11 Eylül 2011 Pazar

Batıdan Yenidünyaya, Yenidünyadan da Tüm Dünyaya; Süper Güce: Amerika(n) Efsanesi

“Neden olmasın! Belki de bu yüzyılın ortalarına doğru Amerika efsane kazanımlarını farklı bir misyon yüklenerek insanlığın geleceği için adayacaktır. Kurgu da olsa; Amerika -Batılı müttefiklerinin ve güçlü lobilerin desteği ile- yakalamış olduğu bu gücü, insanlığın geleceği yararına kullandığında gelecek kaygısı olan ülkeler birbirlerine düşman olmayacak, savaşlar son bulacak, dünya daha huzurlu, daha barışçıl bir ortama dönüşecektir. Bugün için ütopik de olsa gelecek için neden olmasın!..”


1492’de Kristof KOLOMB’un keşfini, 1499’da Ameriko VESPUCCİ’nin pekiştirerek yeni kıtaya adını vermesi sonrası, dünya üzerinde insan ve kültürlerin birbirine karıştığı en büyük alanı Amerika Kıtası oluşturur. (Amerika’nın 1400’lü yılların başlarında Çinli Müslüman bir amiral tarafından keşfedildiğine dair Çinliler yeni bir harita ortaya koyarak henüz netlik kazanmayan yeni bir tartışma başlatırlar.)
1776’da ‘kurucu atalar’ yaşlı Avrupa’dan uzakta özgürlük, güvenlik ve mutluluk gibi soylu ideallere dayanan yeni bir devlet kurmak isterler. 4 Temmuz 1776’da bağımsızlığını ilan eder. Ancak 6 yıldan fazla süren Bağımsızlık Savaşı sonrası 1783’de gerçek bağımsızlığına kavuşarak ABD şekillenir. Milyonlarca göçmen ABD’yi dünyanın en büyük gücü yapmak için 150 yıllık bir çaba sarf ederler. Bunun adı da ileride ‘Amerikan Rüyası’ olacaktır.
1840 seçimlerinden sonra 11 Güney eyaletinin birlikten ayrılma kararı üzerine ‘Kuzey-Güney’ olarak adlandırılan iç savaş patlar. 4 yıl süren savaşta 9 milyonluk güney (3,5 milyonu köle), 22 milyonluk kuzey çatışmasının galibi kuzeyliler olur. 1865 yılında güneyliler teslim olur, Köleler de özgür ilan edilerek Yurttaşlık Haklarını kazanır, ABD’de köleliğin kaldırılması 600 bin insanın yaşamına mal olur.(1)

ABD’nin Yükselişi
1865’den I.Dünya Savaşı sonrasına ABD büyük bir ekonomik güç olarak dünya sahnesine damgasını vurur; kendisini kabul ettirir: “Bu gelişim gümrük duvarlarıyla korunan bir pazara yönelik üretimde, özellikle sanayi alanında muazzam bir büyümenin damgasını taşıyan bir ekonomik bir atılıma dayanmaktadır.”
1869’da ülkeyi baştanbaşa kat eden bir demiryolu ağı kurulur. 1884’de Chicago’da ilk gökdelenler yükselir. 1888’de İspanya egemenliğindeki Küba ve Filipinlerin denetimini eline geçirip, Porto Riko’yu ilhak eder.
“Amerika Amerikalılarındır.” 1898 yılında İspanya’ya karşı kazanılan zafer sonrası bu slogan etkisini tüm kuzeye yayarak, günümüzün süper gücünün doğmasını ateşler. Ticaret aracılığıyla dünya olaylarına karışan ABD, 1917 yılından itibaren itilaf devletleri safında I. Dünya Savaşına katılır. 1919 yılında yapılacak barış için ‘Hakem’ konumuna gelir. Ülkesi diğer büyük devletlerden alacaklı duruma gelen ‘Dolar’, uluslararası para birimi olarak ağırlığını hissettirir.
1920’li yıllardaki iyimserlik 1930’lu yıllarda ekonomik bunalıma dönüşerek çöküş başlar. Yatırımlar durup üretim yavaşlar, işsizlik artarak ‘Büyük Çöküş’ ABD’yi kasıp kavurur. Avrupa’da patlayan II. Dünya Savaşı ise ABD’nin imdadına yetişerek bunalımın aşılmasına olanak verir. Fransa ve İngiltere’ye askeri malzeme, araç gereç satarak 1941 yılındaki Japonların Perl Harbour baskını sonrası büyük müttefiklerinin safında savaşa girer. Pasifik’de Japonya’ya karşı savaşırken, Kuzey Afrika’dan Normandiya çıkartması ile 1944’de Fransız işgalini sonlandırır. Arkasından Almanya’ya girip Mayıs 1945’de Avrupa’daki savaşı sonlandırır. Japonya’nın direnmesini Ağustos 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombasıyla pahalıya ödetir ve bu cephedeki savaşı otomatikman bitirir.
Her iki dünya savaşından hiç etkilenmeden çıkar. Aksine daha da büyüyerek, sanayisi ile dünya üretiminin yarısını karşılar. Ancak SSCB ve ideolojisinden kaygı duyarak bunu kırmak için önce Marshall planıyla, daha sonrada NATO kanalıyla Batı Avrupa’ya yardım eder.
1950 yılında Kuzey Kore’nin saldırısı sonucu Güney Kore’ye yardım için askeri müdahaleden çekinmez. (Bu savaşta Kore’ye giden Türk askeri birliğimizin başarısı sonrası Türk-Amerikan ilişkileri farklı bir seyir izler ve sonrasında 1952 yılında Türkiye NATO’ya girer.)
1950’lerde başlayan ve komünizme karşı mücadele olarak bilinen Mc Carthy’ci zihniyeti 1955’lere kadar sürdürüp, Amerikan toplumunu komünizm karşıtı bir yapıya sokar.
1955’lerden 1975’lere kadar öne çıkan siyah-beyaz karşıtı gösterileri paralelinde zencilerin ve kızılderililerin muhalefeti ile sarsılır. Bu yıllar içersinde ırkçılıkla ve yoksullukla mücadele eder.
1960’lı yılların sonuna kadar son derece elverişli konumdan yararlanarak gelişmesine ve büyümesine devam eder. 1965’lerde Güney Vietnam’ın saldırısına uğrayan Kuzey Vietnam’ın yardımına koşar. Bu kez Vietnam bataklığına saplanarak başarısız olur. Bu olumsuz görüntüyü kırmak için 1973 yılında SSCB ile silahsızlanma anlaşması imzalanılır.

1970 yılından itibaren Amerikan ekonomisindeki canlılık azalır. Dolar değer kaybeder. Petrol krizi enflasyonu etkiler. Ancak ABD askeri ve ekonomik olarak dünyanın bir numaralı gücüdür. Bu gücün temeli II. Dünya Savaşı sonrasına dayanır.
1979 İran İslam devrimi, Sovyetlerin Afganistan işgali ile yeni bir konjonktür başlar. Soğuk savaş döneminde ABD’nin Sovyetlere karşı geliştirdiği ‘Yeşil Kuşak Projesi’ sonucu yeşeren Taliban, El Kaide vd. oluşumlar bölgelerinde güç odağı haline gelirler.
(Soğuk savaş sonrası bu örgütler ABD’nin Asya ve Ortadoğu’daki politikalarına karşı, ABD’yi ve müttefiklerini hedef alan eylemlere girişeceklerdir.)
1989 yılında Doğu Blokunun çökmesiyle Sovyet korkusu sona ermiş; soğuk savaşın galibi olmuştur. Berlin Duvarı’nın yıkılışı (9-10 Kasım 1989) bu döneminin sona ermesini sembolize etse de; bu olay, dünya çapındaki gerginliğin iki başoyuncusunu (ABD-SSCB) karşı karşıya getiren kararlılık ve güç gösterileriyle dolu, derin bir evrimin sonunda gerçekleştirilmiştir.
1990’da yaşanan Körfez krizi Ortadoğu’da Irak’a operasyona dönüşür. (Şubat 1991’de Irak’a karşı 28 ülkenin katılımıyla oluşan uluslararası müdahale gücünün başında yer alır.) Artık ABD, yeniden dünya üzerindeki ağırlığını pekiştirerek tek süper güç olmuştur. Bundan sonra ABD’nin önderliğinde çok uluslu müdahaleler daha da sıklaşır. Kuzey Irak’taki Kürtlere insani yardım (1991 baharında), Somali’ye ayni tipte müdahale (1992 kışında), arkasından Sırpların Avrupa’nın göbeğindeki Saraybosna vahşetini sona erdirip teslim olmasına kadar havadan müdahale (1996), NATO kuvvetlerinin katılımı ile Kosova’ya insani yardım (1999) gerçekleştirilir.
(Tüm bu gelişmeler ABD’nin ‘Dünya Jandarmasına’ dönüştüğü izlenimi vermekte olup; bundan böyle tehlikeli durumlarda da BM devreye sokularak ‘Uluslararası Hukuk Çerçevesi’ oluşturulur. Ardından ülkesel ve bölgesel çıkarlar bağlamında kontrolün elden bırakılmamasına çaba sarf edilir. )
2001 yılının 11 Eylül günü yaşamış olduğu kabus, “Amerikan Rüyasını ve Süper Gücü” kendi kendini sorgulamaya iter. Kaybetmiş olduğu moral ve prestiji yeniden kazanabilmek için terör ve teröre destek veren örgüt ve ülkelere savaş ilan eder. İlk hedef Afganistan’dır. NATO tarihinde ilk kez (Antlaşmanın 5. Maddesi uygulamaya konularak), NATO’nun operasyon ve kullanım alanı genişletilir. Böylece, NATO’nun öncülüğünde yapılan operasyona uluslararası meşruiyet kazandırılarak Afganistan’a harekat gerçekleştirilir. Köktendinci Taliban yönetimine son verilerek uluslararası güç desteğinde yeni bir Afgan hükümeti oluşturulur. Afganistan sonrası sıra Irak’a gelmiştir. Irak’a harekat bağlamında, iç ve dış destek sağlamak amacıyla ABD tarafından yoğun bir diplomasi yürütülür. Uluslararası destek yanında bölge ülkelerinin (özellikle İslam ülkeleri) destekleri üzerine yoğunlaşılır. Devreye Birleşmiş Milletler sokulur. Sıra harekatın başlayacağı takvime gelmiştir. Tüm dünyanın nefesleri tutulmuştur. BM ve dünya kamuoyundan gelen tüm protestolara karşın ABD ve İngiliz ordularından oluşan koalisyon gücü tarafından 20. 03. 2003 günü harekat gerçekleştirilir.
ABD ve İngiliz kuvvetleri güney cephesinden Irak’a girip, 9 Nisan tarihinde (savaşın 21. günü) Bağdat’a ulaşarak, Saddam Hüseyin yönetimine son verir. 1 Mayıs tarihinde de savaşın fiilen bittiği ABD Başkanı tarafından dünya kamuoyuna şu şekilde açıklanır: “ABD, savaş tazminatı, masraflar, bombalar için ilk olarak petrole el koyuyor!”
Ancak, ABD’nin planı “evdeki hesap pazara uymaz” gibi işlemez. Kitle imha silahları gerekçesiyle başlatılan savaş sonucu bu silahlardan eser olmayınca, dünya kamuoyunda kurtarıcı rolünden işgalci konumuna düşer. Irak’ta uygulanan baskı yöntemi, esirlere yönelik işkence görüntüleri, dünyayı ayağa kaldırır; işgal kuvvetlerinin kendi kamuoylarında bile destekleri azalmaya yüz tutar. Irak işgalinin ardından bilanço her yönden giderek ağırlaşır ve maliyet trilyon dolarla ifade edilir. Irak’ta yeni oluşum, geçici konsey, anayasa, seçimler derken, iç savaş boyutunda patlama ve saldırılar sonucu (Saddam Hüseyin ve kurmayları sağ, oğulları ölü olarak elde edilmiş olsa da) her gün ölüm olayları kol gezer. Acaba ilk başta direniş göstermeyen Irak, ABD’yi Vietnam benzeri bir bataklığa mı çekmiştir? Yoksa ABD, BOP/GOP çerçevesinde stratejimi geliştirmektedir? (Her şeyi olup-bittikten sonra öğrendiğimiz gibi bunu da sonradan zamanı gelince öğrenmiş olacağız herhalde!!!)
Irak’ın işgali sonrası İran ve Suriye’ye yönelik tehditler karşısında İran direnirken, Suriye ABD karşıtı davranışlardan kaçınır. Bu kez Pakistan nükleer güç olması nedeniyle Afganistan’daki terör odaklarına destek verdiği, göz yumduğu gerekçesiyle ABD’nin hedefi konumundadır.

ABD ve Yenidünya Düzeni
“Rusya, sahip olduğu gücü jeopolitiği kaybetti. Çin, kendi iç dünyasını sağlama almak için Rusya ile ittifak içinde. AB ise Sovyet tehdidi sonrası kendi dünyasında. BM ve NATO bu güce boyun eğmek zorunda, ABD ne derse o olacak, güç artık onundur. Güç ABD’nindir.” (2)
ABD, soğuk savaşın galibi olarak, “Yeni güvenlik stratejisi” anlayışı ile “Yeni bir dünya düzeni” geliştirir. Bu stratejinin en önemli kısmı: Kuzey Afrika, Sudan, Arabistan yarımadası, Lübnan, Suriye, Irak, İran, Afganistan, Kafkaslar ve Kazakistan’a kadar uzanan coğrafyayı bir yay, bir hilal şeklinde kapsayan ve kısaca BOP olarak adlandırılan “Büyük Ortadoğu Projesi”dir. Bu bölgeyi elinde tutan, kontrol eden güç dünyayı da kontrol edecektir. Evet, güç ABD’den yana gözükmektedir. Bu proje “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” (GOP) olarak isim değiştirerek dünyanın gündemine sunulmuştur.
Projeler isim değiştirerek, değişime uğrayacak, dünya kamuoyu dalga dalga bu yenidünya düzenine alıştırılacaktır. Bu projeler ışığında düğmeye basılmış, kum saati çalışmaktadır. Gürcistan’da “Kadife”, Ukrayna’da “Turuncu”, Lübnan’da “Sedir” devrimleri sonucu iktidar değişimleri ABD rüzgârıyla birlikte olmuştur. Kırgızistan'da başlayan isyan, amacına ulaşır ve Kırgız ülkesi de Ukrayna ve Gürcistan gibi bir iktidar değişikliğine tanık olursa, bunun yaratacağı domino etkisi komşu cumhuriyetlerde de görülecektir. ABD artık Orta-Doğu ve Asya’da, enerji kaynaklarının yoğun olduğu bölgede varlığını fiili olarak hissettirecektir.
Ancak bunu doğrulamayan bir Arap Atasözü vardır: “Rüzgar her zaman yelkenin istediği gibi esmez.” ABD dünyaya yön vermeye çalışırken yakınında Karayiplerin en büyük adası Küba 1959 yılından bu yana ambargo ve soğuk savaş sonrası Doğu Blokunun çökmesine rağmen sosyalist sistemi kesintisiz olarak sürdürmektedir. Küba devrimi dışında 1970’lerde Şili’de denenen demokratik sosyalist sistem Latin Amerika’da askeri diktatörlükleri tetikler. 2000’lere gelindiğinde bu kez sol yönetimler yeniden belirir. Eşitliğin kurulabildiği bir dünyayı ihtimal olmaktan çıkarıp dünyanın gözüne sokmaya çalışan Latin ülkeleri Brezilya, Uruguay, Bolivya, Venezüella, Arjantin, Şili’de ABD karşıtı politikaların iktidara gelmeleri ve diğerlerinde de gelme olasılıkları arka bahçenin soru işaretleri olarak göze çarpar.
Lübnan’a Suriye’yi çağıran, konuşlandıran Batı Dünyası, bugün soğuk savaş döneminde ‘Yeşil Kuşak Projesi’ ekseninde yeşeren örgütlerin hedefi haline gelmiş, ABD ve Avrupa metropollerinde bedelini de acı ödemiştir. Ve bugünde ödemeye devam etmektedir. Özellikle Irak’ta direniş olarak ABD askerleri yanında, müttefik konumunda herkesi hedef alan eylemler, hemen hemen her gün yaşanan ölümler haber bültenlerinde rutin bir olaymış gibi yer almaktadır.
(Kitle imha silahlarının yok edilmesi amacıyla başlatılan Irak harekatı uluslararası kamuoyunda da işgal şekline dönüşünce silah tersine döner. Güçsüz olan tarafın kullanacağı şiddet yöntemi -terör olarak adlandırılsa da- meşruluk kazanma mücadelesi olarak değerlendirilmektedir.)
2001 Eylülündeki ikiz kuleler sonrası Irak topraklarındaki asker kayıplarının (2009 yılı Martında 4 binleri geçen) günden güne devamı can sıkarken bu kez ard arda doğal afetler baş gösterir. 2004 yılı sonunda Güney Asya’da yaşanan ‘Tsunami Felaketi’ son yılların en büyük felaketi olarak ilk sırayı alsa da; ABD’yi 2005 Eylül ayında bu kez doğal afetler sarsacaktır. Amerika Birleşik Devletleri'nin güney sahillerini vuran ‘Katrina Kasırgası’ binlerce can alarak, 100 binlerce insanı da mağdur eder. Kıta içersinde göçler yaşanacak, uluslararası yardıma ihtiyaç duyulacaktır. 21. yüzyılın süper gücü, efsanesi ABD, Katrina Kasırgası ile yeni bir rüyasından daha uyanacaktır.
ABD, Yenidünya düzeni çerçevesinde hedeflerinden vazgeçmese de Afganistan ve Irak operasyonları sonrası yaşanan sapmaları/olumsuzlukları görmezden gelemez. 2008 yılında yaşanan küresel mali kriz ABD’nin Irak’tan çekilme stratejisini hızlandırır. Sonrasında yapılan seçimlerde ABD tarihinde bir ilk gerçekleşir. Ailesinde Müslüman olan Afrika kökenli bir siyahi/zenci Barack Hüseyin Obama, Demokratların adayı olarak öne çıkar, başkanlığa aday olur ve ABD’nin yeni başkanı seçilir.
2011 yılı başlarında ise dünya açısından olduğu kadar ABD’de diplomasi ve askeri çerçevede yoğunluk yaşanır. Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında yaşanan “Arap Baharı” olarak da adlandırılan gelişmeler GOP sarmalında yaşanan gelişmeler olarak algılanır. ABD’nin Ortadoğu ve K. Afrika’da yaşanan gelişmelere yaklaşımı; Libya’daki iç savaşa müdahale konusunda izlenen politika, yeni stratejilerin devreye konulduğunu göstermektedir.

Sonuç olarak Dünyanın geleceği ve ABD üzerine farklı platformlarda tartışıladuran aşağıdaki sorular ve benzerleri karşımıza çıkacaktır:
 Dünya 3. bir savaşı deneyecek mi? Yoksa bölgesel savaşlarla mı yetinecek?
 İdeolojik kavgaların 20. yüzyıl sonlarında Kapitalizm lehine sonuçlanması
üzerine 21. yüzyıl da kapitalizm karşıtı yeni bir düşünce gelişebilecek mi? Yoksa geçmişte denenen Sosyalist sistemin revize edilerek her iki sisteminde ortak paydalarda buluşabileceği “Karma” bir sistem mi yaratılacaktır?
 ‘Tarih tekerrürden ibaret’ ise; tarihteki büyük imparatorluklar gibi belirli bir
süreç sonrası o da gücünü yitirerek efsanesi de sonu mu tadacaktır?

Bu ve benzeri konular tartışıladursun, gerçek konjonktürde; Dünyanın toprak büyüklüğü açısından en büyük ülkesi sıralamasında Rusya, Kanada, Çin’den sonra dördüncü sırasında yer alsa da; ABD, 21. yüzyılda da her yönden en büyük güçtür.
ABD 21. yüzyıla süper güç olarak girmiş, bu yüzyılda da süper güç olarak dünyaya yön vermeye devam etmektedir. Ta ki kazanımlarını dünya ile paylaşıncaya kadar, yeni bir ‘Yenidünya Düzeni’ oluşuncaya kadar bu süreç alternatifsiz olarak devam edecektir.
(http://www.remzikocoz.com)

Remzi KOÇÖZ

Dip Not / Kaynakça:
(1) AXİS 2000 Büyük Ansiklopedi, cilt–1, Milliyet/Hachette yayınları, “Amerika Tarihi”, s.231
(2) KULOĞLU Armağan, “Soğuk Savaş Sonrası Bozulan Dengeler”, Stratejik Analiz Dergisi, Aralık–2003, cilt:4 sayı: 44, s. 41–42

Hiç yorum yok:

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz