ÖLÜM DEĞİL YAŞAM KUTSANMALI!
'Tarihten günümüze insanlar; hükümranlık adına -cehaletle beslenerek- öldüler/öldürüldüler.'
Depremler,
seller, heyelanlar, çığ gibi doğal afetleri kader. İş güvenliği yetersizliği/ ihmali/denetimsizliği
sonucu gerçekleşen ölümleri fıtrat olarak tanımlayan bir anlayış; yönetim
ihmalini adeta ölümü kutsayarak insanların acısını/hüznünü hafifletmeye
çalışmaktadır.
Oysaki
devlet denilen aygıtın temel görevi insanları yaşatmak hem de eskisine göre
daha iyi yaşatmak için vardırlar. Onun başında da sağlık gelir. Yani her şeyin
başı sağlıktır. Sonrasında tabi ki can ve mal güvenliği gelecektir.
Peki Sağlık
nedir. Basit bir tanımla; İnsanların bedensel ve ruhsal sıkıntılarını aza
indirgemeye, çare/derman olmaya çalışılması yanında daha kaliteli ve dingin bir
yaşam sürmelerini sağlamaktır.
O zaman
devletin/yönetenlerin, öncelik olarak insanların daha sağlıklı yaşamaları için
politikalar geliştirmesi, planlar/programlar yapması gerekmektedir. Sağlığa
gereken önemi verip ona göre bütçe ayırması, çevreden başlamak üzere tedaviye
uzanan alanlarını hastanelerini ve o sektörde çalışanlarını iyi/yeterince
yetiştirmek sonrasında da bugün yaşadığımız salgın gibi her türlü felakette bu
ekipmanla diğer insanlarının yaşamını tehlikelerden en az zararla atlatmalarını
sağlamalıdır. Bu bağlamda ülke nitelikli yetişmiş insan gücü ile önemli sayıda
bilim adamına sahiptir. Bu bilim adamları eski Türkiye olarak adlandırılıp
ironi yapılan dönemin eğitimi ile yetişen insanlardır. Sınav soruları verilip
başkalarının hakkı yenilerek okula/işe giren insanlar değildir. Ancak gel gör ki
bugünkü siyasi irade geçmişi kötüleyerek, hep bana denilen bir anlayışla; konjonktürün
vermiş olduğu imkan ve güçle kendilerini dev aynasında görürken, kibir ve gurur
saraylarından kurucu liderlerin eserlerini/emeklerini yok sayarak nankörlük
sergilemekte hiç çekinmediler.
Salgın
nedeniyle tüm dünya kendini sorgularken, Türkiye’de teğet beklentisiyle, işin
hiç şakasının olmadığını öngörerek değil yaşayarak görmek durumunda kaldık.
Salgının ülke içinde yayılmasında Çin, İran ve Avrupa’dan gelenlere
odaklanılırken Arabistan’dan umreden gelenleri ilk etapta görmezden gelirken,
karantina önlemleri çerçevesinde camilerin ibadete kapatılması noktasına
geldik. Sonrasında da sosyal medya ve özgür ortamlarda akıl ve bilimin göz ardı
edilmesi, hurafeleri
öne çıkarıp ölümü/ölmeyi kutsiyet sayan anlayışın salgından daha tehlikeli
olduğunu gün yüzüne çıkarmıştır.
Yaşanan
gelişmelerle ölüme yatırım yapan bir ülke durumuna geldiğimizi gördük. Ancak
salgın sonrası ibadetin evde de kendi başına yapılabileceği, Allah ile kul
arasında bir aracıya gerek olmadan gerçekleştirilebileceği, ancak hastalık/ameliyat/tedavi
için hastanelerin muhakkak hem de daha yaygın olması gerektiği, sağlık
sektöründe çalışacak doktorundan hizmetlisine tüm elemanların sayısal açıdan
daha çok olması gerektiği aşikardır.
Kişi
başına düşen doktor sayısı, hemşire-eczacı verilerine göz attığımızda dünya
ülkeleri arasında sonlardayız. Sonrasında “bir musibet bin nasihatten yeğdir”,
sözünde olduğu gibi sayısal istatistik/karşılaştırmalar bizi gerçeği görmemize
yol açtı. Bilim Kurulu çalışmalarına başlarken, kararlarına/tavsiyelerine tam
uyulmasa da en azından işin ehline yani bilime havale edilmesi çözümün
adresinin göstergesidir.
21.Yy’da
iletişim/uzay çağında 100 yıl öncesinde uygarlık yarışında engel oluşturan ve çağın
çok gerisinde kalmış tekke/medrese gibi teokratik kurumların yeniden öne
çıkarılmasının akıl ve bilim bağlamında bir açıklaması yoktu. Dinin özünü
kaybetmiş, ahlakı bir kenara koymuş bağnazlık ve yobazlığın ve de cehaletin
gölgesinde bir toplum olmayı hak etmiyorduk.
Sonuçta;
salgından daha tehlikeli bir boyutta
varolmaya devam eden cehaletle mücadele ederek, ölümü/ölmeyi değil yaşamı/yaşamayı
kutsamalıyız. Cehalete
karşı da bu topraklarda ilk savaşı başlatan Büyük önder Atatürk’ün tarihe not
düşen şu sözleri günümüzde daha da anlam kazanmıştır: "Eğer bir gün benim sözlerim
bilimle ters düşerse, bilimi seçin. Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir."
Saygı, sevgi ve selamlarımla... 06. 06. 2020
Remzi KOÇÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder