25 Mayıs 2025 Pazar

DEĞİŞİM

“Demokrasilerde iktidar sürekliliği yoktur. Değişim/değişiklik esastır.

Dünyanın her yerinde tüm yönetimler/ hükümetler/iktidarlar kamu gücünü birkez ele geçirip aynı yoldan egemen gücüde ergeç ele geçirirler.”

(Jean-Jacques Rousseau / Toplum Sözleşmesi)

Değişim, Değişmezlik ve Demokrasi

Demokrasilerde örgütlülük çok önemlidir. Özellikle sivil toplum olarak addedilen dernek/sendika/ meslek kuruluşları gibi örgütlü bir güç olarak hükümetler üzerinde baskı oluşturmaları önemlidir. Sivil toplum olarak yasal düzenlemelere katılım sağlama, mesleki görüş bildirme, toplum adına uygulamaları eleştirme ve demokrasinin gereği olarak kamusal faaliyetleri denetleme işlevi bir nevi demokratik katılımdır. Bunların dışında kitlesel açıdan en büyük, etkin ve işlevsel örgütlü yapı ise siyasi partilerdir.

Bir ülke de sivil toplum olarak nitelenen kurumlar ayni adamlar tarafından kişi/aile şirketi gibi süresiz/sınırsız neredeyse ömürleri yettiğince yönetiliyorsa o ülkede demokrasi keyfi bir anlayışla yürür. Yapılan seçimler ise göstermeliktir.

Sivil Toplum örgütleri olarak; Esnaf Odaları/ TESK (35 yıl), TOBB (25 yıl), TZOB (22 yıl) aynı isimlerce yönetiliyor. 

Demokrasilerin olmazsa olmazı olan siyasi partilere baktığımızda; günümüz yaşayan en uzun süreli parti genel başkanlığı unvanı 50 yılı aşkın ardarda kurduğu/ isim değiştirdiği partilerin (TİİKP-TKİP-SP-İP-Vatan Partisi / D. Perinçek) genel başkanı olarak belki de dünya da emsali olmayan bir örnek. (12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 dönemleri ile Ergenekon kumpaslarında 2008-2014 tarihleri olmak üzere 15 yıl kadar tutukluluk yaşar. Girdiği seçimlerde %1 oya ulaşamazken, 2023 CB adaylığı için yeterli imza bile toplayamaz. Muhalefete karşı Cumhur İttifakına destek verir.) Ardından 30 yıla yakın (MHP / D. Bahçeli) parti genel başkanlığı geliyor. (1999'da DSP koalisyonunda başbakan yardımcılığından 2002'de baraj altında kalmaya, 2007'de yeniden meclise girip 2015'de AKP ile koalisyona sıcak bakmazken 2017'de cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin önünü açarak muhalefetten AKP ile Cumhur İttifakına dahil olur. 2023 genel seçimlerinde neredeyse miting yapmadan yüzde 10.5 oy alırken, 2024'de PKK terör örgütü liderine silah bırakma ve Terörsüz Türkiye çağrısıyla barış görüşmeleri sürecinde ön alır. 2025 yılında ise kalp ameliyatı sonrası 3 ay kadar meclis çalışmalarına katılamasa da anahtar parti/lider olma konumunu sürdürür.) 25 yıla yakın parti başkanlığı ile iktidarda bulunan siyasi partiye gelince (AKP/R.T. Erdoğan) Cumhurbaşkanlığına seçilme kuralı 2 iken yasa delinerek 3 oldu. Şimdide anayasayı değiştirerek 4. kez adaylığa zorlanıyor.

Bu değişmezlik ortamında ana muhalefet partisi CHP 2023 seçim başarısızlığı ardından değişimi gerçekleştirmeyi başarabildi. 13 yıllık genel başkanlık (CHP/K. Kılıçdaroğlu) sürecindeki başarısızlığına rağmen, -kendi seçtiği delegelerin dipten gelen dalga karşısında duramaması sonucu- kurultayda az bir farkla neredeyse ayak sürüyerek istem dışı gitmek zorunda kaldı.

Ve değişim sonrasındaki CHP, 5 ay sonra yapılan 2024 yerel seçimlerinde birinci parti oldu. Demokrasi cephesinde yeni umutlar yeşerirken, statüko sarmalında böyle gelmiş böyle gider minvalinde karamsar gösterilen Türkiye’nin makus talihini değiştirebileceği yönünde önemli bir gelişmeydi.

Türkiye 21. yy itibariyle 2000’li yılların başında yaşadığı ekonomik krizin ardından ileri demokrasi hedefiyle farklı bir sürece evrildi. Tabi ki bu durum siyasi mühendislik ve cambazlıkla kriz ve kaosun kısır bir döngü içerisinde geleceğe taşınmasıdır. Bunun doğal sonucu olarak Demokrasiden giderek uzaklaşılması, -Afganistan/Irak/İran/K.Kore gibi- Otokratik bir yapıya dönüştürülmüş bir Türkiye sözkonusu.

Bizde de bazı kurumlar ve makamlara ilişkin, önemli görevler için sıralı/süreli 2 dönem kuralı niçin konulmuştur. Gücün toplumu esir almaması, Otokratik/despotik yönetimlerin oluşmaması, Keyfiyetin kural haline gelmemesi, Çıkarsal bir yapıya dönüşmemesi, Toplumsal yozlaşma/çürüme oluşmaması gibi gerekçeler sıralanabilir.

Batı öncelikle demokrasi açısından bu değişimi başardığı için gelişme yaşıyor. Orada polis bir kural ihlalinde başbakana/ bakana ceza yazabiliyor. Türkiye de ise o partinin ilçe başkanına bile yazmak zor.

Hukuk/kanun/kurallar var ancak iktidar/güç sahiplerine işlemiyor. En tepesinden en alttakine kadar dokunulmazlık zırhı yaşam boyu işlerlikte. Yasalar/kurallar birnevi sade vatandaşlara, özellikle muhaliflere işlemekte. Ve muhaliflere yönelik siyasi denilebilecek yargısal soruşturmalar sonucu dalga dalga gözaltılar/ tutuklamalar/ yasaklamalar..

Tüm bunların ardından Adalet bakanının her beyanatı; Hukuk/Yargı bağımsızlığı ile başlamakta ise de lafla/sözle Hukuk/Yargı bağımsız olmuyor.

Ne diyelim; görünen köy kılavuz istemez. 

(25. 05. 2025)

Remzi KOÇÖZ



19 Mayıs 2025 Pazartesi

GENÇLİK

 “Türkiye’de giderek artan bir yoğunlukla özellikle 1950 sonrası uygulanan dışa bağımlı politikaların çok yönlü sonuçları içerisinde 3 unsur öne çıkar: 1-Cumhuriyetle oluşturulan ulus devlet yapısının çözülmesi, 2-Bu yapının öncüleri ulusçu aydınların yok edilmesi, 3-Bu amaç için ümmet yapılanmasının yönetim düzeni durumuna getirilmesi. Bu 3 unsur ülkeyi emperyalist sömürüye karşı korumasız kılacak ve açık pazar durumuna sokulan ülke, parçalanma sürecine girecektir.” (Metin AYDOĞAN)

OLAYLI YILLAR, GENÇLİK ve GELECEK

20. yy başında emperyalizme karşı verilen bağımsızlık savaşının başkomutanı ve Cumhuriyetin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, ülkenin geleceğini gençliğe emanet etmişti. Gençlik, kurtuluş meşalesinin yakıldığı 19 Mayıs ile özdeşleşmişti. Türk Gençliği, kurucu önderinin kendisine yüklediği sorumlulukla, -tüm bu zorluklara rağmen-  büyük bir inanç ve dirençle vede devrimci bir ruhla ağır bir yükün altına giriyor, sıradışı bir özveriyle toplumsal muhalefetin temsilcisi oluyordu.

Gençlik doğası ve yapısı gereği heyecandır, aceleciliktir. Gençlik yaşananlardan, ülkenin gidişatından hoşnut olmamakla birlikte; özellikle üniversite gençliği öncülüğünde mücadele bağlamında toplumla/ kitlelerle ilişki kurmaları ve etkili olmaları, yaşları vede yaşam deneyimleri dolayısıyla pek kolay değildir.

1970’lerin başında çok sayıda genç faili meçhullere kurban giderken,  görünmez bir el tarafından silahlandırılıp ‘Ülkücü ve Devrimci’ şeklinde birbirleriyle düşmanca çatışıyorlardı. Büyük bir kitlesel güce ulaşan gençlik, yurt yararına olduğu inancıyla kaldıramayacakları ağır bir savaşımın, gücüyle orantısız bir çatışmanın içerisine çekilmişti.

Türkiye’de 1970’e doğru gençlik eylemleri doruğa ulaşırken, böl ve yönet devreye girerek (sol/devrimci gelişmeye karşı kendilerini milliyetçi/mukaddesatçı olarak tanımlayan kesim karşıt olarak yer alırken) ideolojik ayrışmalar/çatışmalar çerçevesinde şiddet/karmaşa sarmalında kanlı bir kör dövüşü yaşanacaktır. Gençlik, Atatürk ve Türk Devriminden uzaklaşıp/uzaklaştırılıp -kendini/geçmişini/tarihini bilmeden geleceği kurma hayaliyle- o günün modası ideolojilere öykünürken, Gençler; çıkışı olmayan, birbiriyle çatışan ve yabancılaşmaya yol açan; batıcılık, ümmetçilik/dincilik, ırkçılık, solculuktan birini seçmeye zorlanır. Bir nevi kültür yozlaşması sonucu yabancılaşmaya yol açan her türlü akım yeşerir.

Gençlik eylemlerini yönlendirmek, gençleri olabildiğince kutuplaştırmak, aykırı eylemlerle halkta tepki yaratmak hazırlanan planın ana hedefleriydi. Ve dışarıda hazırlanan bu plan/program kademe kademe uygulamaya geçerek kaos ülke geneline yayılacaktı.  Bu plan çerçevesinde; Gençliğin akademik/demokratik istemleri ortadan kalkmış, öğrenci olayları yön değiştirerek, Gençlik halktan koparılmış, halkın kaygıyla izleyip tepki duyduğu kanlı bir çatışmaya dönüşmüştü. 

(Ülkede yabancı ajanlar cirit atarken, işbirlikçiler ile birlikte olayları/gündemi istedikleri şekilde yönlendirirken, öğrenci örgütlerinin yönetiminde yer alarak, silahlı eylemleri/çatışmaları keskin eylemleri öneriyorlar; “Devrimci mücadelenin gücü silahtır, silahsız mücadele başarıya ulaşamaz, pasifizme son verelim” diyorlardı.)

Ulusal varlığın en önemli unsuru gençlik hedef alınarak, önce ayrıştırılıp sonra birbiriyle çatıştırılıp ülke geleceğinin dinamizmi etkisizleştirildi. Ardından Türkiye’nin en nitelikli aydınları/akademisyenleri/yazarları/sanatçıları/gazetecileri, gözaltı/işkence/tutuklama/ suikastlara maruz kaldı. 12 Mart 1971 müdahalesi toplu aydın kırımının mihenk noktasıydı. Sonrasında, kardeşkanının akmasını ve terörü önlemek adına gerçekleştirilen ancak sonuçları itibariyle ülkeyi küresel isteklere sınırsızca açan 12 Eylül 1980 darbesi, toplumsal çöküşü hızlandırırken, Aydın kırımı 1980 sonrası 1990’larda da devam edecekti.

(1970-1980 arası binlerce insan öldürülürken 10 binlercesi yaralanır. Köylerini kentlerini adeta kaçarak terkedip göçenlerin sayısı belirsiz. Terörün yoğunlaştığı 1978-1980 arası 5 binin üzerinde insan öldürülürken, 14 bin üzerinde kişi yaralanmış/sakat kalmıştır. EGM verilerine göre 1965-1980 arası 45 bin tüfek, 150 bin tabanca, 32 milyon mermi ele geçmişti. Bu sayının en az 2-3 katının yasadışı bir biçimde kişilerin elinde bulunduğu değerlendirilmektedir.)

        Gelinen süreçte; Türkiye’ye yeni bir biçim vermeye çalışan emperyal/küresel güçler, ulus devlet işleyişini yerelleşmeye götürerek, etnik/mezhepsel kutuplaşmayı siyasetin merkezine yerleştirir. Ilımlı İslam olarak açıklanan siyasetin başarılı olabilmesi için –özellikle Atatürk/Cumhuriyet Devrimlerinden vede kuruluş felsefesinden uzaklaştırılıp- inanç farklılıklarının ayrışma aracı olarak kullanılması gerekiyordu.   

         (Malatya/Sivas/Maraş/Çorum olayları önceden planlamış siyasi ayrılıkların neden olduğu iç sorun değil dış kaynaklı kitlesel kıyıma ulaşan olaylardı, ayrılıkçı Kürt hareketi ile birleşecek mezhep çatışması provalarıydı.)

Uğur Mumcu’nun dediği gibi “görünmez bir el” Türkiye’yi karıştırmış, özellikle topluma önderlik edebilecek ülke aydınları yok edilmişti. Türkiye geçmişte yaşanan çatışmalardan büyük yaralar almıştı. Toplumsal açıdan örgütlenmek ve örgütlü davranmak halkın gözünde en tehlikeli bir iş durumuna gelirken, kitleler duyarsızlaştırılarak, sessiz/tepkisiz/itaatkar bir ortamın oluşması sağlandı.

Geleceğin güvencesi gençler ezilerek/kıyılarak/vurularak/asılarak/kurban edilerek ülkenin geleceği karartılıp dayanaksız hale getirilir. Ardından Ülkenin dışa bağımlı, emperyalist sömürüye karşı korumasız kılınması ve açık pazar durumuna sokulması süreci yaşanır. Bunun doğal sonucu olarak demokrasiden giderek uzaklaşılan otokratik bir yapıya dönüştürülmüş bir ülke sözkonusu. Son süreçte halk iradesine yönelik yargı vesayeti ile gerçekleştirilen 19 Mart 2025 müdahalesi bardağı taşıran bir damla olur.

Gelinen noktada, kendilerine Türkiye’nin geleceği emanet edilen gençler 21. yy çeyreğinde; haksızlığa/hukuksuzluğa/zulme karşı, adalet ve demokrasi için tüm engellere/engellemelere/müdahalelere rağmen yılmayarak, meydanlara/alanlara akarak, Cumhuriyet’e ve Türkiye’nin geleceğine sahip çıktılar. Hem de tarihin derinliklerinden bir sesle: "Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet" ve de önderinin izinde "Mustafa Kemal’in Askerleriyiz" diyerek... (19 Mayıs 2025)

Remzi KOÇÖZ

*(Bkz. Metin AYDOĞAN,Yönetim Gelenekleri ve Türkler, Ben ve Ülkem; HarunKARADENİZ, Olaylı Yıllar ve Gençlik; T.Sülker YILMAZ, Türkiye’de Gençlik Hareketleri; Gün ZİLELİ, Yarılma; Hakkı ÖZNUR, Ülkücü Hareket; Uğur MUMCU, Cumhuriyet, 4.5.1977.)


15 Mayıs 2025 Perşembe

SEVR / LOZAN

“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır!” (Mustafa Kemal ATATÜRK)

SEVR, LOZAN ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Lozan, ulusal kurtuluş mücadelesi ile emperyalizmi yenilgiye uğratan yeni Türk devletinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş beratıdır.
Lozan kazanımları, özellikle İngilizler kadar onların manda/himayesine bel bağlayan saltanat/ saray bürokrasisi, İngiliz Muhipler/İslam/Kürt Teali Cemiyetleri, İstanbul basını gibi yerli işbirlikçilerde hoşnutsuzluk oluşturur. Bu hoşnutsuzluk, Onların günümüz uzantılarınca -Atatürk Cumhuriyeti ile hesaplaşmalar çerçevesinde- 100 yıl sonrasında da devam etmektedir.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, Lozan zaferini, zaferi gölgelemeye çalışanlara ve çalışacaklara ders niteliğinde şu sözlerle aktarır:  “Saygıdeğer Efendiler, Lozan Barış Antlaşması’ndaki hükümleri öteki barış teklifleriyle daha fazla karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!”
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Lozan’ı iyi değerlendirebilmek için öncelikle tarihsel koşulları iyi bilmek daha doğrusu Sevr’i doğru okumaktan geçecektir.
Türk Milletine dayatılmak istenilen esaret zincirinin Ulusal Kurtuluş zaferiyle koparılıp tarihin çöplüğüne atıldığı Sevr’i unutup Lozan’ı tartıştırmak insaf ve izan gerektirir.
Çözüm/Barış süreci, Terörsüz Türkiye söylemlerinin ardından Türkiye’nin ulus/üniter devlet yapısını tartıştıranlardan öte tartışanlar açısından da bir akıl tutulması da diyebiliriz.
(15 Mayıs 2025)
Remzi Koçöz

28 Nisan 2025 Pazartesi

PAPA

Papa Franciscus...
(Jorge Mario Bergoglio)
Hristiyan Dünyası Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Francis
(1936-2025);
Latin Amerika/Arjantin doğumlu Amerika'dan ve Güney yarımküre'den seçilen ilk papa.
12 yıllık Papalık görevi süresince (aylık 30.000 euro) maaş almayı reddetmiş ve bu parayı çeşitli yardım kuruluşlarına, kiliselere ve ihtiyaç sahiplerine yani fakirlere bağışlamış.
Papalığı süresince yapılan bağışların (16 milyon avro) tamamını da yardım kurumlarına ve kiliselere bırakmış.
Vatikan`da sarayda değil küçük bir odada yaşayarak bu dünyadan "baba evine" geri dönmüş.
Şatafata/gösterişe dayanmayan sade vede ibretlik bir yaşam öyküsü.
Din adamlarına vede dinden geçinenlere ithaf olunur. 
(26 Nisan 2025)

27 Nisan 2025 Pazar

AKIL

Kötü Akıl:
Kendi ikbali,
Şahsi çıkarları için
Hırsına/kibrine yenik düşen,
Tüm değerleri çiğneyip geçebilen,
Herşeyi ateşe atabilen,
Her türlü olumsuzluğu yapabilendir.
Görmeyen/duymayan/işitmeyen,
Kötücülüğün ortak akla dönüşmesi ise;
Toplumsal hezeyanın,
Bir cinnetin göstergesidir...
(25 Nisan 2025)

26 Nisan 2025 Cumartesi

EGEMENLİK

'Milli Mücadele sürecinde 23 Nisan 1920 günü Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisince, yeni Türk devletine giden yolda bir ilk gerçekleştirilip, “Egemenlik, Kayıtsız Şartsız Ulusundur” şeklinde hayatiyet kazanarak, Hükümet kurma iradesi gösterilmiş. Ardından Misak-ı Milli ruhuyla siyasi alt yapı gerçekleştirilerek zaman geçirmeden Kuvayı Milliye ruhunu cephelerde düzenli orduya dönüştürüp; 9 Eylül 1922’de Yunan/işgal ordusunu İzmir’den denize dökerek, Türkün ulusal kurtuluşunu gerçekleştirmiştir.'

Egemenliği Yeniden Egemen Kılmak

TBMM öncülüğünde ve Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde gerçekleştirilen Milli Mücadele ve Kurtuluşun ardından, 1 Kasım 1922’de TBMM tarafından saltanatın kaldırılması ile 600 yıllık Osmanlı hanedanının egemenliğine son verilir. Bu karar sonucu Ankara’da kurulan ve Ulusal Kurtuluş Savaşını zaferle sonuçlandıran Türkiye Devleti ülkedeki devlet/hükümet ikiliğini ortadan kaldırılır. Böylece Osmanlı monarşisi/padişahlık kurumu tarih olurken yeni bir Türk devleti olarak tarih sahnesine çıkan Türkiye ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk devrimi yüzünü gösterir. Siyasal iktidarın kaynağını kökten değiştirip Egemenlik saraydan alınıp millete/halka verilerek, ümmet yapısından millet yapısına geçilir.

Egemenlik “ulusal irade/egemenlik, halk idaresi/halk hükümeti” şeklinde vurgulanagelmiş, 23 Nisan 1920 günü TBMM’nin açılışında “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” şeklinde vücut bularak, Teşkilatı Esasiye Kanunu ve 29 Ekim 1923’de hayatiyet bulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Anayasasının temelini oluşturur.

Ulusal Bağımsızlık Savaşı ile işgalcileri kovarak emperyalizmin Türkiye’deki nüfuzuna darbe vuran “millici” ve “antiemperyalist” devrimci-milliyetçi kadrolar; emperyalizmin müttefiki -padişahlık/saltanat gibi- siyasal kurumları ortadan kaldırıp ulusal egemenlik yolunda Cumhuriyet yönünde ilerlerken; emperyalizme karşı verilecek asıl mücadelenin ekonomik bir mücadele olacağını da biliyorlardı. Türkiye açısından siyasi bağımsızlık kadar kapitülasyonların çevrelediği ekonomik bağımsızlık da önem arzediyordu. Lozan anlaşması ile Türk Milletine dayatılan “Sevr” haritası tarihin çöplüğüne atılırken, kapitülasyonlara da son verilir. Lozan, yeni Türk devletinin tam bağımsız bir Türkiye’nin uluslararası alanda kabulü/tescili ve tüm dünyaya ilanıdır.

1950 yılında çok partili hayata geçiş ve iktidar değişimi sonrası devrimler sürdürülemeyince karşı devrim öne çıkarak, zaman içerisinde giderek artan bir hızla Cumhuriyet ile hesaplaşmasını kazanımları/kurumları değersizleştirip çökerterek, kapatarak, satarak, tarihi/gerçekleri çarpıtarak bir belirsizliğe doğru yol alınır. 1960-70-80 askeri müdahaleleri ile demokrasi gelgitleri 2000’li yıllar sonrası farklı bir sürece evrilir.

100 yıl öncesinin tersine; egemenliğin yeniden saraya geçtiği, milletten ümmete yurttaşlıktan kulluğa doğru bir süreç yaşandığı, feodal yapıların tarikatlar/cemaatlerin öne çıkarılıp söz sahibi olduğu, eğitimin birliğinden -dini eğitim ağırlıklı- ikili bir eğitim sistemine geçildiği, günümüz gerçeği ile karşı karşıyayız.

Demokratik denetim mekanizmalarının etkin olduğu kuvvetler ayrımına dayalı parlamenter sistemden -tek adama dayalı devlete/millete/ülkeye zarar veren- cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ile Türkiye öncelikli olarak kısır bir döngü ile karşıkarşıyadır.

Kurucu önderinin ilke ve devrimleriyle bütünleşen, -tam bağımsızlık/ulusal egemenlik gibi ulusal varlığı ayakta tutan uygulamalar, emperyalist saldırı altında yok edilmeye çalışılsa da- Cumhuriyet, özünde millet iradesinin yansıması olan ulusal egemenlik anlayışının vede demokratik meşruiyetin bir güvencesidir.

Demokrasiyi araç olarak görenler bizi halk seçti diyerek yasama/yürütme/yargı erkleri yanında 4. Kuvvet olarak nitelenen basını, özerk olması gereken bilim yuvaları üniversiteleri ve diğer anayasal kuruluşları işlevsiz hale getirip, otokrat bir anlayışla kendilerini egemen kılma adına toplumsal kutuplaştırma/ötekileştirme ile yaşanan yozlaşma/çürüme/ayrışma adeta bir çöküşe davet niteliğinde. 

Gelinen noktada, bu karanlıktan çıkış yolu, Atatürk ilke/devrimleri ışığında, egemenliği yeniden egemen kılmak için -toplum olarak önceliğimiz- egemenliğin egemenlerden kurtarılmasıdır.

(Ankara / 23 Nisan 2025)

Remzi Koçöz



20 Nisan 2025 Pazar

EGEMEN-LİK


"Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir."

SUÇSUZ / GÜÇSÜZ / HAKSIZ


Haklıların Haksız
Haksızların Haklı
Suçluların Suçsuz
Suçsuzların Suçlu

Güçsüzlerin Suçlu
Güçlülerin Suçsuz
Suçluların Güçlü
Suçsuzların Güçsüz

Güçlülerin Haklı
Suçsuzların Haksız
Gücün Egemen 
Olduğu bir Düzende

Egemenliğin sahibi Millet
Sistemi değiştiremezse
Egemenlerin gücünü altedemezse
Sonuçlar hep aynı olacaktır:

Hem Suçlu
Hem Güçlü
Hem Haklı
Hem de Erişilemez!
(20 Nisan 2025)

Remzi Koçöz

1 Nisan 2025 Salı

VOLKAN KONAK

 “Türkiye’mi/Vatanımı, yenilmez şövalyemiz Atatürk’ü, sevmeyenle ahbaplık etmem!” (Volkan Konak)

KUZEYİN OĞLU: VOLKAN KONAK
-Karadeniz'in Hırçın/Aykırı Çocuğu-
Ülkenin çok yönlü mozaiği Doğu Karadeniz'in incisi kadim şehir
Trabzon’un yetiştirdiği bir değer: Volkan Konak.
Karadeniz'in kendine özgü, türkülerden şarkılara uzanan bir sesi.
1988'de konservatuvar mezuniyetiyle,
"Suların Horon Yeri" isimli ilk albümüyle,
kendi bestelerini evrensel müzik formlarıyla buluşturup,
özgün bir yapıda yeni bir tarz yaratan,
Ardarda albümleriyle çok sayıda ödüllere de imza atar.
Son albümü "Dalya" olurken,
Beste müziğinin içerisine yerel/bölgesel motifler katarak,
kendine özgü bir tarz yaratır.
Son ödülünü 2 ay öncesinde
(Demokrasi Haftası etkinlikleri / 31 Ocak 2025);
Ankara'da ADD genel merkezinde
"Kültür ve sanat" alanında,
2024 yılı "Yılın Atatürkçüsü" ödülünü alırken, Bizlere;
Nazım Hikmet'in Kuvayı Milliye destanından dizelerle seslenir.
Atatürk/Cumhuriyet sevdalısı bir müzik adamı yürekli devrimci;
“Bu Türkiye, bu dünya sizlerle daha güzel/cesur/uygar/dürüst/asil/ devrimci insanlara selamlar olsun” diyecektir.
Atatürk'e muhabbet duymayan, özellikle siyasiler karşısında cesur/dik bir duruş sergileyen bir sanatçıydı.
-Neşet Ertaş'ın cenazesinde bu siyasilerle yanyana gelmeyecekti.
-Trabzonspor stadına bu minvalde bir siyasi liderin adının verilme ihtimali üzerine kulübün onur ve kulüp üyeliğinden istifa etmişti.
-Çanakkale onun özeliydi. Zaman zaman karavanıyla Gelibolu/Saros'da şehitler diyarında ruhunu tazeleyecekti.
40 yıla yakın sahnelerde olacak,
"sanatçılar ayakta ölür" sözünü ispatlarcasına
-daha genç sayılabilir bir yaşta 58'inde-
sahnede kalp krizi sonucu aramızdan ayrılacaktır.
Kuzeyin oğlu Volkan Konak: Uçtu gitti aramızdan...
Sanatı yanında duruşuyla halkın gönlünde taht kuran,
Eserleriyle/albümleriyle unutulmayanlar arasında.
Özgün sesiyle şarkılarıyla/türküleriyle her daim kulaklarımızda.
“Devrimciler korkusuzdur” diyen;
duyarlı bir sanatçı, bir müzik adamı,
Karadeniz'in Hırçın Çocuğu: Volkan Konak;
Toprağın bol ışıklar içinde,
Mekanın gönüller olsun!
Rahmet / Minnet / Saygıyla…
(31 Mart 2025)
Remzi Koçöz



28 Mart 2025 Cuma

BABAM

 Değerli Dostlar

28 Mart 2023 tarihinde toprağa verdiğimiz,

Sevgili Babam Süleyman KOÇÖZ’ü

Rahmet/minnet/özlemle anarken,

Toprağı bol, ışıklar içinde olsun derken,

Aramızdan ayrılışının 2. yılında,

Albümlere yansıyan resimlerinin

-Siyah-Beyaz günler sonrasını da-

Bir sunu olarak paylaşarak,

Kıymetli Babamı, yad etmek istedim.

---------------------------------------------

Annelerin/Babaların yüzüsuyu hürmetine,

Yüreklerin neşeleneceği Bayramınız kutlu,

Demokrasiye ulaşacağımız nice Bayramlarınız olsun...

(28 Mart 2025 )

Remzi KOÇÖZ






26 Mart 2025 Çarşamba

EROL ÖZDEMİR (ŞİİRSEL KURAN)

 “Suç Olgusu: toplumsal değerleri derinden zedelemektedir. Derhal bir çıkış yolu bulunmalıdır.

Amaç; iyi, güzel, faydalı insan profiliyle onları, olmaları gereken sosyal statüye kavuşturmaktır.

Yüce Kuran’ın içinde; suç işleyen toplumu doğru yola çağıran öğütler ve mesajlar vardır. Öğütler doğrudan verilmiştir. Mesajlar ise örnek olaylardan yola çıkılarak alıcısına ulaştırılmıştır.

Bu çalışma ile farklı bir yöntem izlenmiştir. Sözü edilen öğütler ve mesajlar sadeleştirilerek şiirsel bir dille ve beyitler halinde ifade edilmeye çalışılmıştır.” (Erol Özdemir) *

EROL ÖZDEMİR ve ŞİİRSEL KURAN 

Erol Özdemir, Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk’ün -İstiklal Şairi M.Akif Ersoy’dan talep ettiği Yüce Kuran’ın manzum halini- kendine sorumluluk addederek birnevi vasiyetini yerine getirmiştir.

Yazar, Kutsal kitap Kur’an’ın, Türkçe meali üzerinden daha anlaşılır ve sade bir anlatımla ve de şiir tadında –ilahiyatçıların/din bilginlerinin bile cesaret edemediği- çok özel bir çalışma gerçekleştirir.

(Şiirsel Kuran, Sonçağ Kültür Yay., Ankara 2019, 72 Sayfa.)

Erol Özdemir’in bu eserinde, sayfalar dolusu yer tutan sureler/ayetler, kelimelere/satırlara/nazım/şiir tadında indirgenmiş, adeta bir hap şeklinde sunulmuştur. Kuran’ın “Kuran Hükümleri/‘Oku’mak” manzumesinin yer aldığı ilk sayfasını Kuran’ın indirildiği Ramazan ayı ve bin aydan hayırlı olarak bildirildiği Kadir gecesinde sizlerle paylaşmak istedim.

Kuran Hükümleri / ‘Oku’mak

Oku, o şan ve şerefi yüce olan Kuran’ı oku

O güzelim ayetlerini ilmek ilmek doku   

İndirdim bin aydan hayırlı Kadir gecesinde

Emirlerim, öğütlerim vardır her hecesinde

O gece iner ruh, o gece iner melekler

Peyderpey yerine gelir yapılacak işler

Sözün en güzeli iç içe ikili manalar

Peygamberdir aracı, emirleri herkes anlar

Hepsi bir defa da değil, indirdim parça parça

Sure ve ayet olarak gönderdim Arapça

Anlamak için ağır ağır okuyasınız

Her bir örneği verdim ki öğüt alasınız

Doğruluk ve adalet; benim sözlerim çoktur

Bu sözleri değiştirecek başka güç yoktur

--------------------------------------------------------

* EGM Teftiş Kurulu kadrosundan 2016 yılında emekli olmasının ardından 2019’da “Şiirsel Kuran ve Haram Koltuk” isimli çalışmalarını yayınlamasının 3 ay sonrasında 26.06.2019 tarihinde kalp krizi sonucu aramızdan ayrılan sevgili Erol Özdemir (1956-2019) ağabeye minnet ve saygılarla…

(26 Mart 2025)

Remzi KOÇÖZ






25 Mart 2025 Salı

GENÇLİK ve DEMOKRASİ

"Genç fikirli demek, 
doğruyu gören  ve anlayan 
gerçek fikirli demektir."
(Mustafa Kemal Atatürk)

ATA/TÜRK GENÇLİĞİ...
Gençler;
Apolitik/bilinçsiz diye küçümsediğimiz, 
Yüreklerini ortaya koyup eylemleriyle,
Toplumun tüm kesimlerine büyük bir ders verdiler.
Teslimiyet/biat/itaat/beklemek yerine,
Ülkenin kaderini belirlemek adına,
Haksızlığa/Hukuksuzluğa/Zulme karşı,
Adalet ve Demokrasi için
Tüm engellere/engellemelere,
Gaz/su/fiziki müdahalelerden yılmayarak,
Kendilerini riske atarak,
Meydanlara/alanlara taşarak,
Atatürk'e/Cumhuriyet’e vede
Türkiye’nin geleceğine sahip çıktılar.
Hemde tarihin derinliklerinden bir sesle:
"Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet!"
Vede önderinin izinde
"Mustafa Kemal’in Askerleriyiz" diyerek...
(25 Mart 2025)
Remzi Koçöz

16 Mart 2025 Pazar

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR – 33

         Sivas Kongresini dağıtmak ve Mustafa Kemal’i etkisiz hale getirmek için İstanbul hükümetinin görevlendirdiği Elazığ valisi Ali Galip’in İngiliz subayı ile işbirliği halindeki birtakım Kürt ileri gelenleriyle oluşturduğu çeteler etkisiz kılınırken;  Mustafa Kemal Paşa bölgedeki yerel idareciler ve askeri personel aracılığıyla Elazığ Valisinin tutumu yanında hem yerel liderleri hem de Binbaşı Noel’i yakından/dikkatli takip edecektir.

İngiliz Subay Binbaşı Edwart William Charles Noel (Nowil) / Kürt Lavrens *

Kürtleri Türklere karşı ayaklandıran İngiliz Noel hakkında Genelkurmay kayıtlarındaki notlar; “…kendisi şimdilik hakiki maksadını gizliyor kâh Diyarbakır’a kâh Midyat’a kah Halep’e gitmeye karar veriyor. Esasen serseri mizaç bir adam olduğu anlaşılmaktadır.” (Genelkurmay Arşivi/ATASE, İstiklal Harbi, 30-14-1)

İNGİLİZLERİN TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ / ORTADOĞU SEVDASI

-Bekle/Gör Siyaseti Ardından Böl/Parçala/Yönet Stratejisi-

Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk payesiyle kendini dünyanın sahibi olarak gören İngilizler, Hasta Adam olarak nitelendirilen Osmanlı İmparatorluğunun topraklarını parçalamayı hedef alan bir politika çerçevesinde -harita üzerinde elde cetvelle- büyük bir toplum mühendisliği yürütecektir.

İngilizler için 18. yy sonlarına doğru araştırma konusu haline gelen Kürtler, 19. yy’da kültür ve yaşadıkları coğrafyaları ile birlikte ele alınmaya başlanmıştır. İngilizler özellikle konsolos/büyükelçi/gezgin adı altında pek çok görevlisini Ortadoğu’ya/Anadolu’ya göndermiş; Bölgenin coğrafyası/kültürü/tarihi/etnisitesi/ekonomisi özellikle yeraltı zenginliklerini en ince ayrıntısına kadar incelemeyi amaç edinmiştir. Çünkü, İngilizler için Dünyanın heryeri kendi bahçeleri gibidir.

Söz konusu kadrolar içerisinde (G.Bell, T.E.Lawrence gibi) yeralan ve İngiltere’nin bölgede istihbarat elemanı olarak faaliyet yürüten binbaşı E.W.C. Noel, İran/Irak/Türkiye coğrafyasında Kürtler arasında ciddi faaliyetlere girişmiştir.

Batılı güçlerin bölgede neler yaptığını ayrıntılı bir şekilde ele alan Edward Said’in Oryantalizm çalışmasında ifade ettiği üzere “Emperyalizmin Keşif Kolları” olarak faaliyet yürüten İngiliz görevlilerden biri olan Binbaşı Noel, önyargıları ve ötekileştirici dili ile sahadaki faaliyetlerini Türklerin izlerinin kazınması ve Türk-Kürt düşmanlığının inşasına odaklamıştır. Burada bekle/gör siyasetinin yanısıra böl/parçala/yönet stratejisine ilave olmak üzere çok yönlü/ alternatifli İngiliz siyaseti karşımıza çıkacaktır.

İran’dan sonra Irak’taki Kürt aktörlerle biraraya gelen ve 60 Kürt ileri geleni ile birlikte hareket etmeyi hedef alan bir çizgide faaliyet yürütmüştür. Dünya Savaşının sona ermesi ve mütarekeye rağmen İngilizler bölgedeki (Musul-Kerkük) işgallerine devam etmiştir. Noel’in İşgal sonrası hayati derecede önemli gördüğü husus, İngilizler adına bölgedeki aşiret liderlerinin, tüccarların, din adamlarının elde edilmesine dönük tavsiyesidir

(Irak’ta ileride kurulacak olan sistem içerisinde bu durumu daha profesyonel şekilde planlayan isim Bell ve Hay olmuştur. Onların Londra’ya gönderdiği raporlarda camiler ve din adamları kontrol altına alınmadan işgalin sağlam temeller üzerine inşa edilmesi mümkün değildi ikincisi ise söz konusu kişi ve müesseselerin elde edilmesi ile birlikte sömürü düzeninin daha hızlı inşa edileceği öngörüsü.)

Binbaşı Noel, önerilerini daha da somutlaştırmak amacıyla Mardin, Diyarbakır, Halep, Musul çevresine istihbari amaçlı seyahatler gerçekleştirmiştir (Nisan-Mayıs 1919). Noel’e göre, İngiltere bölgede 3 başlı (Süleymaniye, Musul, Diyarbakır) bir yapı kurmalıydı.

Güney Kürdistan olarak isimlendirdiği Süleymaniye (Neri, Revanduz, Akra, Erbil, Kerkük, Kifri, Hanikin); Merkezi Kürdistan olarak Musul ve çevresi; Batı Kürdistan olarak merkezi Diyarbakır olacak olan yönetim sisteminde de Diyarbakır-Musul arası yerleri konumlamış; Kürtler arasında konfederasyon, akabinde de büyük bir Kürt devletinin kurulmasını hedeflemişti. 

Sivas Kongresine Yönelik Engellemeler

Kimi Kürt aşiretler/aktörler İngilizlerle birlikte hareket etmenin kendilerine bağımsız bir yapı kazandıracağı düşüncesiyle milli mücadele karşısında yer almış, kimileri de asırlarca birlikte yaşadıkları Türklerden ayrılmaya sıcak bakmamış, milli mücadeleye destek vermişlerdir.

Binbaşı Noel’in 1919 Haziran itibariyle (14 Haziran-31 Ağustos) Van-Bitlis-Diyarbakır-Halep-Bağdat-İstanbul-Halep-Antep-Pazarcık-Malatya güzergahındaki seyahatleri/ilişkileri, Mustafa Kemal Paşa tarafından, bölgedeki yerel idareciler ve askeri personel aracılığıyla yakından takip edilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının İngilizlere/işgalcilere karşı bir tehdit olarak hızla güçlendiğine dikkat çeken, bu yükselişi Kürtleri kullanarak engellemenin mümkün olduğunu da Londra’ya pek çok defalar rapor eden ve Kürt Lawrence’ı olarak nitelenen İngiliz istihbarat subayı Noel/Nowil; Doğu Anadolu’da Mustafa Kemal ve ekibinin durdurulması, Sivas Kongresinin engellenmesi yönünde planlamalar yapmış, Elazığ Valisi Ali Galip, Malatya Mutasarrıfı Halil Bey ve kimi Kürt aşiretlerle/liderlerle birlikte harekete geçmesinden önce durumdan haberdar olan Mustafa Kemal Paşanın harekete geçmesi sonrası çareyi Anadolu’yu terk etmekte bulmuştur.

Başta Kürt Teali Cemiyeti ile birlikte hareket eden ve işbirliği halindeki kimi Kürt ileri gelenleriyle oluşturduğu çeteler etkisiz kılınmıştır. Ulusal kurtuluşa engel olamayan İngilizler Nasturi ve Şeyh Said isyanlarının hazırlayıcıları arasında yer alacak, Cumhuriyet sonrasında da bu işbirlikçi oluşumlar bölgesel/yöresel isyanlarla ihanete devam edeceklerdi.

BOP ve Yeni Bölgesel Haritalar

Noel’in bölgede 3 başlı (Süleymaniye, Musul, Diyarbakır) bir yapı kurulması önerisi, ABD’nin Irak ve Suriye’de faaliyet yürüten PKK/KCK unsurlarına yönelik politikası ile benzerlikler taşımaktadır.

2021’de Papanın Kuzey Irak/Erbil ziyareti sırasında kamuoyuna yansıyan bir haritanın 1960’larda ABD tarafından yapıldığı haberleri/tartışmaları arasında söz konusu haritanın Binbaşı Noel’in özel görev günlüğünde 1919 yılında hazırladığı kitapçığın sonunda yeralan bir haritadır. Söz konusu haritada, özellikle Suriye üzerinden İskenderun’a oradan da Akdeniz’e açılan bir koridorun varlığı -hem Binbaşı Noel hemde günümüz PKK/KCK plan/haritasına göre- sözkonusudur. Bu bağlamda ABD’nin PKK/KCK’nın Suriye kolu olan PYD’yi bir terör örgütü olarak tanımamaktaki ısrarı da son derece anlamlıdır.

Bu bağlamda, Binbaşı Noel tarafından 1919 yılında çizilen Kürdistan haritası 1920’de Sevr haritasına dönüşmüş ancak Mustafa Kemal liderliğinde verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı sonucu 1922’de yırtılarak, Türkiye Cumhuriyeti tarih sahnesinde bağımsız bir devlet olarak varolurken, İngilizlerin Güneş Batmayan imparatorluk ünvanı sonlanmış, küresel güç batıya yenidünyaya ABD’ye kaymıştır. 100 yıl sonrasında ise küresel/emperyal güç olarak ABD dünyaya yön vermektedir. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ardından Suriye’nin kuzeyinde  PYD tarafından ilan edilen "Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi" olarak fiili bir Kürt oluşumu kapıda. 

Esad sonrası Suriye'nin,  ABD-İsrail öncülüğünde üniter yapısının -Federal Suriye ön anlaşması ile- federasyona dönüştürülme çerçevesinde PYD/SDG Suriye devletine ortak yapılmakta. Bu proje kapsamında sırada İran vardır.  Sonrasında sıra Türkiye’ye gelecektir. 

İngiliz Binbaşı Noel’in 20.yy başlarındaki bir Kürt devleti projesi, 21.yy başlarında ABD yönetimince yürütülen BOP açısından bir referans kaynağı olarak planlamalarda yerini almıştır. Bu durum 21. yy çeyreğinde değerlendirildiğinde -tarihsel bir devamlılık niteliğinde- güncellenen yeni bir Sevr haritası ile Türkiye’nin üniter/ulus devlet varlığına tehdit/tehlike oluşturacağı aşikardır. Kurucu önderinin “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” sözleri gibi ulusal bağımsızlık ve egemenlik Türkiye’nin vazgeçilmezidir. (15 Mart 2025)

Remzi KOÇÖZ

* (Kaynakça: Genelkurmay Arşivi/ATASE; Osmanlı Arşivi; İngiliz Ulusal Arşivi/Dışişleri Bakanlığı Arşivi; Metin Heper, Devlet ve Kürtler; Cengiz KARTIN, “Binbaşı E. W. C. Noel’in Personel Dosyası ve Faaliyetlerine Genel Bir Bakış”; E.W.C. Noel, Kürdistan 1919/Binbaşı Noel'in Günlüğü)







11 Mart 2025 Salı

İLHAN SELÇUK ANISINA

             “İyi bilelim ki, Mustafa Kemal’in saati, yabancı kumpanyaların değil devrimcinin saatidir. Ve o saatin tik-takları bugünkü devrimcinin de yüreğinde atmaktadır. Mustafa Kemal’in laik cumhuriyeti su üstüne yazılmış bir yazı değil; toplumsal koşulları inceden inceye hesap edilerek taş üstüne hakkedilmiş bir kitabedir.”

“Yeryüzünün tarihi haklıların iniltileriyle doludur. Her haklı yenilgi, tarihin bir sayfasını açar. Bu sayfalar birikir, yenile yenile en sonunda yengiye ulaşır insan… Ve belki bizim ömrümüzde olmayabilir, bunu belki görmeyebiliriz ama biliriz. Tarihsel bilinci olan insan bilir. Olayın diğer yanı, tarihsel bilinci olan insanın mutlu olmasıdır. Biz mutluyuz. Çünkü biz geçmişten geleceğe, yaşamsal zincirlerin hangi halkasında nasıl yaşamak gerektiğini bilen insanlarız... Bizim en büyük mutluluğumuz, bilinçli yaşamaktır, insanı hayvandan ayıran odur... Bizler kendi yaşamlarımızın da ötesindeki yaşamların insanlarıyız, aynı zamanda kendimizden öncekilerin insanlarıyız…”  (İlhan Selçuk)

BİR CUMHURİYET ÇINARI: İLHAN SELÇUK

Türkiye Cumhuriyeti 100 yılını geride bırakırken bu 100 yıla tanıklık eden kurumlar yanında çınarları da olacaktır. İşte bu nadide kurumlardan biri de 2024 yılında 100.yılını kutlarken kuruluşundaki bağımsız çizgisini sürdürebilen isimdaşı Cumhuriyet Gazetesi ve onunla özdeşleşen başyazarı İlhan Selçuk’da (11 Mart 1925 / 21 Haziran 2010) 100 yaşında! 

Cumhuriyet’in kuruluşunun 16 ay, Cumhuriyet’in sesi olacak Cumhuriyet gazetesinin kuruluşunun 10 ay sonrasında 11 Mart 1925 tarihinde dünyaya gelen gazi bir subay babanın çocuğu olarak iyi bir eğitim görecek, İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu olarak bürokrasi/siyaset/ticaret yerine gazeteciliği kendine meslek edinecektir: İlhan Selçuk..

1950’de mezuniyet ardından avukatlık yanında abisi karikatürist Turhan Selçuk'la birlikte çıkardıkları mizah dergilerinde mizah yazıları ile başlayıp, 1960’ların başında farklı gazetelerde yazmasının ardından, 1962’de genç kuşağın en başarılı yazarlarından biri olarak Cumhuriyet yazı ailesine katılarak; Cumhuriyet’teki “Pencere”sinde, -tutukluluk günleri ve 1991’deki ayrılığı hariç-, bu dünyadan göçene değin yazılarını kesintisiz 48 yıl sürdürür. 1950’lerden 2010’lara uzanan gazeteciliği, Onu bir duayen yaparken, 60 yıl boyunca en çok okunan/tartışılan bir yazar olacaktı.

O, Cumhuriyet yazarlarının/çalışanlarının/okurlarının kendine gazeteci diyebilenlerin özellikle 68 ve 78 kuşağının vede devrimci gençliğin İlhan abisi oldu. Sadece gazetecilere değil, Toplumun tüm katmanlarına günlük yazılarıyla Kutup yıldızı gibi bir yol göstericiydi. “Yazı sanatının dünyasında yıldız olacağıma devrimci mücadelede küçücük ışık olmak yeğdir benim için” diyecekti.

Yazarlık bir yana yaşamını gazeteciliğe adadı. Bir nevi gazeteci olarak başlayıp, gazeteci kalarak, bir gazeteci olarak kalemini/inançlarını/onurunu satmadan, paraya/pula/ikbale/iltifata tamah etmeyerek bu dünyadan ayrıldı.

 12 Mart 70’leri 12 Eylül 80’leri sıcağı sıcağına tutuklamalarla yaşadı. 70’li yıllarda teröre kurban giden gençlerin/aydınların ardından, 90’larda karanlık güçlerce ardarda çok sayıda katledilen Cumhuriyet yazarlarının acısını/üzüntüsünü yaşadı. 2000’ler sonrası iktidara gelen yapının siyasal İslamcı kanadının Ergenekon ve Balyoz kumpaslarından 2008’de Cumhuriyet yazarı olarak Gazetesi/yazarları vd mağdur edilenler gibi 83 yaşındaki İlhan Selçuk’ta nasibini aldı.

“Düşünüyorum, öyleyse varım” sözünü “Düşünüyorum, öyleyse vurun” şeklinde Türkiye’ye uyarladı.

“Bunlar Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek için Türkiye’ye operasyon çekiyorlar” diyerek tehlikeyi en erken sezen kişiydi. Gazete 2006 yılı Nisanında birkaç gün siyah zemin üzerine yeşil renkle tersten yazılmış “?zınısım adnıkraf ninekilheT” / Tehlikenin farkında mısınız? soru cümlesi manşeti ile çıkacaktı.

Cumhuriyet, kupon/tencere/tava verilen günlerde okurlarına bilginin/bilinçlenmenin kaynağı olan kitap vermeyi yeğlerken, renkli sayfalar/resimler/görsel yerine gazeteciliğin özü olan haberciliği siyah-beyaz olarak aktarmaya devam etti. 

Ortaokul son sınıfta daha 14 yaşımızda makalelerini okuyarak büyüdüğümüz, İlhan Selçuk her gün bu “Pencere”den okuyucularına aklın/bilimin ışığında, Atatürk/Cumhuriyet devrimlerinin savunurken, bir aydınlanmacı olarak da ilkesel çerçevede güncel olayları yorumluyordu.

Bilgiden öte bilinçlenmeye katkı sunan bir bilge idi. Onun günlük yazıları bir güncel makaleden öte felsefi derinlikte kalıcılığı olan bir deneme ölçeğinde geleceğe ışık tutan, ufuk açan ve tarihe not düşen bir edebi yazı niteliğindeydi.

O bir yazı ustasıydı, bir sporcu edasıyla sözcüklere çalım attırırdı. İşkencede “Akrotiş” onun eseriydi. İlhan Selçuk; İnsanın yaşamının kendi yonttuğu bir heykel olduğunu söyleyen vede kendi heykelini yontan adamdı..

Gazete yazıları dışında, deneme mantığı-diliyle yazdığı çok sayıda kitapları olacaktı. Onun için çoğu insana nasip olmayacak (Aydınlanmanın Işıklı Penceresi/Aydınlanma Bilgesi/Aydınlanmanın Sesi/ Cumhuriyet’in Bir Numarası/ Türk Devrim Tarihinin Önemli Bir Yazarı/ Kendi Heykelini Yapan Adam/ İlhan Abi/ Yaşasın İlhan Selçuk) çok sayıda kitap yazılması, Onun Pencere’sinin ışığının hâlâ karanlığı kovaladığının kanıtı olacaktı.

“Atatürk bir eylem adamıdır” diyen, Kuvayı Milliye ruhunda bir Atatürkçü, bir devrimci olarak çizgisini rüzgara göre değiştirmeyip dik duruşuyla genç gazeteciler için de örnek anıt bir gazeteci olarak tarihe geçti.

Atatürk aydınlanmasıyla, ulusalcı/anti-emperyalist sol düşünceyi, kuramsal açıdan aynı potada birleştiren, Cumhuriyetin -halkçı/laik temel ilkelerine dayanan- Anadolu aydınlanmasını, devrimci bir çizgide günümüze taşıyan bilge bir yazar ve düşün adamıdır.

Gazeteci/Yazar İlhan Selçuk, ruh ikizi olan ağabeyi Turhan Selçuk, O’nun doğum günü olan 2010 yılının 11 Mart günü yaşamını yitirirken, 3 ay sonrasında 21 Haziran da aramızdan ayrılır.

Hacıbektaş/Çilehane/Yıldızlar ‘İz Bırakan Aydınlar’ Mezarlığında erdemli canlar olarak toprağa verilen Aşık Mahsuni Şerif ile Turhan ve İlhan Selçuk kardeşler yanyana yatacaklardır.

Cumhuriyet yazarı/gazeteci  Mustafa Balbay, İlhan Abisi için kumpaslar sonucu 5 yıl kadar tutuklu olduğu Silivri’den;

“Organ değil hukuk yetmezliği ölüm nedenin

Yine bizimlesin, toprağa karışsa da bedenin

Hacıbektaş sonsuz yurdun oldu senin” İlhan Selçuk Ağıdını yakacaktır.

Ankara/Anıttepe Anıtkabir karşısındaki “İlhan Selçuk” parkında Turhan Selçuk ile birlikte anısı yaşatılırken; İzmir, Aydın, İstanbul’da da adına parklar açılacak; İstanbul/Kadıköy Özgürlük Parkındaki heykeli ve Beşiktaş/Ulus’taki İlhan Selçuk ve Cumhuriyet Aydınlanmasını Yaratanlar Anıtı anlamlı olacaktır.

Cumhuriyet Gazetesi, doğumunun 100. yılı haftasında Kitap Ekini (6.3.2025) İlhan Selçuk için ayıracak, Cumhuriyet yazarları doğumunun 100. yılında İlhan Abilerini sonsuz saygıyla anacaklardı.

100. yaşında bir Cumhuriyet Çınarı olarak gönüllerde yaşayan İlhan Abiyi minnet ve saygıyla anarken, yazımızı ‘İlhan Selçuk’un Penceresi’nden bitiriyoruz:

“Adaletsizliği keskinleştiren, eşitsizliği derinleştiren, halkı yoksullaştıran hiçbir iktidar ilelebet ayakta kalamaz.”

“Mademki tarihsel bilincimiz var, belki en güzel zamanı yaşıyoruz, en büyük yıkıntının üstüne yürürüz. Herkesin yenilginin çukurunda olduğunu sandığı anda kendisini, o büyük güçlerle savaşmanın destansı güzelliğini yaşarız. (…) Aydınlanma devriminin bize sağladığı aşı gücüyle antiemperyalist, Kemalist devrimin, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın, Aydınlanmanın gereğini yerine getirerek, Türkiye’de sömürüsüz bir uygarlık savaşımını yürütmemiz gerekiyor…”

(Ankara / 11 Mart 2025)

Remzi KOÇÖZ




8 Mart 2025 Cumartesi

TARİHTEN -Tarih Sayfalarından- NOTLAR - 32

             

“Bize çiviyazılı bilimlerin alanını açan Ulu Atamız, bu yazıyı kullanmış olan milletlerin, özellikle dilleri (Ural-Altay) dilimize benzeyen Sümerlilerin (Orta Asya’dan gelmiş olabilirler) Türklerle dil ve kültür bakımından olan ilişkilerinin araştırılmasını istiyordu. Birçok geleneğimizin, inançlarımızın, bilgilerimizin kaynağını arayıp bulma, bunları açığa çıkarma olanağını sağlayan ölümsüz Atam'ı şükranla anıyorum, ruhu kıvansın.” 

(Muazzez İlmiye Çığ /1914-2024)*

SÜMERLER

-Muazzez İlmiye Çığ ile Tarihe Yolculuk-

Tarih Sümer’de başlar!

Sümerler, Anadolu’nun güneyinde Bereketli Hilalde ortaya çıkmış Dünyanın bilinen en eski uygarlığı..

5000 yıl önce Sümerlilerin uyguladıkları kemer/kubbe/sütun/pencere/mozaik/kabartma/sunak/ duvar süsleri, Ortadoğu dışında Yunan, Roma yoluyla Batı mimarisine girmiştir. Yapılarda kullanılan tuğla/kerpiç/künklerle getirilen suyolları, tuvalet/lağım teşkilatı, bataklıkların kurutulması, tarımın sulanması, ulaşımın sağlanması, baraj uygulaması Sümerlerle başlamıştır.

Sümerlilerin uygarlığa en önemli katkıları, dillerine göre bir yazı icat etmeleri ve okullar açarak onu istedikleri herkonuyu yazacak şekilde geliştirmeleridir. Başlangıçta yazı (çiviyazısı), resim şeklinde taşlar üzerine yazılmış. Bugün uygarlığımızın temeli olan tekerlek, sularda taşımacılık yapılan tekneler/yelkenliler yine onların buluşudur.

Sümerlilerin en önemli 2 politik mirasından biri MÖ 3000 yıllarında kurdukları şehir beylikleri; İkincisi ise yazılı (ilk Sümerlilerde başlayan; Alım satım, borçlanma, kira, miras bölüştürme, Evlenme boşanmalar gibi her türlü hukuksal işlerin birer yazılı antlaşma ile yapılması gibi) kanunlardır.

Sümerliler bilimsel çerçevede; gökyüzünü inceleyip astronomi ve astrolojinin temelini kurmuşlar. Matematikte çarpım tabloları, çeşitli problemlerin çözümü yanında 6’lı 10’lu sistemi kullanmışlar. Pisagor teoremi, Cebirin kökeni, Tıbbın başlangıcı da Sümerlilere dayanmaktadır.

            Sümer yazılı belgelerinin en önemlileri edebi olanlar; hayal güçlerini, dünya ve evrene bakışlarını, sosyal düzenlerini, dinsel inanışlarını yansıtır.

Mezopotamya'da/Anadolu'da 10 binlerce çiviyazılı tablet bulunmuş, yazılar okunmuş, diller çözülmüş ve tamamıyla unutulmuş en az 3 bin yıllık Ortadoğu milletlerinin tarihi meydana çıkmış ve Sümer dininden tektanrılı dinlere gelen etkileri ve din kitaplarına giren konuları açığa çıkmaktadır. Sümer dini çoktanrılı bir dindi. Onların kurdukları çoktanrılı din, yavaş yavaş tektanrıya dönüşerek, bugünkü dinlerin temelini oluşturmuştur.

Yahudi, Hristiyan ve Müslüman dinleriyle Sümer dini arasındaki ortak noktalar:

(Bu dinlerin kutsal kitaplarına ulaşan etkileri/konuları: Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni)

-Sümer'de de Tanrılar ol der ve her şey oluverir, Tanrının yaratıcı ve yok edici gücü; Tanrı korkusu; Tanrı yargılaması; kurbanlar/törenler/ilahiler/dualar/tütsülerle Tanrıyı memnun etmek; iyi ahlâklı, dürüst ve haktanır olmak; büyüklere ve küçüklere saygı göstermek; sosyal adalet; temizlik.

-Sümer'de Tanrı evi adı altında görkemli tapınaklar, yanlarında Tanrılarla insanları yaklaştırdığı düşünülen basamaklı kuleler yapılmış. Daha sonra bu Tanrı evleri sinagoglara, kiliselere, camilere dönüşmüş. Camilerin ve minarelerin üstündeki yarım ay, Sümer Ay Tanrısının sembolüdür.

-Sümer kralları, Tanrıların yeryüzündeki vekili sayılırmış. Bu inanç Hıristiyanlıkta papaya, Müslümanlıkta halifeye geçerek sürmüştür.

-Sümer kanunu, Babil Kralı Hammurabi'nin yaptığı kanuna temel olmuş, ondan Musa'nın Yahudi kanunu, ondan da İslam kanunu etkilenmiştir.

Sümerlilere göre ölüler, Kur adlı karanlık, dönüşü olmayan bir yeraltı dünyasına gidiyormuş. Tevrat'ta Şeol, Yunan'da Hades, İncil'de cehennem, İslam'da ahret olarak devam etmektedir.

-Sümerlilerde çok önemli olan 7 sayısı, Tevrat ve Kur'an'da da bolca bulunmakta. Sümerlilerde, okul tabletlerine göre 6 gün çalışma, 7.gün dinlenme var. Bu Yahudilerde Şabbat/Cumartesi, Hristiyanlarda Pazar, İslamiyette ise Cuma.

-Sümer Tanrılarının gökte toplandıkları Duku adında bir yerleri var. İslam inanışına göre de Allah 7 kat göğün üzerinde Arş'ta oturuyor.

-Sümer'de rüyalar Tanrı bildirisi olarak yorumlanır. Bu rüyalardan bazılarının etkisi Tevrat ve Kur'an'da görülmektedir.

Sümer tapınaklarında rahibeler diğer kadınlardan ayrılmaları için başları örttürülmüş. Bu gelenek Yahudilere geçmiş, Hıristiyanlıkta rahibeler aynı şekilde başlarını örtüyorlar. İslam'a örtünme, erkekten kaçma şeklinde geçmiş. Buna karşın erkeksiz bir yerde Kur'an okunurken/dua ederken kadınların başını örtmesi, Sümer geleneğinin bir devamı gibi..

Evrenin Yaratılış öyküsü Sümer ve Tevrat’ta birbirine çok yakın, Kur'an'da çok yüzeysel, fakat ana fikir, gök ve yerin başlangıçta bitişik olması, bunların sudan çıkması aynı. Sümer'de insanın yaratılma nedeni ve nasıl yaratıldığı ayrıntılı olarak anlatılmış. Her üç dinde de insan çamurdan yaratılmış.

Sümerlilerin kurdukları din ve yarattıkları zengin edebiyat Ortadoğu milletlerine büyük etki yapmış, hatta dinlerinin temelini oluşturmuştur. Yalnız, bu etki, Sümerlilerden İsraillilere doğrudan doğruya olmamış. Çünkü İsrailoğullarının tarih sahnesinde görülmeye başlamasından en az 1000 yıl önce Sümerliler varlıklarını yitirmişler.

Sümerler; doğuda Hindistan'a, batıda Akdeniz'e, kuzeyde Orta Asya'nın batısına, güneyde Mısır ve Habeşistan'a kadar genişlerken, oralara giden asker/tüccarlar, oralardan ticaret amacı ile gelen insanlar Sümer kültürü ile bir bağlantı kurmuşlar.

MÖ 2400 yıllarında İsrailliler gibi Sami ırkından olan ve Sümer'i ele geçiren Akadlar, Mezopotamya'dan Ortadoğu'ya kadar genişlerken Akad dili de konuşulan dil haline gelmiş. Sümerliler yeniden canlanarak bir devlet kursalar da kısa bir süre sonra parçalanmışlar. Yine Sami bir halk olan Amoritler, Babil Krallığı adı altında bütün Sümer ülkesine egemen olmuşlar. Bu geçiş devrinde Sümer okullarında Sümer dili ve yazısı en yüksek düzeye çıkarılmış. Buralarda, Sümerlilerin yarattıkları dinsel ve edebi yapıtları birçok kopya halinde yazılarak, diğer şehirlerdeki eğitim kurumlarına, kütüphanelere gönderilmiş. Ülkede gittikçe çoğalan Samiler, Sümerceyi öğrenmek, Sümerliler de Akadcayı öğrenmek zorunda kaldıklarından, 2 dilde eğitim yapılmış, Babil devleti kurulduktan sonra, Sümerce halk dili olmaktan çıkmış.

MÖ 1500 yıllarında Akadca ve çiviyazısı Ortadoğu'da uluslararası bir dil ve yazı haline gelmiş. Sümer okulları/programları oralarda uygulanırken, Babillilerin Sümerlilerden aldıkları kültür, dilleri ve yazısı yoluyla o ülkelere yayılmış. Babilliler Sümer Tanrılarını, adlarını değiştirerek kendilerine Tanrı yapmışlar; bu Tanrılara ait mabetler, dinsel törenler korunmuş, ilahiler, dualar Sümerce okunmuştur.

Sümer dini ve edebiyatı İsraillilere çeşitli çağlar ve yollardan ulaşmıştır. 12. yüzyılda yaşayan Yahudi otoritesi Eben Ezra ve 16. yüzyılda yaşayan Yahudi filozofu Spinoza, Tevrat'ın, özellikle Musa tarafından yazıldığına inanılan ilk 5 kitabın Musa tarafından yazılmadığını, ancak Babil tutsaklığından sonra yazılmış olduğunu söylemişlerdir.

Görüldüğü gibi, Ortadoğu'da çıkan çoktanrılı/tektanrılı dinlerin ana kaynağı Sümerlilere kadar ulaşmış. Efsaneler çağlar/zaman içerisinde ağızdan ağza/kulaktan kulağa/yerden yere dolaşırken, insanlar onları kendi algılarına/düşüncelerine göre çeşitli şekilde yorumlamışlar/ anlatmışlar/yazmışlar.

Tüm bunlar gösteriyor ki, dinler, başta Mezopotamya olmak üzere, çeşitli kültürlerden gelen etkilerle bulundukları toplumun görüş/düşünüş/anlayış ve hayal gücüne göre şekillenmişler.

Sümerler, bu dinlerin çıkışından yüzlerce hatta binlerce yıl önce, siyasal yaşamlarını yitirmişlerdi. Ancak Sümerler, efsaneleri, inançları ve icat ettikleri ve istenileni yazacak biçimde geliştirdikleri çivi yazısıyla, tüm Mezopotamya kavimlerini etkilemişler ve bu etki batı dünyasına kadar uzanmıştır.

Din kitaplarına Sümerlilerden geldiği açıklanan bilgileri, yine onların icat ettiği yazıya ve yazı malzemesi olarak kullandıkları kile borçluyuz. Onlar bozulan veya eriyen bir nesne üzerine yazmış olsalardı, bunların hepsi çözülemeyen bir sır olarak kalacaktı.

 *Çağdaş Türk kadını olarak Atatürk’ün izinden giden, araştırmalarıyla/çalışmalarıyla/eserleriyle geçmişe ve geleceğe ışık tutan; Gençlere: “Tarihi özellikle de eski çağ tarihini merak etsinler, öğrensinler kendilerini geliştirsinler” önerisinde bulunan; Cumhuriyet çınarı bir bilge, bir bilim insanı/Hititolog/Sümerolog; Muazzez İlmiye Çığ’ı minnet ve saygıyla anıyorum…

(08 Mart 2025)

Remzi KOÇÖZ












Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz