6 Ekim 2021 Çarşamba

TARİHTEN - Tarih Sayfalarından- NOTLAR - 17

“Akılcılığa değer veren İslam dini 11. Yy’da gerçeklerden uzaklaştırılıp geriye yönelik bir yola çekildiği içindir ki Müslüman ülkeler bugün Batılı toplumların gerisinde kalmış, İslamın bilime verdiği değer unutturulmuş, bilgisizliğin/cehaletin koyu karanlıkları içine itilmiştir.” (Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK)*

Din/Laiklik/Eğitim/Siyaset...

          Batı, din/mezhep savaşlarını sonlandırıp aydınlanma ile yeni/güçlü bir kültüre ve teknolojiye yol açarak her alanda ilerlemeye koyulmuşlardır. Batı uyanırken, bizler yerinde sayarken, aynı süreçte doğuda Rusya ve Japonya ülkelerini modernleştirmek adına eğitim kurumları olmak üzere çağdaş kültür ve teknolojiyi ülkelerine taşımakta hızlıca hareket etmişlerdir.

     Günümüz Türkiye’sinde 100 yıl öncesinde çağdışı kalarak çöken bir imparatorluğun Osmanlı’nın günümüzde 21.yy’da emperyalizmin değirmenine su taşıyan din siyaseti ile yeniden diriltilmeye çalışılarak, cumhuriyet sonrası oluşturulan aydınlanmaya son verilip, tüm kurumların bozulup/yozlaştırılarak çağdışı bir anlayışa karanlığa doğru yol alır.

     Tanzimat Fermanı ile gelişen Osmanlı modernleşmesinin en önemli hukuk düzenlemesi Mecelle; İslami fıkıh geleneği çerçevesinde İslami özel hukuk (medeni hukuk) kuralları derlemesi olarak Meşrutiyet ile birlikte şer'i mahkemelerde hukuki dayanak olarak kullanılmıştır. Cumhuriyet ile birlikte gerçekleştirilen hukuk devrimi çerçevesinde 1926’da Mecelle’nin yerini Türk Medeni Kanunu almıştır.

    Meşrutiyet ve Mecelle’nin 10 yıl kadar öncesinde şeriatla modern hukukun düzenlenmesi ve yine buna dayanılarak din ve devlet işlerinin ayrılması konusunda Osmanlı bürokrasisinde bakanlık görevine kadar yükselmiş sonrasında saraya muhalif Genç Osmanlılar safında yer alan Mısır prensi Mustafa Fazıl Paşa, 1867 yılında Sultan Abdülâziz'e hitaben bir açık mektup yayınlayıp tavsiyelerde bulunmuştur. Mustafa Fazıl Paşa’nın tarihi belge niteliğindeki ünlü mektubunda: “Din ve mezhep ruha hitap eder ve bize uhrevi nimetler vaat eder, geleceğe dönük nimetler, şu kadar ki milletlerin hukukunu belirleyen din ve mezhep değildir ve din ezeli gerçekler, olarak durup kalmazsa, yani dünya işlerine de karışırsa her şeyi yok eder, kendisi de yok olur” çağrısıyla günümüz laikliğine vurgu yaparcasına adeta geleceği öngörür.

        Atatürk önderliğinde Cumhuriyet ile birlikte başlatılan devrimlerle, özellikle Medeni Kanun gibi Hukuk alanında yapılan yeniliklerle çağdaş bir toplum ideali hedeflenirken, laiklik (latince/dinden emir almayan düşünce ve eylemler) ilkesi önemli bir güvencedir. Atatürk’e göre; “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.” Laiklik, Devletin/Cumhuriyetin temel nitelikleri çerçevesinde Anayasanın değiştirilemez ilkeleri içerisinde (1937-Anayasa Md.2), Devletin kamu kurum/kuruluşlarında, eğitim/öğretim alanlarında laiklik ilkesi toplumun birlik ve düzenini korumak üzere, açık ve seçik olarak yer alır. (Anayasa - Md.14: Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.)

  Cumhuriyet ile birlikte eğitim/öğretimdeki karmaşayı kaldırmak ve medrese eğitiminin Türk toplumunun geri kalmasındaki etkisini kırmak amacıyla Eğitim/Öğretimin Birleştirilmesi Yasasının (1924) gerekçesinde şu sözcükler anlamlıdır: “Bir ulusun bireyleri ancak bir tür eğitim görebilirler. İki türlü eğitim bir ülkede iki türlü insan yetiştirir.” Din adamı/görevlisi yetiştirmek amaçlı kurulan İmam Hatip okulları ise 1973 yılında liseye dönüştürülerek Tevhidi Tedrisat yasası delinmekten öte bir devrim yasası yok edilir. Sonraki süreçte diğer liselere alternatif, siyasal İslamcıların/tarikatların arka bahçesi olarak, dinsel eğitim/imam hatipleştirme zihniyetiyle bu okul mezunları bürokraside öncelikli yükselecek, din hizmeti ve uzmanlık alanları dışında hemen hemen her alanda görev alacaklardır.

          Genel idare içinde yer alan ve anayasal bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı, kuruluş görevleri gereği “İbadetle ilgili işleri yönetmek, toplumu din konusunda aydınlatmaktır.” Anayasa gereği (Md.136) laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasal görüş/düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek görevlerini yerine getirmektir.

Bilim insanı/ilahiyatçı Bahriye ÜÇOK’a göre; “Diyanet İşleri Başkanlığının bir görevi de laikliği korumak, dünyasal yasalara dinin ya da din çevrelerinin müdahalesini önlemektir.” Ancak, günümüz Diyanet İşleri Başkanı, cumhuriyetin/ülkenin kurucusu Atatürk’ü anma yerine hutbeden lanet okuyarak ve siyasetin konusu olan alanlara girerek laiklik ilkesine karşı anayasayı da açıkça ihlâl etmektedir. 

        Gelinen noktada; din açısından vicdan özgürlüğünün bireysel alandan siyasal alana kaydırılmasına izin verilmesi ile inanç sömürücülüğü dahada artmaktadır. İnsanın özelinde/ vicdanında yer tutan, sevgi/saygı/nezaket/adalet/hakkaniyet/iyilik/doğruluk/merhamet/ cömertlik vb. nitelikleri benimseme/geliştirme, barış/huzur/kardeşlik içerisinde bir arada yaşama ve toplumu birleştirme amacı olan din, mezhepler/tarikatlar/cemaatler aracılığıyla vede dinci/dinsel siyaset anlayışıyla istismar edilerek toplumu ayrıştırma/kutuplaştırma/çatıştırma işlevine dönüştürülmektedir. (06 Ekim 2021)

Remzi KOÇÖZ

 *Cumhuriyet aydınlanmasının öncülerinden, ülkeyi ortaçağ karanlığına boğmaya çalışanlara, gericiliğe/yobazlığa karşı bilim insanı/ilahiyatçı/siyasetçi duyarlılığı ile mücadele ederken Cumhuriyet/Atatürk sevdalısı diğer yurtsever/aydınlar gibi katledilen devrim şehidi bilge insan Bahriye ÜÇOK’a rahmet/minnet/saygıyla…

Hiç yorum yok:

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz