28 Nisan 2025 Pazartesi

PAPA

Papa Franciscus...
(Jorge Mario Bergoglio)
Hristiyan Dünyası Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Francis
(1936-2025);
Latin Amerika/Arjantin doğumlu Amerika'dan ve Güney yarımküre'den seçilen ilk papa.
12 yıllık Papalık görevi süresince (aylık 30.000 euro) maaş almayı reddetmiş ve bu parayı çeşitli yardım kuruluşlarına, kiliselere ve ihtiyaç sahiplerine yani fakirlere bağışlamış.
Papalığı süresince yapılan bağışların (16 milyon avro) tamamını da yardım kurumlarına ve kiliselere bırakmış.
Vatikan`da sarayda değil küçük bir odada yaşayarak bu dünyadan "baba evine" geri dönmüş.
Şatafata/gösterişe dayanmayan sade vede ibretlik bir yaşam öyküsü.
Din adamlarına vede dinden geçinenlere ithaf olunur. 
(26 Nisan 2025)

27 Nisan 2025 Pazar

AKIL

Kötü Akıl:
Kendi ikbali,
Şahsi çıkarları için
Hırsına/kibrine yenik düşen,
Tüm değerleri çiğneyip geçebilen,
Herşeyi ateşe atabilen,
Her türlü olumsuzluğu yapabilendir.
Görmeyen/duymayan/işitmeyen,
Kötücülüğün ortak akla dönüşmesi ise;
Toplumsal hezeyanın,
Bir cinnetin göstergesidir...
(25 Nisan 2025)

26 Nisan 2025 Cumartesi

EGEMENLİK

'Milli Mücadele sürecinde 23 Nisan 1920 günü Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisince, yeni Türk devletine giden yolda bir ilk gerçekleştirilip, “Egemenlik, Kayıtsız Şartsız Ulusundur” şeklinde hayatiyet kazanarak, Hükümet kurma iradesi gösterilmiş. Ardından Misak-ı Milli ruhuyla siyasi alt yapı gerçekleştirilerek zaman geçirmeden Kuvayı Milliye ruhunu cephelerde düzenli orduya dönüştürüp; 9 Eylül 1922’de Yunan/işgal ordusunu İzmir’den denize dökerek, Türkün ulusal kurtuluşunu gerçekleştirmiştir.'

Egemenliği Yeniden Egemen Kılmak

TBMM öncülüğünde ve Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde gerçekleştirilen Milli Mücadele ve Kurtuluşun ardından, 1 Kasım 1922’de TBMM tarafından saltanatın kaldırılması ile 600 yıllık Osmanlı hanedanının egemenliğine son verilir. Bu karar sonucu Ankara’da kurulan ve Ulusal Kurtuluş Savaşını zaferle sonuçlandıran Türkiye Devleti ülkedeki devlet/hükümet ikiliğini ortadan kaldırılır. Böylece Osmanlı monarşisi/padişahlık kurumu tarih olurken yeni bir Türk devleti olarak tarih sahnesine çıkan Türkiye ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk devrimi yüzünü gösterir. Siyasal iktidarın kaynağını kökten değiştirip Egemenlik saraydan alınıp millete/halka verilerek, ümmet yapısından millet yapısına geçilir.

Egemenlik “ulusal irade/egemenlik, halk idaresi/halk hükümeti” şeklinde vurgulanagelmiş, 23 Nisan 1920 günü TBMM’nin açılışında “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” şeklinde vücut bularak, Teşkilatı Esasiye Kanunu ve 29 Ekim 1923’de hayatiyet bulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Anayasasının temelini oluşturur.

Ulusal Bağımsızlık Savaşı ile işgalcileri kovarak emperyalizmin Türkiye’deki nüfuzuna darbe vuran “millici” ve “antiemperyalist” devrimci-milliyetçi kadrolar; emperyalizmin müttefiki -padişahlık/saltanat gibi- siyasal kurumları ortadan kaldırıp ulusal egemenlik yolunda Cumhuriyet yönünde ilerlerken; emperyalizme karşı verilecek asıl mücadelenin ekonomik bir mücadele olacağını da biliyorlardı. Türkiye açısından siyasi bağımsızlık kadar kapitülasyonların çevrelediği ekonomik bağımsızlık da önem arzediyordu. Lozan anlaşması ile Türk Milletine dayatılan “Sevr” haritası tarihin çöplüğüne atılırken, kapitülasyonlara da son verilir. Lozan, yeni Türk devletinin tam bağımsız bir Türkiye’nin uluslararası alanda kabulü/tescili ve tüm dünyaya ilanıdır.

1950 yılında çok partili hayata geçiş ve iktidar değişimi sonrası devrimler sürdürülemeyince karşı devrim öne çıkarak, zaman içerisinde giderek artan bir hızla Cumhuriyet ile hesaplaşmasını kazanımları/kurumları değersizleştirip çökerterek, kapatarak, satarak, tarihi/gerçekleri çarpıtarak bir belirsizliğe doğru yol alınır. 1960-70-80 askeri müdahaleleri ile demokrasi gelgitleri 2000’li yıllar sonrası farklı bir sürece evrilir.

100 yıl öncesinin tersine; egemenliğin yeniden saraya geçtiği, milletten ümmete yurttaşlıktan kulluğa doğru bir süreç yaşandığı, feodal yapıların tarikatlar/cemaatlerin öne çıkarılıp söz sahibi olduğu, eğitimin birliğinden -dini eğitim ağırlıklı- ikili bir eğitim sistemine geçildiği, günümüz gerçeği ile karşı karşıyayız.

Demokratik denetim mekanizmalarının etkin olduğu kuvvetler ayrımına dayalı parlamenter sistemden -tek adama dayalı devlete/millete/ülkeye zarar veren- cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ile Türkiye öncelikli olarak kısır bir döngü ile karşıkarşıyadır.

Kurucu önderinin ilke ve devrimleriyle bütünleşen, -tam bağımsızlık/ulusal egemenlik gibi ulusal varlığı ayakta tutan uygulamalar, emperyalist saldırı altında yok edilmeye çalışılsa da- Cumhuriyet, özünde millet iradesinin yansıması olan ulusal egemenlik anlayışının vede demokratik meşruiyetin bir güvencesidir.

Demokrasiyi araç olarak görenler bizi halk seçti diyerek yasama/yürütme/yargı erkleri yanında 4. Kuvvet olarak nitelenen basını, özerk olması gereken bilim yuvaları üniversiteleri ve diğer anayasal kuruluşları işlevsiz hale getirip, otokrat bir anlayışla kendilerini egemen kılma adına toplumsal kutuplaştırma/ötekileştirme ile yaşanan yozlaşma/çürüme/ayrışma adeta bir çöküşe davet niteliğinde. 

Gelinen noktada, bu karanlıktan çıkış yolu, Atatürk ilke/devrimleri ışığında, egemenliği yeniden egemen kılmak için -toplum olarak önceliğimiz- egemenliğin egemenlerden kurtarılmasıdır.

(Ankara / 23 Nisan 2025)

Remzi Koçöz



20 Nisan 2025 Pazar

EGEMEN-LİK


"Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir."

SUÇSUZ / GÜÇSÜZ / HAKSIZ


Haklıların Haksız
Haksızların Haklı
Suçluların Suçsuz
Suçsuzların Suçlu

Güçsüzlerin Suçlu
Güçlülerin Suçsuz
Suçluların Güçlü
Suçsuzların Güçsüz

Güçlülerin Haklı
Suçsuzların Haksız
Gücün Egemen 
Olduğu bir Düzende

Egemenliğin sahibi Millet
Sistemi değiştiremezse
Egemenlerin gücünü altedemezse
Sonuçlar hep aynı olacaktır:

Hem Suçlu
Hem Güçlü
Hem Haklı
Hem de Erişilemez!
(20 Nisan 2025)

Remzi Koçöz

10 Nisan 2025 Perşembe

MİLLİ MÜCADELE ve TÜRK POLİS TEŞKİLATI

             Türk Polisi, yetkisini yasalardan, gücünü milletinden, görev ve sorumluluk duygusunu vicdanının sesinden alarak, tüm benliğiyle halkın hizmetindedir. Kişilerin/egemenlerin/siyasilerin/partilerin/iktidarların/zümrelerin/cemaatlerin/ tarikatların/çıkar çevrelerinin ne özel kolluk gücü nede arka bahçesidir. Milletin/Halkın/Toplumun tüm katmanlarına karşı ‘Hak/Hukuk/Adalet/Eşitlik/Saygı/Sevgi’ anlayışı içerisinde, Türkiye’nin kuruluş felsefesini oluşturan ‘Atatürk İlkeleri ve Devrimleri’ ortak paydasıdır. Ve Cumhuriyetin bekçisidir. Ve de Cumhuriyetimizin Kurucusu Büyük Önderimizin dediği gibi: “Herkesin vicdanı kendi polisidir. Polis ancak vicdanı olmayanların karşısındadır.”

MİLLİ MÜCADELE / CUMHURİYET ve TÜRK POLİS TEŞKİLATI

İç güvenliğe ilişkin günümüzden 180 yıl önce, 10 Nisan 1845 tarihinde, Osmanlı/Tanzimat Döneminde, Tophane-i Âmire Müşirliği’ne bağlı bir birim olarak kurulan ve Kaptan-ı Deryalık ardından Zaptiye Müşiriyetine bağlanan Polis Teşkilatının temeli 1907 yılında “Polis Nizamnamesi” ile atılmıştır. Zaptiye Nezareti lağvedilip yerine 1909’da Emniyet-i Umûm Müdürlüğü, 1911’de İstanbul Polis Müdüriyet-i Umûmîyesi 1913’de Dâhiliye Nezareti’ne bağlanmıştır.

Milli Mücadele döneminde (1918-1922) binlerce şehit (polis sayısı 6500’lerden 4250’lere düşerken) verilen cephede olduğu kadar cephe gerisinde de (Teşkilatı Mahsusa’ya yardım, asker kaçaklarını tespit, Anadolu’ya silah/adam kaçırma gibi) çok büyük katkıları olacaktı. Milli mücadele sonunda yüzlerce polis kırmızı şeritli İstiklal madalyası ile ödüllendirilecekti. Tabi ki Milli Mücadele karşıtları işbirlikçiler de olacaktı. 150’likler arasında 13 polis yer alırken, Kürt Teali ve Yeşilordu cemiyetlerinde çalışanlarda olacaktı.

TBMM’nin 23 Nisan 1920 tarihinde açılışının 3 ay sonrasında 24 Haziran günü İstanbul’dan bağımsız Ankara’da TBMM hükümetine bağlı bir milli polis teşkilatı (Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü) oluşturulurken, İngiliz casusu Hintli Mustafa Sagir’in Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’ya suikast girişiminin (1921) açığa çıkarılması ilk/önemli bir başarıydı. Milli mücadele sonrası İstanbul Emniyet Genel Müdürlüğü (1922) ile İstanbul Polis Müdürlüğü (1923) lağvedilerek 2 başlılığa son verilir. Osmanlı saltanatı vede İstanbul Hükümetinin sonlanması ile kurulan yeni Türk devletinin Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olan Ankara’daki teşkilat günümüz Emniyet Genel Müdürlüğü karşılığı olacak, İstanbul’daki teşkilat ise il emniyet müdürlüğüne dönüşecek, dolayısıyla yeniden teşkilatlanma oluşacaktır.

Cumhuriyetin ilk yılları, savaştan yeni çıkılmış, sıkıntılı/zorlu/yokluk/yoksulluk yılları, öncelik yaraların sarılması olacaktır. Bunların dışında bu süreçte hükümetler, ülkenin/rejimin geleceğini tehdit eden iç ayaklanmalar nedeniyle polis teşkilatı ile ilgili değişiklik/reform düşüncelerini ötelemek zorunda kalırken, Osmanlı döneminde çıkarılan 1907 ve 1913 tarihli Nizamnameler uzun süre yürürlükte kalacaktır.

Yeniden yapılanma/kalkınma açısından kurumlar kendi yağları ile kavrulurken Emniyet Teşkilatı da araç/gereç/personel/mevzuat açısından 1930’lu yıllar içerisinde aşama kaydedecekti.  

Cumhuriyet Döneminde; gelişme/yenileşme hareketleri açısından 1930 yılında İnterpole üye olunurken, çıkarılan “İçişleri Bakanlığı Merkez Teşkilatı Kanunu” Emniyet Genel Müdürlüğüne yer veren ilk mevzuat olur. Ardarda yeni mevzuatlar yürürlüğe girecektir.

Türk Polis Teşkilatı’nın kuruluş/görev/yetkilerini düzenleyen yasal değişiklikler:

1-      1932 yılında 2049 S. Polis Teşkilatı Kanunu

2-      1934 yılında 2559 S. Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu

3-      1937 yılında 3201 S. Emniyet Teşkilatı Kanunu

1931 yılında Alman ve Avusturyalı uzmanların gelişi dışında Berlin Polis Enstitüsüne öğrenci gönderilir. 1935 yılında Emniyet Genel Müd. Şükrü Sökmensüer ile Lab. Şefi  Dr. Mecit Gürerdem yurttdışı inceleme gezilerinde İsviçre polis teşkilatını ayrıntılı inceleyip, 3201 S. Emniyet Teşkilatı Kanunu çerçevesinde Polis Enstitüsünün kuruluşunu gerçekleştirirler.

Polis Enstitüsü 6 Kasım 1937 tarihinde Ankara/Anıttepe’deki yeni binasında öğrenime başlar. Atatürk’ün direktifiyle kurulan Polis Koleji ise 15 Haziran 1938 tarihinde Polis Enstitüsü binasında eğitime başlayacaktır.

(1975 yılında dahil olduğum Polis Koleji 28. Dönem mezunu olarak 1978 yılında Polis Enstitüsüne devam ederek -Ankara/Anıttepe’de Atatürk döneminde yapılan/açılan o tarihi bina ve yerleşkesinde 7 yıl kadar öğrenim görmemizin ardından- 1982 yılında mezun olarak polis amiri/müdürü olarak “Yurt sevgisi ona hizmetle ölçülür” şiarıyla yurdun dört bir tarafında görev yapacaktım.)

Polis Teşkilatının kuruluş günü olarak 10 Nisan 1845 tarihi bugüne değin kutlanagelmiş. Burada tarihsel bir gerçekliği ortaya koymakta yarar var. Aslında, Türk Polis Teşkilatı Milli Mücadele döneminde 24 Haziran 1920 tarihinde Ankara’da TBMM Hükümetine bağlı bir birim olarak kurulmuştur. Milli Mücadele döneminde, -işgale karşı vatanın bağımsızlığı için kuvayı milliye ruhuyla- cephede binlerce şehit verilirken cephe gerisinde de çok büyük katkıları olacak ve yüzlerce polis kırmızı şeritli İstiklal madalyası ile ödüllendirilecekti. Onun için 24 Haziran 1920 tarihi -geleneği gözetme ve tarihe vefa göstermekle birlikte- unutulmaması, hele hele gözardı edilmemesi gereken, Türk Polis Teşkilatının kilometre taşlarından en önemlisidir. Türk Polis Teşkilatı, Kurtuluşun ardından Kuruluşla birlikte Cumhuriyetin güzide bir kurumu olarak önemli işlevler görecektir. Böylelikle modern devlet anlamında kurumsal yapılanma yani kurumsallaşma doğal olarak Cumhuriyet ile birlikte oluşacaktır.

Türk Polis Teşkilatına olduğu kadar devlet/kamu bürokrasisine, bilim/sanat/spor/iş dünyasına sayısız değerler yetiştiren Polis Koleji Ailesine dahil olduğum 50 yıllık bir takvimi -1975/2025- geride bırakırken, Bizler/Kolejliler açısından 10 Nisanlar geçmişe özlem dışında artık eskisi gibi bir kuruluş günü/bayram havasında değil, Atatürk/Cumhuriyet ilkelerine bağlılık, hukuk/adalet/hakkaniyet çerçevesinde; kurumsal hafıza/teamül/vefa/saygınlık/değerler bağlamında bir burukluk içerisinde!

Saygı, sevgi ve selamlarımla…

(Ankara /10 Nisan 2025)

Remzi KOÇÖZ




1 Nisan 2025 Salı

VOLKAN KONAK

 “Türkiye’mi/Vatanımı, yenilmez şövalyemiz Atatürk’ü, sevmeyenle ahbaplık etmem!” (Volkan Konak)

KUZEYİN OĞLU: VOLKAN KONAK
-Karadeniz'in Hırçın/Aykırı Çocuğu-
Ülkenin çok yönlü mozaiği Doğu Karadeniz'in incisi kadim şehir
Trabzon’un yetiştirdiği bir değer: Volkan Konak.
Karadeniz'in kendine özgü, türkülerden şarkılara uzanan bir sesi.
1988'de konservatuvar mezuniyetiyle,
"Suların Horon Yeri" isimli ilk albümüyle,
kendi bestelerini evrensel müzik formlarıyla buluşturup,
özgün bir yapıda yeni bir tarz yaratan,
Ardarda albümleriyle çok sayıda ödüllere de imza atar.
Son albümü "Dalya" olurken,
Beste müziğinin içerisine yerel/bölgesel motifler katarak,
kendine özgü bir tarz yaratır.
Son ödülünü 2 ay öncesinde
(Demokrasi Haftası etkinlikleri / 31 Ocak 2025);
Ankara'da ADD genel merkezinde
"Kültür ve sanat" alanında,
2024 yılı "Yılın Atatürkçüsü" ödülünü alırken, Bizlere;
Nazım Hikmet'in Kuvayı Milliye destanından dizelerle seslenir.
Atatürk/Cumhuriyet sevdalısı bir müzik adamı yürekli devrimci;
“Bu Türkiye, bu dünya sizlerle daha güzel/cesur/uygar/dürüst/asil/ devrimci insanlara selamlar olsun” diyecektir.
Atatürk'e muhabbet duymayan, özellikle siyasiler karşısında cesur/dik bir duruş sergileyen bir sanatçıydı.
-Neşet Ertaş'ın cenazesinde bu siyasilerle yanyana gelmeyecekti.
-Trabzonspor stadına bu minvalde bir siyasi liderin adının verilme ihtimali üzerine kulübün onur ve kulüp üyeliğinden istifa etmişti.
-Çanakkale onun özeliydi. Zaman zaman karavanıyla Gelibolu/Saros'da şehitler diyarında ruhunu tazeleyecekti.
40 yıla yakın sahnelerde olacak,
"sanatçılar ayakta ölür" sözünü ispatlarcasına
-daha genç sayılabilir bir yaşta 58'inde-
sahnede kalp krizi sonucu aramızdan ayrılacaktır.
Kuzeyin oğlu Volkan Konak: Uçtu gitti aramızdan...
Sanatı yanında duruşuyla halkın gönlünde taht kuran,
Eserleriyle/albümleriyle unutulmayanlar arasında.
Özgün sesiyle şarkılarıyla/türküleriyle her daim kulaklarımızda.
“Devrimciler korkusuzdur” diyen;
duyarlı bir sanatçı, bir müzik adamı,
Karadeniz'in Hırçın Çocuğu: Volkan Konak;
Toprağın bol ışıklar içinde,
Mekanın gönüller olsun!
Rahmet / Minnet / Saygıyla…
(31 Mart 2025)
Remzi Koçöz



28 Mart 2025 Cuma

BABAM

 Değerli Dostlar

28 Mart 2023 tarihinde toprağa verdiğimiz,

Sevgili Babam Süleyman KOÇÖZ’ü

Rahmet/minnet/özlemle anarken,

Toprağı bol, ışıklar içinde olsun derken,

Aramızdan ayrılışının 2. yılında,

Albümlere yansıyan resimlerinin

-Siyah-Beyaz günler sonrasını da-

Bir sunu olarak paylaşarak,

Kıymetli Babamı, yad etmek istedim.

---------------------------------------------

Annelerin/Babaların yüzüsuyu hürmetine,

Yüreklerin neşeleneceği Bayramınız kutlu,

Demokrasiye ulaşacağımız nice Bayramlarınız olsun...

(28 Mart 2025 )

Remzi KOÇÖZ






26 Mart 2025 Çarşamba

EROL ÖZDEMİR (ŞİİRSEL KURAN)

 “Suç Olgusu: toplumsal değerleri derinden zedelemektedir. Derhal bir çıkış yolu bulunmalıdır.

Amaç; iyi, güzel, faydalı insan profiliyle onları, olmaları gereken sosyal statüye kavuşturmaktır.

Yüce Kuran’ın içinde; suç işleyen toplumu doğru yola çağıran öğütler ve mesajlar vardır. Öğütler doğrudan verilmiştir. Mesajlar ise örnek olaylardan yola çıkılarak alıcısına ulaştırılmıştır.

Bu çalışma ile farklı bir yöntem izlenmiştir. Sözü edilen öğütler ve mesajlar sadeleştirilerek şiirsel bir dille ve beyitler halinde ifade edilmeye çalışılmıştır.” (Erol Özdemir) *

EROL ÖZDEMİR ve ŞİİRSEL KURAN 

Erol Özdemir, Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk’ün -İstiklal Şairi M.Akif Ersoy’dan talep ettiği Yüce Kuran’ın manzum halini- kendine sorumluluk addederek birnevi vasiyetini yerine getirmiştir.

Yazar, Kutsal kitap Kur’an’ın, Türkçe meali üzerinden daha anlaşılır ve sade bir anlatımla ve de şiir tadında –ilahiyatçıların/din bilginlerinin bile cesaret edemediği- çok özel bir çalışma gerçekleştirir.

(Şiirsel Kuran, Sonçağ Kültür Yay., Ankara 2019, 72 Sayfa.)

Erol Özdemir’in bu eserinde, sayfalar dolusu yer tutan sureler/ayetler, kelimelere/satırlara/nazım/şiir tadında indirgenmiş, adeta bir hap şeklinde sunulmuştur. Kuran’ın “Kuran Hükümleri/‘Oku’mak” manzumesinin yer aldığı ilk sayfasını Kuran’ın indirildiği Ramazan ayı ve bin aydan hayırlı olarak bildirildiği Kadir gecesinde sizlerle paylaşmak istedim.

Kuran Hükümleri / ‘Oku’mak

Oku, o şan ve şerefi yüce olan Kuran’ı oku

O güzelim ayetlerini ilmek ilmek doku   

İndirdim bin aydan hayırlı Kadir gecesinde

Emirlerim, öğütlerim vardır her hecesinde

O gece iner ruh, o gece iner melekler

Peyderpey yerine gelir yapılacak işler

Sözün en güzeli iç içe ikili manalar

Peygamberdir aracı, emirleri herkes anlar

Hepsi bir defa da değil, indirdim parça parça

Sure ve ayet olarak gönderdim Arapça

Anlamak için ağır ağır okuyasınız

Her bir örneği verdim ki öğüt alasınız

Doğruluk ve adalet; benim sözlerim çoktur

Bu sözleri değiştirecek başka güç yoktur

--------------------------------------------------------

* EGM Teftiş Kurulu kadrosundan 2016 yılında emekli olmasının ardından 2019’da “Şiirsel Kuran ve Haram Koltuk” isimli çalışmalarını yayınlamasının 3 ay sonrasında 26.06.2019 tarihinde kalp krizi sonucu aramızdan ayrılan sevgili Erol Özdemir (1956-2019) ağabeye minnet ve saygılarla…

(26 Mart 2025)

Remzi KOÇÖZ






25 Mart 2025 Salı

GENÇLİK ve DEMOKRASİ

"Genç fikirli demek, 
doğruyu gören  ve anlayan 
gerçek fikirli demektir."
(Mustafa Kemal Atatürk)

ATA/TÜRK GENÇLİĞİ...
Gençler;
Apolitik/bilinçsiz diye küçümsediğimiz, 
Yüreklerini ortaya koyup eylemleriyle,
Toplumun tüm kesimlerine büyük bir ders verdiler.
Teslimiyet/biat/itaat/beklemek yerine,
Ülkenin kaderini belirlemek adına,
Haksızlığa/Hukuksuzluğa/Zulme karşı,
Adalet ve Demokrasi için
Tüm engellere/engellemelere,
Gaz/su/fiziki müdahalelerden yılmayarak,
Kendilerini riske atarak,
Meydanlara/alanlara taşarak,
Atatürk'e/Cumhuriyet’e vede
Türkiye’nin geleceğine sahip çıktılar.
Hemde tarihin derinliklerinden bir sesle:
"Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet!"
Vede önderinin izinde
"Mustafa Kemal’in Askerleriyiz" diyerek...
(25 Mart 2025)
Remzi Koçöz

16 Mart 2025 Pazar

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR – 33

         Sivas Kongresini dağıtmak ve Mustafa Kemal’i etkisiz hale getirmek için İstanbul hükümetinin görevlendirdiği Elazığ valisi Ali Galip’in İngiliz subayı ile işbirliği halindeki birtakım Kürt ileri gelenleriyle oluşturduğu çeteler etkisiz kılınırken;  Mustafa Kemal Paşa bölgedeki yerel idareciler ve askeri personel aracılığıyla Elazığ Valisinin tutumu yanında hem yerel liderleri hem de Binbaşı Noel’i yakından/dikkatli takip edecektir.

İngiliz Subay Binbaşı Edwart William Charles Noel (Nowil) / Kürt Lavrens *

Kürtleri Türklere karşı ayaklandıran İngiliz Noel hakkında Genelkurmay kayıtlarındaki notlar; “…kendisi şimdilik hakiki maksadını gizliyor kâh Diyarbakır’a kâh Midyat’a kah Halep’e gitmeye karar veriyor. Esasen serseri mizaç bir adam olduğu anlaşılmaktadır.” (Genelkurmay Arşivi/ATASE, İstiklal Harbi, 30-14-1)

İNGİLİZLERİN TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ / ORTADOĞU SEVDASI

-Bekle/Gör Siyaseti Ardından Böl/Parçala/Yönet Stratejisi-

Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk payesiyle kendini dünyanın sahibi olarak gören İngilizler, Hasta Adam olarak nitelendirilen Osmanlı İmparatorluğunun topraklarını parçalamayı hedef alan bir politika çerçevesinde -harita üzerinde elde cetvelle- büyük bir toplum mühendisliği yürütecektir.

İngilizler için 18. yy sonlarına doğru araştırma konusu haline gelen Kürtler, 19. yy’da kültür ve yaşadıkları coğrafyaları ile birlikte ele alınmaya başlanmıştır. İngilizler özellikle konsolos/büyükelçi/gezgin adı altında pek çok görevlisini Ortadoğu’ya/Anadolu’ya göndermiş; Bölgenin coğrafyası/kültürü/tarihi/etnisitesi/ekonomisi özellikle yeraltı zenginliklerini en ince ayrıntısına kadar incelemeyi amaç edinmiştir. Çünkü, İngilizler için Dünyanın heryeri kendi bahçeleri gibidir.

Söz konusu kadrolar içerisinde (G.Bell, T.E.Lawrence gibi) yeralan ve İngiltere’nin bölgede istihbarat elemanı olarak faaliyet yürüten binbaşı E.W.C. Noel, İran/Irak/Türkiye coğrafyasında Kürtler arasında ciddi faaliyetlere girişmiştir.

Batılı güçlerin bölgede neler yaptığını ayrıntılı bir şekilde ele alan Edward Said’in Oryantalizm çalışmasında ifade ettiği üzere “Emperyalizmin Keşif Kolları” olarak faaliyet yürüten İngiliz görevlilerden biri olan Binbaşı Noel, önyargıları ve ötekileştirici dili ile sahadaki faaliyetlerini Türklerin izlerinin kazınması ve Türk-Kürt düşmanlığının inşasına odaklamıştır. Burada bekle/gör siyasetinin yanısıra böl/parçala/yönet stratejisine ilave olmak üzere çok yönlü/ alternatifli İngiliz siyaseti karşımıza çıkacaktır.

İran’dan sonra Irak’taki Kürt aktörlerle biraraya gelen ve 60 Kürt ileri geleni ile birlikte hareket etmeyi hedef alan bir çizgide faaliyet yürütmüştür. Dünya Savaşının sona ermesi ve mütarekeye rağmen İngilizler bölgedeki (Musul-Kerkük) işgallerine devam etmiştir. Noel’in İşgal sonrası hayati derecede önemli gördüğü husus, İngilizler adına bölgedeki aşiret liderlerinin, tüccarların, din adamlarının elde edilmesine dönük tavsiyesidir

(Irak’ta ileride kurulacak olan sistem içerisinde bu durumu daha profesyonel şekilde planlayan isim Bell ve Hay olmuştur. Onların Londra’ya gönderdiği raporlarda camiler ve din adamları kontrol altına alınmadan işgalin sağlam temeller üzerine inşa edilmesi mümkün değildi ikincisi ise söz konusu kişi ve müesseselerin elde edilmesi ile birlikte sömürü düzeninin daha hızlı inşa edileceği öngörüsü.)

Binbaşı Noel, önerilerini daha da somutlaştırmak amacıyla Mardin, Diyarbakır, Halep, Musul çevresine istihbari amaçlı seyahatler gerçekleştirmiştir (Nisan-Mayıs 1919). Noel’e göre, İngiltere bölgede 3 başlı (Süleymaniye, Musul, Diyarbakır) bir yapı kurmalıydı.

Güney Kürdistan olarak isimlendirdiği Süleymaniye (Neri, Revanduz, Akra, Erbil, Kerkük, Kifri, Hanikin); Merkezi Kürdistan olarak Musul ve çevresi; Batı Kürdistan olarak merkezi Diyarbakır olacak olan yönetim sisteminde de Diyarbakır-Musul arası yerleri konumlamış; Kürtler arasında konfederasyon, akabinde de büyük bir Kürt devletinin kurulmasını hedeflemişti. 

Sivas Kongresine Yönelik Engellemeler

Kimi Kürt aşiretler/aktörler İngilizlerle birlikte hareket etmenin kendilerine bağımsız bir yapı kazandıracağı düşüncesiyle milli mücadele karşısında yer almış, kimileri de asırlarca birlikte yaşadıkları Türklerden ayrılmaya sıcak bakmamış, milli mücadeleye destek vermişlerdir.

Binbaşı Noel’in 1919 Haziran itibariyle (14 Haziran-31 Ağustos) Van-Bitlis-Diyarbakır-Halep-Bağdat-İstanbul-Halep-Antep-Pazarcık-Malatya güzergahındaki seyahatleri/ilişkileri, Mustafa Kemal Paşa tarafından, bölgedeki yerel idareciler ve askeri personel aracılığıyla yakından takip edilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının İngilizlere/işgalcilere karşı bir tehdit olarak hızla güçlendiğine dikkat çeken, bu yükselişi Kürtleri kullanarak engellemenin mümkün olduğunu da Londra’ya pek çok defalar rapor eden ve Kürt Lawrence’ı olarak nitelenen İngiliz istihbarat subayı Noel/Nowil; Doğu Anadolu’da Mustafa Kemal ve ekibinin durdurulması, Sivas Kongresinin engellenmesi yönünde planlamalar yapmış, Elazığ Valisi Ali Galip, Malatya Mutasarrıfı Halil Bey ve kimi Kürt aşiretlerle/liderlerle birlikte harekete geçmesinden önce durumdan haberdar olan Mustafa Kemal Paşanın harekete geçmesi sonrası çareyi Anadolu’yu terk etmekte bulmuştur.

Başta Kürt Teali Cemiyeti ile birlikte hareket eden ve işbirliği halindeki kimi Kürt ileri gelenleriyle oluşturduğu çeteler etkisiz kılınmıştır. Ulusal kurtuluşa engel olamayan İngilizler Nasturi ve Şeyh Said isyanlarının hazırlayıcıları arasında yer alacak, Cumhuriyet sonrasında da bu işbirlikçi oluşumlar bölgesel/yöresel isyanlarla ihanete devam edeceklerdi.

BOP ve Yeni Bölgesel Haritalar

Noel’in bölgede 3 başlı (Süleymaniye, Musul, Diyarbakır) bir yapı kurulması önerisi, ABD’nin Irak ve Suriye’de faaliyet yürüten PKK/KCK unsurlarına yönelik politikası ile benzerlikler taşımaktadır.

2021’de Papanın Kuzey Irak/Erbil ziyareti sırasında kamuoyuna yansıyan bir haritanın 1960’larda ABD tarafından yapıldığı haberleri/tartışmaları arasında söz konusu haritanın Binbaşı Noel’in özel görev günlüğünde 1919 yılında hazırladığı kitapçığın sonunda yeralan bir haritadır. Söz konusu haritada, özellikle Suriye üzerinden İskenderun’a oradan da Akdeniz’e açılan bir koridorun varlığı -hem Binbaşı Noel hemde günümüz PKK/KCK plan/haritasına göre- sözkonusudur. Bu bağlamda ABD’nin PKK/KCK’nın Suriye kolu olan PYD’yi bir terör örgütü olarak tanımamaktaki ısrarı da son derece anlamlıdır.

Bu bağlamda, Binbaşı Noel tarafından 1919 yılında çizilen Kürdistan haritası 1920’de Sevr haritasına dönüşmüş ancak Mustafa Kemal liderliğinde verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı sonucu 1922’de yırtılarak, Türkiye Cumhuriyeti tarih sahnesinde bağımsız bir devlet olarak varolurken, İngilizlerin Güneş Batmayan imparatorluk ünvanı sonlanmış, küresel güç batıya yenidünyaya ABD’ye kaymıştır. 100 yıl sonrasında ise küresel/emperyal güç olarak ABD dünyaya yön vermektedir. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ardından Suriye’nin kuzeyinde  PYD tarafından ilan edilen "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi" olarak fiili bir Kürt oluşumu kapıda. 

Esad sonrası Suriye'nin,  ABD-İsrail öncülüğünde üniter yapısının -Federal Suriye ön anlaşması ile- federasyona dönüştürülme çerçevesinde PYD/SDG Suriye devletine ortak yapılmakta. Bu proje kapsamında sırada İran vardır.  Sonrasında sıra Türkiye’ye gelecektir. 

İngiliz Binbaşı Noel’in 20.yy başlarındaki bir Kürt devleti projesi, 21.yy başlarında ABD yönetimince yürütülen BOP açısından bir referans kaynağı olarak planlamalarda yerini almıştır. Bu durum 21. yy çeyreğinde değerlendirildiğinde -tarihsel bir devamlılık niteliğinde- güncellenen yeni bir Sevr haritası ile Türkiye’nin üniter/ulus devlet varlığına tehdit/tehlike oluşturacağı aşikardır. Kurucu önderinin “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” sözleri gibi ulusal bağımsızlık ve egemenlik Türkiye’nin vazgeçilmezidir. (15 Mart 2025)

Remzi KOÇÖZ

* (Kaynakça: Genelkurmay Arşivi/ATASE; Osmanlı Arşivi; İngiliz Ulusal Arşivi/Dışişleri Bakanlığı Arşivi; Metin Heper, Devlet ve Kürtler; Cengiz KARTIN, “Binbaşı E. W. C. Noel’in Personel Dosyası ve Faaliyetlerine Genel Bir Bakış”; E.W.C. Noel, Kürdistan 1919/Binbaşı Noel'in Günlüğü)







11 Mart 2025 Salı

İLHAN SELÇUK ANISINA

             “İyi bilelim ki, Mustafa Kemal’in saati, yabancı kumpanyaların değil devrimcinin saatidir. Ve o saatin tik-takları bugünkü devrimcinin de yüreğinde atmaktadır. Mustafa Kemal’in laik cumhuriyeti su üstüne yazılmış bir yazı değil; toplumsal koşulları inceden inceye hesap edilerek taş üstüne hakkedilmiş bir kitabedir.”

“Yeryüzünün tarihi haklıların iniltileriyle doludur. Her haklı yenilgi, tarihin bir sayfasını açar. Bu sayfalar birikir, yenile yenile en sonunda yengiye ulaşır insan… Ve belki bizim ömrümüzde olmayabilir, bunu belki görmeyebiliriz ama biliriz. Tarihsel bilinci olan insan bilir. Olayın diğer yanı, tarihsel bilinci olan insanın mutlu olmasıdır. Biz mutluyuz. Çünkü biz geçmişten geleceğe, yaşamsal zincirlerin hangi halkasında nasıl yaşamak gerektiğini bilen insanlarız... Bizim en büyük mutluluğumuz, bilinçli yaşamaktır, insanı hayvandan ayıran odur... Bizler kendi yaşamlarımızın da ötesindeki yaşamların insanlarıyız, aynı zamanda kendimizden öncekilerin insanlarıyız…”  (İlhan Selçuk)

BİR CUMHURİYET ÇINARI: İLHAN SELÇUK

Türkiye Cumhuriyeti 100 yılını geride bırakırken bu 100 yıla tanıklık eden kurumlar yanında çınarları da olacaktır. İşte bu nadide kurumlardan biri de 2024 yılında 100.yılını kutlarken kuruluşundaki bağımsız çizgisini sürdürebilen isimdaşı Cumhuriyet Gazetesi ve onunla özdeşleşen başyazarı İlhan Selçuk’da (11 Mart 1925 / 21 Haziran 2010) 100 yaşında! 

Cumhuriyet’in kuruluşunun 16 ay, Cumhuriyet’in sesi olacak Cumhuriyet gazetesinin kuruluşunun 10 ay sonrasında 11 Mart 1925 tarihinde dünyaya gelen gazi bir subay babanın çocuğu olarak iyi bir eğitim görecek, İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu olarak bürokrasi/siyaset/ticaret yerine gazeteciliği kendine meslek edinecektir: İlhan Selçuk..

1950’de mezuniyet ardından avukatlık yanında abisi karikatürist Turhan Selçuk'la birlikte çıkardıkları mizah dergilerinde mizah yazıları ile başlayıp, 1960’ların başında farklı gazetelerde yazmasının ardından, 1962’de genç kuşağın en başarılı yazarlarından biri olarak Cumhuriyet yazı ailesine katılarak; Cumhuriyet’teki “Pencere”sinde, -tutukluluk günleri ve 1991’deki ayrılığı hariç-, bu dünyadan göçene değin yazılarını kesintisiz 48 yıl sürdürür. 1950’lerden 2010’lara uzanan gazeteciliği, Onu bir duayen yaparken, 60 yıl boyunca en çok okunan/tartışılan bir yazar olacaktı.

O, Cumhuriyet yazarlarının/çalışanlarının/okurlarının kendine gazeteci diyebilenlerin özellikle 68 ve 78 kuşağının vede devrimci gençliğin İlhan abisi oldu. Sadece gazetecilere değil, Toplumun tüm katmanlarına günlük yazılarıyla Kutup yıldızı gibi bir yol göstericiydi. “Yazı sanatının dünyasında yıldız olacağıma devrimci mücadelede küçücük ışık olmak yeğdir benim için” diyecekti.

Yazarlık bir yana yaşamını gazeteciliğe adadı. Bir nevi gazeteci olarak başlayıp, gazeteci kalarak, bir gazeteci olarak kalemini/inançlarını/onurunu satmadan, paraya/pula/ikbale/iltifata tamah etmeyerek bu dünyadan ayrıldı.

 12 Mart 70’leri 12 Eylül 80’leri sıcağı sıcağına tutuklamalarla yaşadı. 70’li yıllarda teröre kurban giden gençlerin/aydınların ardından, 90’larda karanlık güçlerce ardarda çok sayıda katledilen Cumhuriyet yazarlarının acısını/üzüntüsünü yaşadı. 2000’ler sonrası iktidara gelen yapının siyasal İslamcı kanadının Ergenekon ve Balyoz kumpaslarından 2008’de Cumhuriyet yazarı olarak Gazetesi/yazarları vd mağdur edilenler gibi 83 yaşındaki İlhan Selçuk’ta nasibini aldı.

“Düşünüyorum, öyleyse varım” sözünü “Düşünüyorum, öyleyse vurun” şeklinde Türkiye’ye uyarladı.

“Bunlar Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek için Türkiye’ye operasyon çekiyorlar” diyerek tehlikeyi en erken sezen kişiydi. Gazete 2006 yılı Nisanında birkaç gün siyah zemin üzerine yeşil renkle tersten yazılmış “?zınısım adnıkraf ninekilheT” / Tehlikenin farkında mısınız? soru cümlesi manşeti ile çıkacaktı.

Cumhuriyet, kupon/tencere/tava verilen günlerde okurlarına bilginin/bilinçlenmenin kaynağı olan kitap vermeyi yeğlerken, renkli sayfalar/resimler/görsel yerine gazeteciliğin özü olan haberciliği siyah-beyaz olarak aktarmaya devam etti. 

Ortaokul son sınıfta daha 14 yaşımızda makalelerini okuyarak büyüdüğümüz, İlhan Selçuk her gün bu “Pencere”den okuyucularına aklın/bilimin ışığında, Atatürk/Cumhuriyet devrimlerinin savunurken, bir aydınlanmacı olarak da ilkesel çerçevede güncel olayları yorumluyordu.

Bilgiden öte bilinçlenmeye katkı sunan bir bilge idi. Onun günlük yazıları bir güncel makaleden öte felsefi derinlikte kalıcılığı olan bir deneme ölçeğinde geleceğe ışık tutan, ufuk açan ve tarihe not düşen bir edebi yazı niteliğindeydi.

O bir yazı ustasıydı, bir sporcu edasıyla sözcüklere çalım attırırdı. İşkencede “Akrotiş” onun eseriydi. İlhan Selçuk; İnsanın yaşamının kendi yonttuğu bir heykel olduğunu söyleyen vede kendi heykelini yontan adamdı..

Gazete yazıları dışında, deneme mantığı-diliyle yazdığı çok sayıda kitapları olacaktı. Onun için çoğu insana nasip olmayacak (Aydınlanmanın Işıklı Penceresi/Aydınlanma Bilgesi/Aydınlanmanın Sesi/ Cumhuriyet’in Bir Numarası/ Türk Devrim Tarihinin Önemli Bir Yazarı/ Kendi Heykelini Yapan Adam/ İlhan Abi/ Yaşasın İlhan Selçuk) çok sayıda kitap yazılması, Onun Pencere’sinin ışığının hâlâ karanlığı kovaladığının kanıtı olacaktı.

“Atatürk bir eylem adamıdır” diyen, Kuvayı Milliye ruhunda bir Atatürkçü, bir devrimci olarak çizgisini rüzgara göre değiştirmeyip dik duruşuyla genç gazeteciler için de örnek anıt bir gazeteci olarak tarihe geçti.

Atatürk aydınlanmasıyla, ulusalcı/anti-emperyalist sol düşünceyi, kuramsal açıdan aynı potada birleştiren, Cumhuriyetin -halkçı/laik temel ilkelerine dayanan- Anadolu aydınlanmasını, devrimci bir çizgide günümüze taşıyan bilge bir yazar ve düşün adamıdır.

Gazeteci/Yazar İlhan Selçuk, ruh ikizi olan ağabeyi Turhan Selçuk, O’nun doğum günü olan 2010 yılının 11 Mart günü yaşamını yitirirken, 3 ay sonrasında 21 Haziran da aramızdan ayrılır.

Hacıbektaş/Çilehane/Yıldızlar ‘İz Bırakan Aydınlar’ Mezarlığında erdemli canlar olarak toprağa verilen Aşık Mahsuni Şerif ile Turhan ve İlhan Selçuk kardeşler yanyana yatacaklardır.

Cumhuriyet yazarı/gazeteci  Mustafa Balbay, İlhan Abisi için kumpaslar sonucu 5 yıl kadar tutuklu olduğu Silivri’den;

“Organ değil hukuk yetmezliği ölüm nedenin

Yine bizimlesin, toprağa karışsa da bedenin

Hacıbektaş sonsuz yurdun oldu senin” İlhan Selçuk Ağıdını yakacaktır.

Ankara/Anıttepe Anıtkabir karşısındaki “İlhan Selçuk” parkında Turhan Selçuk ile birlikte anısı yaşatılırken; İzmir, Aydın, İstanbul’da da adına parklar açılacak; İstanbul/Kadıköy Özgürlük Parkındaki heykeli ve Beşiktaş/Ulus’taki İlhan Selçuk ve Cumhuriyet Aydınlanmasını Yaratanlar Anıtı anlamlı olacaktır.

Cumhuriyet Gazetesi, doğumunun 100. yılı haftasında Kitap Ekini (6.3.2025) İlhan Selçuk için ayıracak, Cumhuriyet yazarları doğumunun 100. yılında İlhan Abilerini sonsuz saygıyla anacaklardı.

100. yaşında bir Cumhuriyet Çınarı olarak gönüllerde yaşayan İlhan Abiyi minnet ve saygıyla anarken, yazımızı ‘İlhan Selçuk’un Penceresi’nden bitiriyoruz:

“Adaletsizliği keskinleştiren, eşitsizliği derinleştiren, halkı yoksullaştıran hiçbir iktidar ilelebet ayakta kalamaz.”

“Mademki tarihsel bilincimiz var, belki en güzel zamanı yaşıyoruz, en büyük yıkıntının üstüne yürürüz. Herkesin yenilginin çukurunda olduğunu sandığı anda kendisini, o büyük güçlerle savaşmanın destansı güzelliğini yaşarız. (…) Aydınlanma devriminin bize sağladığı aşı gücüyle antiemperyalist, Kemalist devrimin, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın, Aydınlanmanın gereğini yerine getirerek, Türkiye’de sömürüsüz bir uygarlık savaşımını yürütmemiz gerekiyor…”

(Ankara / 11 Mart 2025)

Remzi KOÇÖZ




8 Mart 2025 Cumartesi

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR - 32

             

“Bize çiviyazılı bilimlerin alanını açan Ulu Atamız, bu yazıyı kullanmış olan milletlerin, özellikle dilleri (Ural-Altay) dilimize benzeyen Sümerlilerin (Orta Asya’dan gelmiş olabilirler) Türklerle dil ve kültür bakımından olan ilişkilerinin araştırılmasını istiyordu. Birçok geleneğimizin, inançlarımızın, bilgilerimizin kaynağını arayıp bulma, bunları açığa çıkarma olanağını sağlayan ölümsüz Atam'ı şükranla anıyorum, ruhu kıvansın.” 

(Muazzez İlmiye Çığ /1914-2024)*

SÜMERLER

-Muazzez İlmiye Çığ ile Tarihe Yolculuk-

Tarih Sümer’de başlar!

Sümerler, Anadolu’nun güneyinde Bereketli Hilalde ortaya çıkmış Dünyanın bilinen en eski uygarlığı..

5000 yıl önce Sümerlilerin uyguladıkları kemer/kubbe/sütun/pencere/mozaik/kabartma/sunak/ duvar süsleri, Ortadoğu dışında Yunan, Roma yoluyla Batı mimarisine girmiştir. Yapılarda kullanılan tuğla/kerpiç/künklerle getirilen suyolları, tuvalet/lağım teşkilatı, bataklıkların kurutulması, tarımın sulanması, ulaşımın sağlanması, baraj uygulaması Sümerlerle başlamıştır.

Sümerlilerin uygarlığa en önemli katkıları, dillerine göre bir yazı icat etmeleri ve okullar açarak onu istedikleri herkonuyu yazacak şekilde geliştirmeleridir. Başlangıçta yazı (çiviyazısı), resim şeklinde taşlar üzerine yazılmış. Bugün uygarlığımızın temeli olan tekerlek, sularda taşımacılık yapılan tekneler/yelkenliler yine onların buluşudur.

Sümerlilerin en önemli 2 politik mirasından biri MÖ 3000 yıllarında kurdukları şehir beylikleri; İkincisi ise yazılı (ilk Sümerlilerde başlayan; Alım satım, borçlanma, kira, miras bölüştürme, Evlenme boşanmalar gibi her türlü hukuksal işlerin birer yazılı antlaşma ile yapılması gibi) kanunlardır.

Sümerliler bilimsel çerçevede; gökyüzünü inceleyip astronomi ve astrolojinin temelini kurmuşlar. Matematikte çarpım tabloları, çeşitli problemlerin çözümü yanında 6’lı 10’lu sistemi kullanmışlar. Pisagor teoremi, Cebirin kökeni, Tıbbın başlangıcı da Sümerlilere dayanmaktadır.

            Sümer yazılı belgelerinin en önemlileri edebi olanlar; hayal güçlerini, dünya ve evrene bakışlarını, sosyal düzenlerini, dinsel inanışlarını yansıtır.

Mezopotamya'da/Anadolu'da 10 binlerce çiviyazılı tablet bulunmuş, yazılar okunmuş, diller çözülmüş ve tamamıyla unutulmuş en az 3 bin yıllık Ortadoğu milletlerinin tarihi meydana çıkmış ve Sümer dininden tektanrılı dinlere gelen etkileri ve din kitaplarına giren konuları açığa çıkmaktadır. Sümer dini çoktanrılı bir dindi. Onların kurdukları çoktanrılı din, yavaş yavaş tektanrıya dönüşerek, bugünkü dinlerin temelini oluşturmuştur.

Yahudi, Hristiyan ve Müslüman dinleriyle Sümer dini arasındaki ortak noktalar:

(Bu dinlerin kutsal kitaplarına ulaşan etkileri/konuları: Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni)

-Sümer'de de Tanrılar ol der ve her şey oluverir, Tanrının yaratıcı ve yok edici gücü; Tanrı korkusu; Tanrı yargılaması; kurbanlar/törenler/ilahiler/dualar/tütsülerle Tanrıyı memnun etmek; iyi ahlâklı, dürüst ve haktanır olmak; büyüklere ve küçüklere saygı göstermek; sosyal adalet; temizlik.

-Sümer'de Tanrı evi adı altında görkemli tapınaklar, yanlarında Tanrılarla insanları yaklaştırdığı düşünülen basamaklı kuleler yapılmış. Daha sonra bu Tanrı evleri sinagoglara, kiliselere, camilere dönüşmüş. Camilerin ve minarelerin üstündeki yarım ay, Sümer Ay Tanrısının sembolüdür.

-Sümer kralları, Tanrıların yeryüzündeki vekili sayılırmış. Bu inanç Hıristiyanlıkta papaya, Müslümanlıkta halifeye geçerek sürmüştür.

-Sümer kanunu, Babil Kralı Hammurabi'nin yaptığı kanuna temel olmuş, ondan Musa'nın Yahudi kanunu, ondan da İslam kanunu etkilenmiştir.

Sümerlilere göre ölüler, Kur adlı karanlık, dönüşü olmayan bir yeraltı dünyasına gidiyormuş. Tevrat'ta Şeol, Yunan'da Hades, İncil'de cehennem, İslam'da ahret olarak devam etmektedir.

-Sümerlilerde çok önemli olan 7 sayısı, Tevrat ve Kur'an'da da bolca bulunmakta. Sümerlilerde, okul tabletlerine göre 6 gün çalışma, 7.gün dinlenme var. Bu Yahudilerde Şabbat/Cumartesi, Hristiyanlarda Pazar, İslamiyette ise Cuma.

-Sümer Tanrılarının gökte toplandıkları Duku adında bir yerleri var. İslam inanışına göre de Allah 7 kat göğün üzerinde Arş'ta oturuyor.

-Sümer'de rüyalar Tanrı bildirisi olarak yorumlanır. Bu rüyalardan bazılarının etkisi Tevrat ve Kur'an'da görülmektedir.

Sümer tapınaklarında rahibeler diğer kadınlardan ayrılmaları için başları örttürülmüş. Bu gelenek Yahudilere geçmiş, Hıristiyanlıkta rahibeler aynı şekilde başlarını örtüyorlar. İslam'a örtünme, erkekten kaçma şeklinde geçmiş. Buna karşın erkeksiz bir yerde Kur'an okunurken/dua ederken kadınların başını örtmesi, Sümer geleneğinin bir devamı gibi..

Evrenin Yaratılış öyküsü Sümer ve Tevrat’ta birbirine çok yakın, Kur'an'da çok yüzeysel, fakat ana fikir, gök ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması aynı. Sümer'de insanın yaratılma nedeni ve nasıl yaratıldığı ayrıntılı olarak anlatılmış. Her üç dinde de insan çamurdan yaratılmış.

Sümerlilerin kurdukları din ve yarattıkları zengin edebiyat Ortadoğu milletlerine büyük etki yapmış, hatta dinlerinin temelini oluşturmuştur. Yalnız, bu etki, Sümerlilerden İsraillilere doğrudan doğruya olmamış. Çünkü İsrailoğullarının tarih sahnesinde görülmeye başlamasından en az 1000 yıl önce Sümerliler varlıklarını yitirmişler.

Sümerler; doğuda Hindistan'a, batıda Akdeniz'e, kuzeyde Orta Asya'nın batısına, güneyde Mısır ve Habeşistan'a kadar genişlerken, oralara giden asker/tüccarlar, oralardan ticaret amacı ile gelen insanlar Sümer kültürü ile bir bağlantı kurmuşlar.

MÖ 2400 yıllarında İsrailliler gibi Sami ırkından olan ve Sümer'i ele geçiren Akadlar, Mezopotamya'dan Ortadoğu'ya kadar genişlerken Akad dili de konuşulan dil haline gelmiş. Sümerliler yeniden canlanarak bir devlet kursalar da kısa bir süre sonra parçalanmışlar. Yine Sami bir halk olan Amoritler, Babil Krallığı adı altında bütün Sümer ülkesine egemen olmuşlar. Bu geçiş devrinde Sümer okullarında Sümer dili ve yazısı en yüksek düzeye çıkarılmış. Buralarda, Sümerlilerin yarattıkları dinsel ve edebi yapıtları birçok kopya halinde yazılarak, diğer şehirlerdeki eğitim kurumlarına, kütüphanelere gönderilmiş. Ülkede gittikçe çoğalan Samiler, Sümerceyi öğrenmek, Sümerliler de Akadcayı öğrenmek zorunda kaldıklarından, 2 dilde eğitim yapılmış, Babil devleti kurulduktan sonra, Sümerce halk dili olmaktan çıkmış.

MÖ 1500 yıllarında Akadca ve çiviyazısı Ortadoğu'da uluslararası bir dil ve yazı haline gelmiş. Sümer okulları/programları oralarda uygulanırken, Babillilerin Sümerlilerden aldıkları kültür, dilleri ve yazısı yoluyla o ülkelere yayılmış. Babilliler Sümer Tanrılarını, adlarını değiştirerek kendilerine Tanrı yapmışlar; bu Tanrılara ait mabetler, dinsel törenler korunmuş, ilahiler, dualar Sümerce okunmuştur.

Sümer dini ve edebiyatı İsraillilere çeşitli çağlar ve yollardan ulaşmıştır. 12. yüzyılda yaşayan Yahudi otoritesi Eben Ezra ve 16. yüzyılda yaşayan Yahudi filozofu Spinoza, Tevrat'ın, özellikle Musa tarafından yazıldığına inanılan ilk 5 kitabın Musa tarafından yazılmadığını, ancak Babil tutsaklığından sonra yazılmış olduğunu söylemişlerdir.

Görüldüğü gibi, Ortadoğu'da çıkan çoktanrılı/tektanrılı dinlerin ana kaynağı Sümerlilere kadar ulaşmış. Efsaneler çağlar/zaman içerisinde ağızdan ağza/kulaktan kulağa/yerden yere dolaşırken, insanlar onları kendi algılarına/düşüncelerine göre çeşitli şekilde yorumlamışlar/ anlatmışlar/yazmışlar.

Tüm bunlar gösteriyor ki, dinler, başta Mezopotamya olmak üzere, çeşitli kültürlerden gelen etkilerle bulundukları toplumun görüş/düşünüş/anlayış ve hayal gücüne göre şekillenmişler.

Sümerler, bu dinlerin çıkışından yüzlerce hatta binlerce yıl önce, siyasal yaşamlarını yitirmişlerdi. Ancak Sümerler, efsaneleri, inançları ve icat ettikleri ve istenileni yazacak biçimde geliştirdikleri çivi yazısıyla, tüm Mezopotamya kavimlerini etkilemişler ve bu etki batı dünyasına kadar uzanmıştır.

Din kitaplarına Sümerlilerden geldiği açıklanan bilgileri, yine onların icat ettiği yazıya ve yazı malzemesi olarak kullandıkları kile borçluyuz. Onlar bozulan veya eriyen bir nesne üzerine yazmış olsalardı, bunların hepsi çözülemeyen bir sır olarak kalacaktı.

 *Çağdaş Türk kadını olarak Atatürk’ün izinden giden, araştırmalarıyla/çalışmalarıyla/eserleriyle geçmişe ve geleceğe ışık tutan; Gençlere: “Tarihi özellikle de eski çağ tarihini merak etsinler, öğrensinler kendilerini geliştirsinler” önerisinde bulunan; Cumhuriyet çınarı bir bilge, bir bilim insanı/Hititolog/Sümerolog; Muazzez İlmiye Çığ’ı minnet ve saygıyla anıyorum…

(08 Mart 2025)

Remzi KOÇÖZ












7 Mart 2025 Cuma

KARASU ÜZERİNE NOTLAR – 19

            ‘Çocukluk günlerimizde Akif abimin Karasu’ya izne gelişlerinde sarı kordonlu askeri okul üniforması ilgi odağımız olurken, izin dönüşlerinde ise Aydın abi ile birlikte Aziziye Mahallesi içerisinden çarşıya/garajlara kadar arkalarından takip eder çocuksu bir gurur ve farklı bir heyecan yaşardık.’

KARASU/AZİZİYE GURURU BİR SUBAY PORTRESİ: AYDIN KURUDAL...

Karasu’nun Aziziye Mahallesinde Batum göçmeni bir ailenin 2. kuşağından, Rüştü-Naciye Kurudal Ailesinin 7 çocuğunun en büyüğü olarak (Aydın-Ayşe-Fikret-İsmet-Melek-Nurşen-Sevil), 1951’de doğar. İlk ve ortaokulu Karasu’da tamamlayıp, 1967 yılında Kuleli Askeri Lisesini kazanır. O yıllarda Karasu’da henüz lise açılmamış, okumak için en yakın yer Adapazarı yada yatılı devlet okulları için gurbete çıkılacaktır. Ve Aziziye Mahallesinden Recep Çil, Habil Küçük, Turgut Tatlı, Yılmaz Genç ağabeyleri gibi mahalle/okul arkadaşı abim Mehmet Akif Koçöz ile birlikte ilçemizin subayları olarak onur listesinde yer alacak, kendilerinden sonrakilere rol/model olacaklardı.

Kuleli sınavlarına Babamın öncülüğünde ilçenin/mahallenin gençleri Akif abim ile birlikte gideceklerdi. “Oğlum ve arkadaşlarına Kuleli ve Heybeliada Askeri liselerinin ön kayıtlarını yaptırıp İstanbul'un tarihi yerlerini bildiğim kadarıyla gezdirmeye çalıştım. Sınavlar yapıldıktan sonra sonuçlar Milliyet gazetesinde yayınlanır. Okul tarafından sağlık kurulu ve muayene yaptırılmasının ardından Kuleli Askeri Lisesine kayıtları yapılır.” 

O yazları okul tatil günlerinde ailesine yardım edecek, çiftçilik yapacak, dağdan odun getirip kendine harçlık edinecekti.

1970 yılında Kuleli’yi bitirerek, İstanbul’dan Ankara’ya Kara Harbokuluna gelecektir. Harbokulu o yıllarda 3 yıllıktır. 1973 yazında Cumhuriyet’in 50. yılında -6 yıllık bir eğitimin ardından- Jandarma teğmen olarak mezun olacaklardır.

(1973 yılı Orta 2’ye geçtiğim yaz Cumhuriyet’in 50 yılına denk gelen 30 Ağustos Zafer Haftası içinde Kara Harp Okulu mezuniyet/diploma töreni için -Babam, Necla ablam ve Ayşe Kurudal abla ile birlikte- Ankara’ya gidiyoruz. Bu benim İstanbul sonrası en uzun ilk şehirlerarası yolculuğum olur.)

1973 Diploma Töreni ve Zafer Coşkusu

İlk gün Kara Harp Okulu futbol stadındaki diploma töreni için bizim gibi yüzlerce aile değişik illerden gelerek çocuklarının bu mutlu günlerine tanık oluyor, bando, resmigeçit sonrası konuşmaları ardından diplomalar verilirken, mezunlardan daha çok aileler heyecan yaşıyorlar. Tören bitimi ailece Akif ve Aydın abinin yanına giderek onları tebrik ediyor, mutluluklarına ortak oluyoruz.

Mezuniyet ile birlikte okul tarafından hurç içersinde verilen -tören/balo kıyafeti, kampet, kılıç ve aksesuar ile ayrıca Kırıkkale tabanca gibi- eşyalar gelmiş olduğumuz arabanın bagajına ancak sığıyor. Akşam hep birlikte Ulus semti çevresi Gençlik parkı ve çarşıları gezinip, Aydın abinin teyzesi Ayten ablaların evin de kalırken eşi merhum Asım Sarı o tarihlerde emniyet amiri rütbesinde Aydınlıkevler semtinde oturuyorlar.

30 Ağustos sabahı abimlerin resmigeçit töreni için Hipodroma geçiyoruz. Askeri birlikler/okulların resmigeçit sonrası, Askeri araçlar geçişinde alçaktan geçen askeri uçaklardan paraşüt birlikleri atlayarak, havada renk cümbüşü oluşturarak protokolün karşısına ellerinde Türk Bayraklarıyla iniyorlar. Özellikle törenin bu bölümünde büyük bir coşku yaşıyoruz.

(İlk kez böyle büyük bir tören izlerken, 2 yıl sonrasında 1975’de Polis Kolejini kazanıp Ankara’ya gelecek, bu hipodromda 7 yıl boyunca kolej/akademi tören/yürüyüş kolunda görev alarak gurur/heyecan yaşayacaktım.)

Kuleli/Harbokulu Öğrencilik Günleri (spor durumu)

Akif abim Kuleli/Harbokulunda boks yaparken, Aydın abi Kuleli’de güreş takımındadır. Güreş Harbokulunda da devam eder ve 62 kiloda grokoromen stilde güreşir. Kara Harbokulu 2. sınıfta iken Karasuspor kulübünün 5 branşta faaliyet zorunluluğu çerçevesinde Karasu güreş takımında gösterilip (Karasuspor yöneticilerini kıramayıp hemşehrilik duygusu baskın gelince) Karasuspor adına Sakarya ilinde yapılan müsabakalar esnasında ilk iki maçını kazanmasının ardından 3.maçında belinden sakatlanması onun birnevi spor yaşamını noktalayacak, Harbokulundaki güreş takımına da veda edecektir.

(Güreşe ilişkin bir anısı: Ortaokulda iken babası rahmetli Rüştü ve İzzet Genç amcaların teşvikiyle merhum Hüseyin Genç ile mahallede güreş yaparlar, karşılıklı yenişirlermiş. Kuleli’ye gittikten sonra güreş takımında kendini geliştirip teknik öğrenecek, Karasu’ya tatil için geldiğinde yine Hüseyin ile futbol sahasında güreşe tutuşacak, ama bu kez ard arda tuş olan Hüseyin, sen bu işi geliştirmiş/teknik öğrenmişsin diyerek sonunda pes edecektir.)

Niçin jandarma subayı olduklarını şöyle açıklayacaktır:

Aydın abi aslında tankçı olmak istiyordur. Sakaryalı takım komutanı ona piyade olmasını tavsiye eder. Akif abimin de içinde olduğu yakın arkadaş grubu ise Jandarma sınıfını tercih etmesinde onu ikna ederek etken olurlar. Aydın ve Akif abimler 6 yıllık öğrencilik sürecinde birbirlerinden kopmazlar. Harbokulu 2. sınıf sonunda her ikiside Jandarma branşına seçilirler. Daha doğrusu ders notlarının yüksekliği tercihlerinde yardımcı olur.

(1973 Kara Harbokulu mezunlarının -600 kişilik devrelerinden- 160’ın üzerinde talep olunan Jandarma branşına tercihleri gerçekleşen 82 öğrencinin 2’si Karasu/Aziziye’li gençler olacaktır.)

Ve jandarma branşı konusunda hiç pişmanlık duymazken, “yeniden başlasam yine jandarma olurdum” diyecektir.

Görev Yılları

Harbokulundan mezuniyet sonrası İstanbul Tuzla’da piyade okulunda 1 yıl piyade eğitimi/kurs görerek (1973-74) yeniden Ankara’ya dönecek, 1 yılda  Jandarma subay okulunda kurs görmeleri ardından 1975 yazında ilk görev yeri Zonguldak’a, Akif abimde Sivas’a kura sonucu gidecektir.

Aydın abi, Zonguldak ilinde Merkez Jandarma bölük komutanı olarak görev yaparken bankacı Zuhal hanım ile evliliklerinden (1977) 3 çocukları olacak; (Oğlu İlkay/turizmci, kızları İlknur/veteriner ve İlkşen/matematik öğretmeni olurken) sonrasında 3 torun sahibi dede olacaktır.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin, bir jandarma subayı olarak Zonguldak (1975-77) - Mardin/Kızıltepe (1977-79) sonrası 1980 12 Eylül darbe sürecinde yüzbaşı rütbesiyle Antalya merkez Jan. Bl. Komutanı olarak görev yapacaktır.

(1977 yazında Hakkari merkezde görevli olan Akif abimin yanına Kemal abim ile birlikte ziyaret sonrasında Hakkari’den Adapazarı’na, Beştüşşebap-Uludere-Şırnak-Cizre-Nusaybin-Kızıltepe-Viranşehir-Urfa-Antep-Adana-Ankara üzerinden dönerken o dönem Üsteğmen rütbesiyle jandarma bölük komutanı olarak Kızıltepe de görev yapan Aydın ağabeye de uğrayacak, bu bizim ilk Doğu/Güneydoğu Anadolu gezimiz olacaktı.)

Niğde ve Bayburt illerindeki görevler ardından Ankara’da Jandarma Genel Komutanlığı karargahında Binbaşı rütbesiyle görev yapacak (1988-92), terörün yoğun olduğu yıllarda Şırnak Jan. Kom. Tb. Kom. olarak sınır güvenliğinden sorumlu olacaktır (1993-94).

(1994’te 1 yıllık sınır tabur görevi bitiminde görev başarısı olarak 15 günlük ailece Fransa/Paris gezisi mükafatı onun için özel bir anı oluşturacaktır.)

1994 yılında yeniden karargaha Ankara/JGK emrine atanırken yarbay rütbesiyle yeni kurulan bir birimde (İnsan Hakları Şb. Md.) insan hakları mevzuat/yönetmelik çalışmaları kapsamında akademisyenlerle çalışmalar yanında yurtdışı temsilcilerle görüşmeler gerçekleştirirken, Fransa-Strasburg’a gidiş-gelişleri olacaktır. (Bu süreçte günümüz güvenlik birimlerinin nezarethane kayıt defteri standardının uygulamasına katkı sunacaktır.)

1997 yılında albay rütbesine terfi sonrası emekliliğine kadar Alay Komutanlıkları görevlerinde bulunacak ilk olarak İl Jandarma Alay komutanı olarak Şanlıurfa iline atanacak, ardından 1999 yılı 16 Ağustos günü Kocaeli İl Jan. Komutanı olarak göreve başlamasının 1 gün sonrasında büyük Marmara depremini yaşayacaktır. Sonrasında Bitlis (2001-2003) ardından Ordu iline atanacak, Ordu İl Jandarma komutanı olarak görev yaparken 2004 yılında (TSK’da general olamayanların genel kadrosuzluk uygulaması gereği) 1973 yılında teğmen olarak başladığı 31 yıllık onurlu bir görev sürecinin ardından Albay rütbesiyle emekli olacaktı.

O, küçük bir ilçede bir çiftçi çocuğu olarak Cumhuriyet’in sunduğu fırsat eşitliği imkanından yararlanarak, devlet parasız yatılı okuyup ardından Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir subayı olarak Atatürk ve Cumhuriyet devrimleri/ilkeleri/değerleri doğrultusunda yurdun dört bir yanında görev yapmanın onur ve gururunu taşıyacaktı.

Emeklilik

Emeklilik sonrası Harbokulu/Jandarma Subay Okulu/JGK öğrenim/görev sürecinde 12 yıl kadar kaldığı Ankara’ya yeniden dönecektir. Eşinin iş durumu, çocuklarının öğrenim/iş durumları, arkadaş çevresi, teyzesi yanında 3 kızkardeşinin de Ankara’da yaşaması, Karasu’ya gidip-gelmesi yakınlığı açısından da başkent Ankara tercih edilecektir. (Aydın abide bizim gibi Ankara sevdalısı olarak Atatürk’ü bağrına basan başkentten pek kopamayacaktır.)

Tabiki emeklilik sürecinde memleketine daha sık gidecek, akrabalarına/arkadaşlarına/ hemşehrilerine daha çok zaman ayıracaktı. Çocukluk günlerini yadetme nostalji yanında, birşeyler yapma/üretme, eltutma/yararlı olabilme konusunda çaba sarfedecekti. 

Emeklilik sürecinde Ankara’da arkadaşları ile birlikte kurdukları özel güvenlik şirketi emeklilik günlerinde kendisi için ayrı bir uğraş olacaktı. (Ancak memuriyet yetişimi ticari alana yansımayınca 2018 yılında şirketi sonlandırıp bir süre danışmanlık yapacak, sonrasında ailesine, çocuklarına/torunlarına zaman ayıracaktır.)

1973 Kara Harbokulu mezunları olarak dönem arkadaşları ile buluşmalarında geçmişi/arkadaşlarını yadederken duygulu anlar yaşayacaklardır.

Salgın sürecinde hayat arkadaşı/eşi Zuhal hanımın kaybı (23 Ekim 2020) Aydın abimizi ve çekirdek ailesini derinden üzecektir.  

O, ailesine/kardeşlerine kol-kanat olurken, arkadaşları/akrabaları/hemşehrileri ile destek/dayanışma içerisinde olacak, gönül bağını hiç koparmayacaktı.

Aydın Kurudal Ağabey; Atatürk/Cumhuriyet ilkelerine bağlı bir Türk subayı olarak başarı öyküsü ile bizleri gururlandırırken; sadece Aziziyelilerin değil Karasu’nun bir değeri olarak içinden yetiştiği toplumun bağrında/gönüllerde yer alacaktır.

Aslolan insanları yaşarken değer kılmaktır!

Saygı/sevgi/selamlarımla…

(7 Mart 2025)

 Remzi KOÇÖZ









 

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz