TÜRK TARİHİNİN DÖNÜM NOKTASI 9 EYLÜL’ÜN
ARDINDAN…
“Sonra
9 Eylül'de İzmir'e girdik.
Bir nefer
Yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
Öfkeden, sevinçten, ümitten
Ağlaya ağlaya
Güneyden kuzeye
Doğudan batıya
Türk halkıyla beraber
Seyretti
İzmir rıhtımından Akdeniz'i…”
İzmir'in esaretten kurtuluşunu büyük şair Nazım
Hikmet dizelerinde böyle dile getiriyor.
26 Ağustos 1922 sabahı Afyon’un güneyinden başlayan Büyük Taarruz, Eskişehir’e
doğru da yayılarak hızla gelişir. 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da yapılan
Başkomutan Meydan Savaşında Yunan kuvvetlerine büyük kayıp verdirilir. Bu
başarı sonrası Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusuna şu emri verir: “Ordular!
İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” Bu tarihi emir üzerine Batıya doğru kaçan
Yunan kuvvetlerini takip eden Türk birlikleri 9 Eylül 1922’de İzmir’e girerek
19 Mayıs 1919’da başlatılan Bağımsızlık Savaşını fiili olarak sona erdirirler.
9 Eylül, özelde İzmir’in genelde ise Türk yurdunun kurtuluşunun
yıldönümüdür. 9 Eylül 1922’de Yunan ordusunu İzmir’den denize döken ordunun
Başkomutanı, o günden sonra yeni Cumhuriyetin kurulması için kolları sıvayarak
önce siyasi, arkasından da ekonomik bir çalışma prensipleri belirlerken bir
taraftan da sosyal-kültürel alanda çalışmalar için düğmeye basıyordu.
“Türk milleti bir ordu-millettir. Onun
bu vasfı tarihi ile başlar. Türk milleti bu vasfını Anadolu bağımsızlık
mücadelesinde belki de son kez kullandı. Çünkü bu mücadeleden muzaffer çıkan
özgür Türk milleti, artık çağdaş uygarlığın başka değerleriyle bazen de bir
millet olmaya yönelmek zorundadır. Milletimizin hedefi, milletimizin mefkuresi,
bütün cihanda tam manasıyla uygar bir toplum olmaktır” sözleri ile genç cumhuriyete gelecek öngörüyordu.
Türkiye yeni bir dünyada, yeni bir rota çiziyordu kendine... Buda çağdaş
uygarlık rotasıydı. Aslında 1919 yılında bu rota çizilmiş, 1922 yılında ortaya
çıkmış, 1923 yılında da yürürlüğe konmuştu. Ancak katedilen süreç -100. yılına
yaklaşılmasına rağmen- bu rotanın amacına ulaşmasına yetmemiş, yeterli
olamamıştı.
Liman uzaktan
görünmesine rağmen, yaklaştıkça adeta bizden uzaklaşmakta. İlk yıllardaki
yapılan devrimlerle/yeniliklerle/gelişmelerle akılcı ve süratli çalışmalar
sonucu ne kadar yol alınmış/gidilmiş ise Türkiye’nin yanına kar kalmış, o
yılların hızı/heyecanı/coşkusu sonucu yüzyıllara sığmayacak gelişmeler 10-15
yıla sığdırılmış. O kısa sürede büyük mesafeler katedilerek, büyük atılımlar
gerçekleştirilmişti.
O süreçte
insanlar yekvücut halinde cumhuriyet meşalesini yakarak, gece-gündüz demeden
yol almış, yepyeni bir inşa sürecine başlamışlardı. Kısır döngü, çıkar
çatışması olmadan, ülkenin ve cumhuriyetin yeşerip çiçek açarak tüm Anadolu’yu
sarması daha da zaman alacaktı.
Önemli olan temellerin sağlam
ve ileriye yönelik atılmasıydı. Yoksa ne ihanetler gördü bu Cumhuriyet!
Kendisini yaşatmak ve ayakta tutabilmek için ne mücadeleler verdi! Engelleri
aşarak yoluna -son sürat olmasa da- ağır ağır devam ediyor.
Biz bu
toprakları, bu ülkeyi, bu Cumhuriyeti kolay bulmadık. Binlerce yıl, yüz
binlerce insanın yaşamlarını feda ederek, kanını akıtarak ay-yıldızlı bayrağı
gökyüzünden yere indirmeyerek, devamlı gönderde dalgalanmasını sağladılar.
Dünya var
oldukça sonsuza değin, Türkiye Cumhuriyeti’nin de varlığı devam edecek, yakılan
meşale sönmeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti Büyük Atatürk’ün önderliğinde 1919’da
çizilen, 1922’de ortaya çıkan, 1923’de de vücut bulan çağdaş uygarlık
rotasından asla ve asla sapmayacak, emin adımlarla yoluna devam edecektir.
(Not: 9 Eylül 2020 tarihli Cumhuriyet Gazetesi s.2'de yayınlanan kısım.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder