7 Ekim 2020 Çarşamba

BİR DOSTUN ARDINDAN


 Bir Portre: Cuma DELİOĞLU…

Cuma DELİOĞLU (1959), Antep’li çok çocuklu işçi bir ailesinin üniversite kazanan/okuyan tek çocuğu. Ankara Devlet Mimar Mühendislik Akademisinin o günlerde Türkiye’de ilk olacak Endüstri Mühendisliği bölümünde okuyordu. Ailesinin sağlayabildiği kısıtlı imkanlarla okul dışı kalan zamanları çalışarak değerlendirip, (yaz/ara tatillerinde Antep’te trikotaj/tekstil gibi el sanatları işinde, Ankara’da eğitim dışı saatlerinde/hafta sonları çalışarak, kimseye yük olmayıp, emeğiyle harçlığını çıkararak) kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan biri olarak başkent Ankara’da okuyordu.

            Ezilmenin/emeğin/alınterinin ne olduğunu, nasıl olduğunu çok iyi biliyordu. Bildiği bir şey daha vardı. Bunları aşarak meslek sahibi olup Anadolu tabiriyle “Altın Bilezik” sahibi olmaktı. Sonrasında ailesine ve memleketine katkı sağlayacaktı.

            70'li yılların sonlarında tüm gençliğin kendine bir dünya görüşü aradığı Türkiye’de O’da kendi safını bulacaktı. Emekten yana, sömürüsüz bir dünya için mücadele edenlerin yanında yer alacaktı. O yaşlarda maceracılık revaçta iken soğukkanlı/sağduyulu, kendini kullandırmadan öncelikli okulunu bitirip, meslek sahibi olduktan sonra hayat mücadelesini verecekti.

            Sınıf arkadaşları ve diğer arkadaş çevresinde çok sevilen/sevgi dolu bir insandı. Popülist/goygoycu bir yapıda olmayıp, her zaman naif bir insan olarak sade bir yapıda kaldı. Gülerken bile kimseyi rahatsız etmemeyi ilke edinmişti.

            Kimseyi kırmamak/incitmemek/sömürmemek için içe dönük bir yapıda gençliğinin gereği olan sevdalarını/duygularını iç dünyasında yaşadı. Anadolu insanının saf temizliğiyle yardımlaşmayı/dayanışmayı/paylaşmayı hep ilişkilerinin, arkadaşlıklarının önünde tuttu. Dost oldu mu onu da candan yapardı.

            Okulunu bitirip, memleketi Antep’e dönüp endüstri mühendisi olarak -idealindeki kendi işini kurana/sermaye oluşturana kadar- KÜSGEB/KOSGEB’de uzman olarak işe başlar. Hayatını Ankara’dan öğrencilik yıllarında tanıdığı/tanıştığı öğretmen Hülya Hanım ile birleştirip, aile yaşamına geçiş yapmasının ardından 2 çocuk babası olacak ve çocuklarının iyi bir eğitim alarak meslek sahibi olmalarının mücadelesini verecekti. (Oğlu Caner Tıp doktoru KBB uzmanı olarak Ankara’da görev ve meslektaş evliliğinin ardından İstanbul’a atanacak, Kızı Ceren ise Eczacı olacak Ankara/Kavaklıdere semtinde eczane açacaktı.)

Bir taraftan, anne/baba/ağabey/kardeşler/yeğenler gibi aile efradına destek oluyor. Özellikle yeğenlerinin yükseköğrenim görmeleri onun örnekliğinde/önderliğinde gerçekleşiyordu.

Cuma aslında ağır bir yük altına girmişti. Yıllarca kendi emeği/çabasıyla didinerek, okuyarak, kendi işini/dünyasını kurup, özlemlerini gerçekleştirmek istiyordu. Ancak aile yapısı/yetişme tarzı/geleneklerle bezendiği Anadolu kültürü, bu ideallerini/hayallerini gerçekleştirmeye engel olacaktı.

Aslında kendini ben/bencillik yerine biz/üleşme kavramına feda etmiş, Türkiye’nin ilk Endüstri Mühendislerinden biri olarak İstanbul/Ankara gibi metropol kentlerde büyük şirketlerde üst düzey yöneticiliğe kadar yükselmeyi elinin tersiyle iterek memleketine hizmet vermeyi yeğlemişti.

Kolay olanı değil de kendisi için güç olanı tercih etmek zorunda kalacak, doğmuş olduğu, büyümüş olduğu şehirde yaşamının bundan sonrasını devam ettirecekti. Öncelikli olarak ailesine sahiplenecek, kendi memleketinde yararlı olmaya çalışacak, 90’lı yılların ortalarında TMMOB Gaziantep şube başkanlığı gibi önemli bir görevi üstlenecekti.

Kendini aşma yolunda mücadeleci yapısı, O’nu memleketinde kendi insanı ile yüz yüze, omuz omuza olduğu anlarda zaman zaman hayal kırıklığına uğratır. Çoğu insan ikiyüzlü/riyakar bir yapıda çıkar ilişkilerini ön planda tutmayı yeğlerken, O kollektif/toplumcu düşünme ideallerinde kalakalmıştı. Liyakatın arka plana atılıp yerel/siyasal angajmanlarla yeteneksizlerin ödüllendirildiği bir sistemde/anlayışta, sistemle kavgalı olarak sıkıntılar/sürgünler yaşayacak, uzman olarak başladığı kurumda -niteliksiz referanslarla/siyasi mülahazalarla makam sahibi olmak yerine-  onurlu bir yaşam çizgisiyle nitelikli bir uzman olarak kalacaktı.

1982 yılında mezuniyet sonrası yollarımız ayrılıp Ankara dışında yaşam mücadelesine başlarken “aramızda oluşan gönül bağının/dostluğun devamı temennisiyle; her şey gönlünce olsun, dilediğince gelişsin” dileklerinde bulunmuştum. Sonrasında neredeyse 20 yıl gibi uzun bir süre (1988-1989-2001’de günübirlik görüşmelerimiz dışında) yüz yüze görüşemeyecek telefonla/mektupla haberleşilecekti, Can Dostumla... (21.7.2002 / Karaağaç-GÖMEÇ)

Değerli Arkadaşım/Can Dostum...

2003 yılında Ankara’ya dönüş yapmam sonrası Antep’ten Ankara’ya hemen hemen her gelişinde kısa/uzun görüşmelerimiz ile geçmişi yadedip hasret giderirdik.

21 Haziran 2020 tarihinde ‘Babalar’ günü için kaleme alıp paylaştığım şiirimin ardından telefonla görüştüğümüzde annenin kaybını öğrenmiş üzülmüştüm. Ardından karaciğerinden biopsi ile alınan parçanın kötü huylu tümör olduğunu ve Ankara’da kemoterapiye başladığını paylaşırken ne zaman döneceğimi sormuştun.

Kemoterapi sürecinde telefonla görüşmelerimizde -en son Ağustos ayı sonlarına doğru- sesini yorgun bulurken moralini yüksek tutmaya çalışıyordun.

9 Eylül günü gazetede yayınlanan yazımı Whatsaptan paylaştığımda kızı Ceren’in bana dönüş yaparak seni yani biricik babasını 7 Eylül günü emboli atması sonucu kaybettiklerini ve Ankara/Karşıyaka’ya defnettiklerini söyleyince yüreğim cız etti. Bir dostu apansız kaybetmiştim.

Seni özleyeceğiz, yüreği sevgi dolu güzel insan.

Toprağın bol olsun, Işıklar içerisinde uyu, Can Dostum…

(07. 10. 2020 / Karaağaç-GÖMEÇ)

Remzi KOÇÖZ

Hiç yorum yok:

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz