‘ Varılacak nokta, ulaşılacak hedef kaybedilen yaşamı, insanı geri getirmeyecektir. Önemli olan yaşamı yarınlara, geleceğe taşıyabilmektir. ’
Günlük yaşamamızın büyük bir bölümünü birlikte yaşadığımız, zamanımızın büyük bir dilimini harcadığımız, sevsek de kızsak da içinden çıkamadığımız bir olgu, bir gerçek, bir akış, bir süreklilik; Trafik.
Sabah işe, okula, çarşıya, başka bir yere giderken; öğleyin arada yemek için lokantaya, kafeye, pastaneye, kahvehaneye gidip-dönerken; Akşam iş, okul dönüşü çarşıya, pazara, markete, alışverişe veya yemek yemeye gidip kalacağımız yerlere, evlere dönerken Trafik ile iç içeyiz. Bazen sürücü, bazen yolcu, bazen de yaya olarak...
Geçmiş olduğumuz güzergahlarda, bulvarlarda, cadde ve sokaklarda işaretler, ikazlar, ışıklar, levhalar, çizgiler bunların hepsi ayrı ayrı birer kural. Yılların deneyimi sonucu ortaya çıkar. Bizleri sürekli uyarır, bilgilendirir, yol göstericidir. Trafik onlarla canlanır, hayat bulur. Onlara uyulmadığında canlar yok olur, ocaklar söner, acımasız bir hal alır. Aslında acımasız olan, hayata son veren, son verilen insanın ta kendisidir. Binlerce, on binlerce insanımız yok oldu trafikte. Kuralları bulan, kuralları koyan insan; kurallara uymamak, çiğnemek, kuralsız olmak için adeta birbiriyle yarışıyor. Bu yarışta da başarıya ulaşıyor insan, ancak bu başarısını pahalı bir şekilde ödüyor: karşılığında can vererek(!).
Trafikte kuralsızlığın adı yıllar önce “Trafik Canavarı” olarak adlandırılıyor, ”İçinizdeki Canavarı Durdurun” şeklindeki spot ve sloganlarla canavarı başka yerlerde aramaya gerek kalmıyor. Canavar insanın ta kendisi. İnsanın içerisinde bulunuyor. Normal yaşamda sessiz-sakin, mazbut direksiyona geçince ise canlanıyor, o zaman canavarlaşıyor.
Bu yapı insanın doğasında yaradılışında var. Ego diğer adıyla ben ya da açılımıyla bencillik olayı. İnsan toplum yaşamında kendine bir statü, yer bulup sosyal bir yapıya ulaşıyor. Biyolojik bir süreci aşarak diğer canlılardan farklılaşarak sosyalleşiyor. Bu aşamada, insanı diğer canlılardan ayıran ya da farklı kılan akıl, zeka, irade oluyor. İnsan bu fonksiyonlarını kullanarak kendini eğitiyor, geliştiriyor, yetiştiriyor. Daha da ileriye giderek çağ açıp-çağ kapatıp, yeni-yepyeni uygarlıklar yaratarak, Dünya dışındaki diğer gezegenlere, uzaya hükmetmek için sürekli çalışıyor, çabalıyor, projeler geliştiriyor. Tıp dünyasındaki buluşlar insan kopyalamadan tutunda, gen haritasının bulunmasına kadar akla-hayale sığdırılamıyor. İnsanlık bir taraftan bilgi çağını, uzay çağını yaşarken diğer taraftan ilkellik içerisinde, içgüdüleriyle yaşıyor.
Günümüz teknolojisi mekaniği aşarak, otomatik, dijital kullanımlı araçları insanların hizmetine sunuyor. Bu gelişen sektör altyapının da yenilenerek daha yoğun, daha kapsamlı, daha hızlı ve seri bir ulaşıma hizmet vermesini sağlıyor. Bu gelişen süreç bazı toplumlarda adeta nüfus planlaması şeklinde her yıl binlerce insanın ölümüne yol açıyor. Binlerce insan iş ve güçten yoksun bir şekilde sakat kalıyor. Trilyonlarca ekonomik kayıp. Bu saydıklarımın hepsi savaş sonrası yaşanan/yaşanacak sendrom. Modern savaşlarda artık bu kadar da kayıp verilmiyor. O zaman Trafik Canavarı her gün insan canı alarak büyüyüp Trafik Terörüne dönüşüyor.
Günümüz Türkiye’sinde Trafikte yaşanan tablo Trafik Terörü olgusunu karşımıza çıkarıyor. Teşhisi bu şekilde ortaya koyarsak çözüm içinde kolaylık sağlanacaktır. Yoksa bir kısır döngü olarak Trafik Terörü ile birlikte yaşayacağız. O zaman şu sonuca ulaşacağız: “Sorunlarla, Problemlerle birlikte yaşamaktansa; Onlarla yüzleşmek gerek.” Gerçeklerin, doğruların üzerini örtmeyerek önce kendimizle, içimizdeki canavarla hesaplaşmamız gerek!
Trafik terörünü sadece polisiye tedbir ve denetimlerle değil, tüm kamunun, özel sektörün, sivil toplum örgütlerinin, 7’den 70’e toplumun tüm katmanlarının katılımıyla önleyebiliriz. Toplumsal seferberlik ilan ederek üstesinden gelebiliriz.
Yıllar önce başlaması gereken -geçte olsa başlatılan- Trafik eğitimini ilköğretim altıncı sınıflar yerine anasınıfından başlatılarak -geçmeli/seçmeli dışında- not dışı bir ders olarak Milli Eğitim müfredatına alarak, uygulamaya geçmeliyiz. Bunu kısa sürede gerçekleştiremesek de mevcut dersleri uygulamaya ağırlık vererek gerçekleştirmeliyiz. Daha ilerisinde, yüksek öğrenim aşamasında fakülte ve akademi düzeyinde Trafik adı altında eğitim vererek bu alanda uzmanlar, mühendisler yetiştirmeliyiz. Trafik sendromunu klasik yöntemlerin dışında bilimi devreye sokarak yetiştireceğimiz Trafik mühendisleri ve uzmanları ile çözmeliyiz. Tabiki bu çözüm toplumsal seferberlik çağrımızın yol göstericisi olacaktır.
Trafikte göz ardı etmememiz gereken “2 D” olgusu (Demiryolu-Denizyolu taşımacılığı) sistemi ülkemizin şartlarına aslında çok uygun olmasına rağmen Karayolu taşımacılığına ağırlık verilmesi hem trafik kazalarına, hem de altyapının yıpranmasına sebebiyet vererek maddi-manevi kayıplarımızı geçmişten günümüze göz göre göre daha da çoğaltmaktadır.
Bir araya gelip oturduğumuzda, kalktığımızda, konuştuğumuzda iki cümleden biri trafikle ilgilidir. Hepimiz Trafikten yakınırız. Kimimiz yayalardan, kimimiz sürücülerden, kimimiz kendi kullandığımız araç dışındaki araçlardan, kavşaklardan, yollardan, sıkışıklıktan, park yeri aramaktan, istediği yere park edememekten, ışıklardan, radarlardan, cezalardan, Trafik polisinden, uygulamalardan, kontrollerden, kurallara uyulmadığından, kuralsızlıktan, … say say bitmez.
Ülkemizde, Trafik kurallarına uyma oranının % 30 olmasını abartılı bulabilirsiniz. Ancak gerçeklerden kaçamayız. Çünkü günlük yaşamımızın önemli bir bölümünü Trafik içersinde geçiriyoruz. Hepimiz, herkes karşısındakini eleştiriyor. Demek ki bir şeyler düzgün gitmiyor. Herkesin herkesi eleştirdiği bir toplumda kuralları uygulamak zor olsa gerek. Çünkü bu ülkede herkesin bir unvanı var. Herkes bu unvanını kullanarak ayrıcalık istiyor. İsteyince de karşımıza ilginç bir tablo çıkıyor. Hacivat- Karagöz oyunu gibi Orta Oyunu gibi bir şey...
Kuralsızlık fıkralara konu oluyor. İnsanlar bunları bir başkalarına böbürlenerek anlatıyorlar. Gerçek yaşantı, abartısız fıkra olarak anlatılıyor. Halbuki o anlatılan ihlal edilen kuralın ta kendisi; insanlar bu durumu eleştirip ders çıkaracağına, gülüp eğleniyor.
Birbirini uyarmayıp hata yapanı affeden, hoş gören toplum yapısı sonuçta gerçeklerle yüz yüze gelince kader olgusuna sığınıyor. Sığınamayan önce Devleti, arkasından Trafik Polisini suçluyor. Hiç kendine, kendi yakınına, kural ihlal eden yandaşlarına toz kondurmuyor.
Kimse kendisinde olan eksiği, aksağı, kusuru, yanlışı görmez. Hep kendimizi dev aynasında görüp, başkalarını, ötekilerini, bizim dışımızdakileri suçlarız. Bunun içinde bir adım ötesini düşünemeyiz, göremeyiz. Çevreye, havaya bakarken kendimizi çukurda buluruz. Bakış açımızı değiştiremediğimiz sürece önümüzü göremeyiz, dahası da sorunları çözemeyiz.
Toplum olarak iğne-çuvaldız misali kendi kendimizi sorgulayıp, önce kendimize saygı duyarak başkalarına da saygı duymayı öğrendikten sonra çağdaş bir insan olacağız. Cep telefonu, bilgisayar, lüks otomobiller vb. kullanmak çağdaş olmanın göstergesi değildir. “Sabır, Dikkat, Kural” üçlemesinin yanına “Saygı”yı da eklediğimizde sorunun çözümüne yaklaşır; bu kavramları hayata geçirdiğimizde ise amaçladığımız hedefe ulaşmak için uzunca bir yol kat etmiş oluruz.
Onun için alışkanlıklarımızdan, davranışlarımızdan yanlış olanları değiştirerek, kendimizi geliştirerek, eğiterek önyargılardan arındığımızda diğer problemlerde olduğu gibi Trafikte de teröre dur! diyeceğiz.
Ama önce içgüdülerimizin yerine beynimizin bize göstereceği yolu bulalım, görelim... (http://www.remzikocoz.com)
Remzi KOÇÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder