sonsuza değin sürmesi için temel adımlarını da atmışlar. Devam ettirmek ve yaşatmak o toplumun yetiştirmiş olduğu aydın ve sanatçıların omuzlarındadır. Evet, aydın ve sanatçı duyarlılığı, sorumluluğu burada ağır basmaktadır.
Yaşadığın toplumla ayni değerleri paylaşsan da farklı olmak, bizim dışımızdan, toplumun dışından biri olmak gerek. Toplum gibi düşündüğünüzde toplumun önünde gitmeniz zorlaşır. Onlardan biri olursunuz. Onun için toplumu ileri götürmek sorumluluğu varsa içimizden biri, bizim gibi olmamalı.. Bizim önümüzde olmalı, bizi etkilemeli, aydınlığa sürüklemeli.. Açıkçası:

Öz olmalı,
Özgür olmalı,
Önder olmalı,
Önde olmalı,
Öncü olmalı,
Önce olmalı,
Örnek olmalı,
Özgün olmalı,
Öngörülü olmalı,
Özel olmalı…

Aksi olmak, aykırı olmak farklı olmak değildir. Belki entel tabir edilen aydın olmak çizgisidir. Çevreyi ve insanları aydınlatmak yerine, kendi dünyasında, kendi kendine yaşar gider.
Ya üç maymunları oynuyoruz (Gör-medim // Duy-madım // İşit-medim), ya da üç K’yı (Konuş-ma // Karış-ma // Kaytar–ma)
Kendi kulvarında yetişmiş insanların, Uzmanların, Bilim adamlarımızın tek başlarına yapmaya çalıştıkları aydınlatma görevini, bilgi paylaşımını yürekten kutlarken; sadece konuşarak, beyanat vererek popülizm peşinde koşan entel-aydınların, Sivil Toplum Örgütlerinin çoğunun bu yürekli çalışmaları kendilerine örnek almalarını diliyoruz.
Öncelikle Bilim adamlarımıza, Tarihçilerimize, aydınlarımıza, sanatçılarımıza sonrasında hepimize, toplumun tüm katmanlarına çok ama çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Bütün bu unsurlar Ulus devleti ayakta tutmanın, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmanın katalizörü olacaklardır.
Anadolu’nun, bu güzel toprakların bize vermiş olduğu ortak değerler yozlaştırılarak, dejenere bir kültür yaratılmaya çalışılıyor. Bizi biz yapan değerler tukaka edilmek isteniliyor. Bu gaflet nedendir?
1071’de Anadolu’nun fethi Alpaslan’la gerçekleşiyor; korunması, yeniden dirilerek vatan olarak perçinlenmesi Atatürk tarafından gerçekleştiriliyor. Tabi ki arada bulunan Türk Büyükleri de unutulmayacaktır. Bu iki “A” nın mirasıdır Anadolu bize..
Bu kutsal mirası yaşatmak, bizden sonraki nesillere geliştirerek teslim etmek de en önemli görevimiz ve idealimiz olmalıdır.

Remzi KOÇÖZ

Hiç yorum yok:

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz