14 Nisan 2010 Çarşamba

‘HUKUK / KANUN’ ALGILAMASI

“Kanunlar örümcek ağına benzer; küçük sinekler takılır, büyük sinekler deler geçer” şeklindeki Yunanlı filozof Eflatun’un bu sözü günümüzde; “Kanunlar, zenginin delip geçtiği, fakirin takıldığı örümcek ağıdır” şeklinde seslendirilmektedir.

Bazen çaresiz kalınınca sığınılan can simididir, Hukuk. Nasıl ki; “Denize düşen yılana sarılır.” Hukuk da, en çok onu ihlal edenlerin öncelikle sığınacağı son limandır. Onun ötesi yok!
Eflatun: “Huzurlu, istikrarlı siteler/devletlerin az kanun yapıp az değiştirdiklerini; Huzursuz ve istikrarsız siteler/devletlerin ise çok kanun yapıp çok değiştirdiklerini” dile getirmiştir.
Bir ülke düşünün; hukuk devleti normlarını yasa çıkarmakla sağlayadursun.. Yasa caydırıcılığı, yaptırımlar eşit ve adil değilse işler zorlaşır. Her problem, her sorun, her sarmal için yeni yeni yasa bulmak da güç. Asıl olan ayrıntılar yerine bütünü görebilmek.. Tıpkı sivrisinekler yerine bataklıkla uğraşmak gibi. Hukuk devleti mi yoksa kanun devleti mi oluşturacağız? Öncelikle ona karar vermemiz gerek.
Kanun koyucu, kişilere, gruplara, kurumlara vede konumlara endeksli kanun koymamalı! Geneli düşünerek ve evrensel ölçütlerde düzenlemeler yapıldığında sorun kendiliğinden çözülür. Ama nedense Kanun koyucular -işin teknik aşaması dışında- her an için delinmeye açık bir yapı ortaya koyunca, uygulamada ya da uygulanamadan kısa bir süre sonra yamalı bohça haline gelmeye yüz tutar. İlga, mülga, ek madde, geçici madde gibi. Kanunun asıl çıktısından daha çok eklentileri oluşur.
Kişileri, grupları, kurumları koruyalım derken ortaya farklı bir yapı çıkar. Herkes ayrıcalık peşinde olunca biz bu yasaları kime/kimlere uygulayacağız?
O zaman sade vatandaşa/güçsüze herhalde! Güçlü olan farklı şekillerde yasanın yorumunu lehine çevirmekte gecikmez. Olan sade vatandaş dediğimiz güçsüze olur.
Toplum olarak uluslararası normları/kriterleri bilmemize, düşünmemize, konuşmamıza, yazmamıza rağmen; günlük yaşam içersinde niçin uygulamıyoruz ya da neden uygulayamıyoruz?
Birileri bize silah mı çekiyor?
Birileri bizi ipotek altına mı almış?
Yoksa biz denilen benler, kendi yanlışlıklarına, düşecekleri hatalara şimdiden kılıf mı hazırlıyor?
Bunlar değilse peki sorun neyden kaynaklanıyor.
Toplumsal yaşamdaki aykırılıkları fıkra olarak anlatıyor, aktarıyor, gülüyoruz. Kendimizi düzeltme yoluna gideceğimize kendi kendimizle alay etmeye devam ediyoruz. İster alışkanlık, ister kendini yenileyememe, aşamama deyin. Hiçbir mazeret sizleri, bizleri haklı kılamaz.
Hukuk alanındaki evrensel normları/uygulamaları kendimize, toplumumuza çok görmeyecek ya da ikinci sınıf vatandaş olarak dünya liginde yerimizde sayacağız.
O zaman niye okuyoruz. Neden emek sarf ediyoruz. Daha iyiyi güzeli yaşayamayacak/yaşatamayacaksak, bütün bu uğraşılar neden?
İşte bu sorulara fen alanında, teknik alanda bilim adamlarınca güzel cevaplar verilse de; İdare alanında, siyasi alanda, hukuk alanında, eğitim alanında yeterli cevaplar alamıyoruz. İki ileri bir geri, yerimizde saymasak da çok ağır yol alıyoruz.
Bazen sıkıştığımız ya da mağdur olduğumuz zaman bizim için öncelikli olan şeylerin başkaları içinde gerekli olabileceğini düşünerek -hareket sağduyusuna eriştiğimizde- sorunların doğal olarak çözümlendiğine tanık oluyoruz.
Basite indirgersek ‘saygı’ sözcüğü sorunu çözmektedir: Saygı göstermekle saygı görüp saygısızlığı ortadan kaldıracaksın.
Günümüzün moda tabiriyle, “toplum mühendisliğine” soyunanlara hazır bir reçete! Aslolan o reçeteyi uygun bir şekilde hayatımıza sokmakla, uygulamakla, dozajını ayarlamakla sorunlar -çorap söküğü gibi- çözülecek. Kişilerin, grupların kaprisleri, doyumsuzlukları, yönetim körlükleri, hantallıkları kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Domino teorisi gibi birbirini etkileyerek önünü açacaktır.
Nasıl mı?
Tabiî ki; sürekli geçmişi eleştirerek, olumsuzlukları öne çıkarıp bahane uydurarak değil! Biat kültürüyle hiç değil!
Uygarlıkların gelişiminden, tarihin dönüşümünden, yaşananlardan dersler çıkararak.. Dogmalar yerine akıl ve bilimi öne çıkararak, önemseyerek, değer vererek..
Düşünerek, beyin jimnastiği yaparak, üreterek, efor sarf ederek vede insanlık için yeni bir şeyler yaratarak; Olumsuzluklar, sorunlar, karmaşalar, kargaşalar kolaylaştırılacaktır.
Hem yönetenler hem de yönetilenler için o gizemli, anlaşılmaz duvarlar, kaleler yıkılacaktır.
Hedef; yazının giriş paragrafındaki olumsuz bakış açısını olumluya çevirerek, yüzyılların yazgısını/ön yargısını tarihin çöplüğüne atmak olmalıdır.

Remzi KOÇÖZ

Hiç yorum yok:

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz