13 Ağustos 2022 Cumartesi

ÖRGÜTLENME ve ÖRGÜTLÜ MÜCADELE

Demokrasilerde örgütlülük çok önemlidir. Özellikle sivil toplum olarak addedilen dernekler/sendikalar yanında meslek kuruluşlarının -kamu odaklı olmaları tartışmalı olmakla birlikte- örgütlü bir güç olarak hükümetler üzerinde baskı oluşturmaları önemlidir. Bunların dışında kitlesel açıdan en büyük, etkin ve işlevsel örgütlü yapı ise siyasi partilerdir.

Siyasi partiler, demokrasilerin vazgeçilmez unsurlarından biri olarak, demokrasinin temel dinamikleridir. Hükümetler, iktidarlar siyasi partilerin oluşturduğu örgütlenme sonucu yeşerirken, parlamentolar da partilere güvence olarak demokrasilere ev sahipliği yapmakta.

Türkiye, 1980 sonrası -24 Ocak kararlarının uygulanması ve askeri darbenin ardından- büyük bir kırılma yaşar. Başta siyasi partiler/dernekler olmak üzere demokratik örgütlenmeler sıfırlanırken, özellikle sendikalar en büyük darbeyi yer. 50 milyonluk ülkede yaklaşık 5 milyon sendikalı olarak örgütlü anlamda üye varken, 40 yıl sonrasında 85 milyonluk ülkede bu rakamlar 1 milyonlarla ifade edilir. Bu veriler yaşanan süreci ve gelinen durumu çok açık ve net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Ekonomik ve siyasi istikrar adına örgütlenme kısıtlanırken, örgütlülük pasifize edilmiştir. Örgütlenme, toplumun gözünde çok tehlikeli bir oluşum şeklinde olumsuz kılınır. Toplum baskılanıp, kitleler duyarsızlaştırılarak suskun/tepkisiz bir ortamın oluşması sağlanır. Güven duygusunun zedelenmesi sağduyuyu, sağlıklı düşünmeyi de engeller. Sonrasında yaşanan toplumsal çöküşle birlikte ülkeyi küresel isteklere sınırsızca açan bir siyaset/anlayış egemen olur.

Cumhuriyetin kuruluşundaki esaslardan ‘ulusal egemenlik ve bağımsızlık’ anlayışı giderek yok oldu. Siyaset ülke gerçeklerinden/gereksinimlerinden daha çok çıkara dayalı popülist yaklaşımlarla, toplumsal birliktelik/bütünleşme yerine kutuplaştırma/ötekileştirme çerçevesinde etnisite ve mezhepçilik gibi kimlik siyaseti üzerinden dar alana sıkıştırılmış, toplumsal değerler üzerinden işlemekte.

Aşiret/tarikat gibi feodal ilişkilerin çemberinde olan ülke emperyalizmin ekonomi-politik kuşatmasında bağımsızlık ve uluslaşma gereksinimi içinde çağdaş uygarlık hedefi için kuruluş ayarlarına dönmek zorunluğundadır.

Partiler, genel olarak söylemleri ile kendilerini demokratik yapıda nitelendiriken, iç işleyişleri pek demokrasi ile bağdaşmaz. Genel kurul, kongre, kurultaylar parti başkanının/liderin yada dar bir kadronun iradesi ile oluşur. Milletvekili vd seçileceklerde yönetimce seçilen delegeler tarafından belirlenir. Ön seçim, üye/kamuoyu yoklaması pek uygulanmaz. Bu durum diğer örgütlü yapılar olan derneklere, sendikalara, meslek kuruluşlarına benzer şekilde sirayet ederken; -neredeyse siyasi parti uzantısı konumunda-, iktidar/güç nereye evrilirse onlarda o çizgide evrilirler. Düşünce/ilkelerden öte esas olan güçtür, seçimler ve seçilenler ise göstermeliktir. Yönetim üzerinde demokratik baskı oluşturacak kontrol ve denetim mekanizmaları kısıtlanır.

Toplumsal bilinç önem arzederken, bilinçsiz/kararsız çoğunluk -yolsuzluk/yoksulluk/ yönetilememe gibi hayal kırıklıklarının ardından- kendi/kişisel/küçük çıkarları uğruna ülkenin/toplumun kaderini oylarlar. Günümüz gerçekliğinde (işşizlik/alımgücü/ hiperenflasyon gibi) toplumsal açıdan olumlu bir gelişme yaşamamalarına rağmen parti/lider bağlamında yanlışta ısrarı inadına sürdürerek adeta beceriksizlikleri/ başarısızlıkları kutsarlar.

Gelinen bu noktada; ülkenin geleceği adına barış, adalet ve demokrasi vede çağdaş uygarlık için toplumsal bilinç ve uzlaşı çerçevesinde yurtseverlik, duyarlılık ve aydın sorumluluğu önem arzetmekte. Demokratik anlayışın egemen kılındığı örgütlenme ve örgütlü mücadele ise daha da önem arzetmektedir.

Remzi KOÇÖZ 

(Cumhuriyet Gazetesi, 13.08.2022, s.2 yayınlanan yazının orjinali.)





Hiç yorum yok:

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz