21 Mayıs 2010 Cuma

Bir Şehrin Düşleri (Sivas ve Futbol)

‘Güzel Anadolumun özellikleri ve insanımızın yöresel davranış motifleri ile
bezenmiş, kendini tanımlamaları sonucu oluşan tablo: Dadaşlar, Gakkoşlar,
Efeler ve Yiğidolar.’

Sivas adı bir söylentiye göre Roma İmparatoru Augustus’un unvanlarından ‘Sebasteia’ dan gelmiş. Bir başka söylentiye göre eski çağlarda kentin olduğu yerde ‘Sipas’ denen üç gözlü pınar varmış. Birinci göz ‘Tanrıya şükranı’, ikinci göz ‘Ana-babaya saygıyı’, üçüncü göz ‘Küçüklere sevgiyi’ simgeliyormuş. İnsanlar bu üç erdemi yitirince pınar kurumuş, kentte yoksullaşmış. ‘Üç göz’ anlamına gelen ‘Sipas’ daha sonra kentin adı olmuş, zamanla ‘Sivas’a dönüşmüş. (1)
Türkiye’nin toprak büyüklüğü açısından en büyük ili olan Sivas, Orta Anadolu’da Yukarı Kızılırmak havzasında yer almaktadır. Kentin çevresini 8 il (Yozgat, Tokat, Ordu, Giresun, Erzincan, Malatya, K.Maraş, Kayseri) yani tam tamına Türkiye’nin % 10 kenti sınırlamaktadır.
Sivas çeşitli yolların kesişme noktasıdır. Karayolu dışında Demiryolu ağıda bu şehrin doğuya geçiş bölgesi olmasına sebep olur. İç Anadolu’nun Doğu Anadolu’ya geçmişte varolan İpek yolunun günümüzdeki geçiş yoludur. Kızıldağ her zaman geçit vermez. Batıdan doğuya, doğudan batıya yolu kapatır. Karadeniz’le G.Doğu Anadolu’yu birbirine bağlayan ilk Çağ’ın Ninova-Aminos yolu buradan geçer.
M.Ö. 2000’lerde Hititlerin yaşadığı, Danişmentlilere ve Eretna devletine başkentlik eden Sivas özellikle Selçuklu döneminden kalma mimari eserlerle büyük bir açık hava müzesi gibidir.
Anadolu Selçuklularından Çifte minaresi, Cumhuriyete uzanan yolda Sivas’ta toplanan Kongrenin sembolü Kongre binası, 4 Eylül parkı, Hafik barajı, Kangal köpeği, Temeltepe kışlası bilinenleridir.
Anadolu folklorünün zenginliğine sahip yöre birçok büyük halk ozanı yetiştirmiştir. Pir Sultan Abdal’la doruğa ulaşan halk şiiri geleneği Cumhuriyet döneminde Kul Himmet ve Aşık Veysel’le sürmüştür.
Şehir 1993 yılında talihsiz bir güne tanıklık eder. Madımak otelinde yanarak can veren 37 insanın ölümü şehrin adının üzerinde karabasan gibi duracak, uzun süre hafızalardan silinmeyecektir.
Ekonomik yaşam hayvancılık ve tarım yanında yer altı kaynaklarına dayanır. Sanayi olarak Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan DDY-Cer Atölyesi, Sümerbank ve Çimento fabrikası ile sınırlı kalmıştır. Yıldan yıla artan nüfus sonrası iş alanı olmayınca geçim derdi ve ekonomik sıkıntılar şehrin temel sorunu haline gelir. Ve bu şehrin insanlarına gurbet gözükür. Bu şehir aynı zamanda Türkiye’nin en çok göç veren illeri arasında.. Hem yurtdışına hem de yurtiçine, batıya göç veren şehirlerin başında gelir.
Sivas’ta kış günü burnumuzdaki sıvının donduğunu 1975’li yıllarda yaşamıştım. Yazın rüzgarı ve tozu, kışın ise dondurucu soğuğu ve buzu şehirle özdeşleşmiştir. Sert doğası yanında özellikle sert kışı var bu şehrin. Soğuk için “Erzurum’da doğmuş, Sivas’ta eğlenmiş” derler.

Sivasspor ve Yiğidolar;
1967 yılındaki Sivas-Kayserispor müsabakası sonucu: 60 dakika, 1 gol, 40 ölü, 300 yaralı..
Bu İstanbul, Ankara, İzmir metropollerine karşı Anadolu’nun kendini ispatlamaya çalışmasının bir göstergesi..
O yıllar ödül yerine ceza ve yasakların öne çıktığı, ağır bastığı yıllar. Ebeveynler ve öğretmenler birbirinin tamamlayıcısı olunca kendine güven yerine, eksiklik-güvensizlik-yetersizlik duyguları içersinde aşağılık kompleksi ile insanlar büyümektedirler. Bu konuda Erikson’un araştırma bulguları psiko-sosyal açıdan gelişme devresinin 6-11 yaş arasında “çalışkanlığa karşı aşağılık duygusu”nun kazanıldığı şeklindedir.
Bu yaşlarda takdir ve teşvik yerine engelleme ve yasakların öne çıktığı durumlarda benlik duygusunun yerine aşağılık duygusunun öne çıktığı tespit edilmiştir. Eksiklik duygularını bastırmak için otorite olarak görünen siyasi, sosyal aksiyonlara yönelecektir. Parti, dernek ya da spor kulübü olabilir. Onun fanatiği olacaktır. O kazanınca sevinecek, kaybedince üzülecek, yaşamı kararacaktır. Yoksa insanlar niçin saatlerce, günlerce, haftalarca bir spor müsabakasının sonucunu konuşup, kritiğini yapar. Eksikliğini tamamlamak için..
Eksiklik duygusu insanlarla sınırlı kalmayıp mahalle, kasaba, şehir, bölge ve uluslararası olarak da öne çıkabilmektedir. Bunun en trajik örneklerinden birisi futbol maçları sonrası yaşanmıştır.

Gelelim 1967 Yılındaki Kayseri – Sivas Futbol Maçına;
Profesyonel futbol liginin 1960’larda İstanbul, Ankara, İzmir’den Anadolu’ya yayılması 2. ve 3. liglerin kurulmasıyla 1966’lı yılları bulur. Metropollerine aksine Anadolu takımları birbirleriyle acımasız bir rekabete başladı. 1967 yılında yaşanan trajik olay futbolun kardeşlik- dostluktan öte kamp ve düşmanlık yaratan bir yanını gösterdi.
Üstünlük mücadelesi, üstün olma, yenme iddiası sonucu biz-onlar ayrımı futbolun doğası olarak ortaya çıkar. Futbol bir bütünleşmeyi, özdeşleşmeyi ortaya çıkarır. Taraftar-kulüp, kulüple-kent özdeşleşmesi kentsel-bölgesel rekabeti-ayrışmaları su yüzüne çıkarır.
17 Eylül 1967 Kayseri şehir stadyumu tren ve otobüslerle Sivas’tan gelen seyircilerle tıklım tıklım dolu. Maçın ikinci yarısında yenen gol sonrası santraya gitmeden “yiğidolar” neye uğradıklarını şaşırdılar. Golün ardından küfür ve taşlar üzerlerine yağmaya başladı. Taşlardan sersemleyen “yiğidolar” tekme yumruk saldırıya geçtiler. Tribünler karıştı. Dara düşenler tribünlerden tel örgüleri aşıp saha içine, çıkış kapılarına doğru cehennemden kaçmaya çalıştı. Kaçanla kovalayan karışmıştı. İnsanlar çiğnendiler, ezildiler ve öldüler.
Tabi ki bu gerilim, hırs, öfke haftalar öncesinin belki de yıllar öncesinin birikiminin patlamasıydı. Bir deprem, bir afet gibi bir şey... Onlar doğal, bu ise toplumsal bir olay..
Bu maçın rövanşı hemen Sivas’ta yapıldı. Acı haber tez ulaşıp genç-yaşlı neredeyse tüm erkekler Sivas sokaklara dökülüp Kayserililerin dükkanlarını yağma-talan ettiler. Cenazeler geldi. Ağıtlar yakıldı. Ve sonuç olarak Sivasspor kuruluşunun ilk yılında liglere gazi olarak başladı.
Sivasspor taraftarları kendilerini “yiğidolar”olarak niteliyordu. Cesaretin, fizik gücün zafere yeteceğine inanıyorlardı. Yanıldılar ve yenildiler. Rakipleri Kayseri onların unvanının ötesinde bir kimliği “eşeği boyayıp, sahibine satmak” gibi bir unvanı; ticaretle, parayla özdeşleşmiş kıvrak zekayı taşıyordu.
Futbol, tamda ”rakip”e atfedilen, taşıdığı söylenen-kabul edilen değerlerin öne çıktığı dönemde keşfedilen bir oyundu. “Yiğitlik”le pek ilgisi yoktu. yiğidolar bunu göremediler, kabul edemediler! Ama Sivas’ta futbolun tarihi bunu gösterecekti.
1970’li yıllarda yeniden bir atak başlatılır. 1972-73 sezonunda önemli transferler yapılarak, ayrı ayrı guruplardaki Kayseri ve Sivas takımları şampiyonluğa kilitlenir. Her iki şehirde de nefesler tutulur. Kayserispor şampiyon olarak I. lige çıkarken, Sivasspor son maçında kendi sahasında penaltı kaçırarak şampiyonluğu Adana Demirspor’a kaptırır. Seyircilerin maç sonrası çıkaracağı olaylar şampiyonluğu getirmeyecek, Sivas şehri makus talihine küsecekti. Ne Piksat’ı kurup kalkınmış, zengin olmuşlardı. Nede şampiyon!
DDY-Cer Atölyesi, Sümerbank ve Çimento fabrikası dışında ekonomik açıdan şehre güç katacak bir proje ortaya atılmıştı. Piksat (pik demir döküm fabrikası), ekonomik kurtuluş reçetesiydi. O yıllar Sivas için, Sivaslı için iki şey öne çıkmıştı. Birincisi Almancılar, esnaf, eşraf herkesin maddi olarak gücü oranında ortak olduğu düş “Piksat”, ikincisi ise Sivasspor.
Ekonomik hamle yapamayan kentin insanları, düş kırıklığı sonrası çareyi metropollere göç etmekte buldular. Belki bu kentin kurtuluşu olabilecek, düşlerini gurbette gerçekleştirecek, kentlerinin adını oralarda yaşatacaklardı.
Uzun süre 2.lig’de oynayan Sivasspor 1988-89 sezonunda 3. Lig’e düşer. 20 yıl sonra düşmüş olduğu 3. ligden bu kez 2. lige çıkabilmek için 1992-93 sezonunda efor sarf eder. Bu kez başka bir komşu il Çorum şampiyon olacak, Sivas yine düş kırıklığı yaşayacaktı.
İlin adını taşıyan Sivasspor 1950 yılında kurulur, 1967 yılında Kızılırmak ve Yolspor’la birleşerek yeniden yapılandı ve futbol şubesini profesyonelleştirdi. Renklerini ise beyaz ve kırmızı olarak seçerek Türk bayrağı bütünleştirdi. Profesyonel lig kurulduğundan (1967) bu yana futbol arenasında var olmuş, Viyana kapılarında yaşanan bozgun misali hep kapıdan dönmüştür. Ancak, çıkmayan canda umut vardır misali umutlar hiç tükenmemiştir. Er geç I. Lig hedefi bu şehrin en büyük özlemlerinden biri olarak hep göz önünde durmuştur. Takım 1. lige çıkamasa da Sivas, Türk futboluna Ahmet Tuna Kozan, Köksal Mestçi, Rıza Çalımbay, Erdal Keser, Necdet Ergun gibi milli sporcular yetiştirdi.
Bu kentin düşleri yıllar sonra nefes kesen lig maratonu sonrası 2004-05 sezonunda 3. haftadan itibaren haftalardır lider olarak önde götürdüğü ligi son 3 hafta kala Süper Lig’e çıkmayı garantileyerek, şampiyon olarak tamamlayacak 38 yıl sonra Süper Lige adım atacak düşleri yerine gelecekti. Yiğidolar artık 2005-06 sezonunda düşledikleri Süper Ligde top koşturacak, Sivaslılara ilkleri yaşatacaklardı.
Tüm Türkiye gibi bitmez tükenmez bu mücadelenin başarısını yürekten kutlarken, süper ligde hayal kırıklığına uğramayarak spor adına, futbol adına güzellikler yaşanması temennisiyle Yiğidolara başarılar dilemiştim.
Sivasspor asansör takım olur şeklinde söylentilerin aksine 2005/06 sezonunda 8. sırada, 2006/07 sezonunda 7. sırada, 2007/08 sezonunda ise FB ve BJK’nın ardından aynı puanla averajla 4. sırada bitirerek İnter-Toto kupasında Türkiye’yi temsil etmiştir. Son iki sezon peş peşe zirveyi zorlayarak taraftarlarını coşturan yiğidolar, 2008-2009 sezonu da uzun süre lider olarak götürdüğü ligi, son 3 haftada BJK’ya kaptırarak şampiyonluğu kıl payı kaçırmış, 2. sırada tamamlamıştır. Sivas, Trabzon’un geçmişte İstanbul’dan Anadolu’ya taşımış olduğu tacı ikinci kent/takım olarak taşımanın mücadelesini verse de, mutlu sona ulaşamasa da gönüllerin şampiyonu olarak şampiyonlar ligine katılmaya hak kazanarak ilklere imzasını atmıştır.
2009-2010 sezonunda Sivas bu kez ligde kalma mücadelesi verirken Anadolunun bir başka takımı Bursaspor süper ligi uzun süre önde götürürken son 3 hafta kala liderliği FB’ye kaptırsada son maçta ipi göğüsleyerek şampiyon olur. Sivas, Bursa gibi Anadolu takımlarının başarısını yürekten kutlarken, spor/futbol adına güzellikler yaşanması vede Futbolun ‘Ayak oyunu’ olarak değil de ‘Ayakla oynanan oyun’ olarak sürdürülmesi dileğiyle…

Remzi KOÇÖZ

Kaynakça;
(1)İl il Türkiye Ansiklopedisi, Milliyet yayınları, cilt3, s.815-825
(2)ABACI Ramazan,“Yaşamın Kalitelendirilmesi”, Değişim yayınları, 3.basım-2002,s.63
(3)ABACI Ramazan, age.,s.68-79(Zeki Coşkun’un futbol terörüne farklı bakış çalışması)

Hiç yorum yok:

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz