2 Mayıs 2011 Pazartesi

Etkin Bir Bölgesel Güç Olma Yolunda Türkiye

“Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz" M. Kemal ATATÜRK

Türkiye Balkanlar (Avrupa), Kafkaslar (Asya), Ortadoğu (Afrika) arasında üç kıtanın birleşiminde jeostratejik bir öneme sahiptir. Toprak büyüklüğü, nüfusu, demokratik yapısı, askeri gücü ve de tarihten gelen köklü devlet geleneği ile bölgesinde önemli bir güçtür. Bölgesel gücün tanımı ile kriterlerini ele aldığımızda da bölgesel güç olduğu yadsınamaz. (*)
II. Dünya savaşı sonrası ABD ile ittifak süreci NATO’da yer alma, ikili anlaşmalarla ABD ve NATO üslerinin konuşlanması soğuk savaş döneminde Türkiye’yi kilit ülke durumuna getirmiştir. Batı müttefikleri açısından Sovyetler Birliği ile hem kara hem de deniz sınırında (kuzey ve doğuda) tampon görevi görmüştür.
Sovyetlerin sıcak denizlere Akdeniz’e, Kızıldeniz’e açılması, petrol bölgeleri ve enerji kaynaklarına yakınlaşması politikası tarihsel bir idealdir. Bu sebeple tarih boyunca Ruslarla sayısız savaşlara neden olmuşsa da Türkiye kendi coğrafyasını koruduğu gibi diğer coğrafyalara da siper olmuştur. Bir nevi ileri karakol görevi ifa etmiştir.
Bugün Türkiye’nin almış olduğu yol komşuları tarafından gıpta ile izlenirken; ABD ve AB açısından da bölgesel güç olduğu çeşitli platformlarda dile getirilmektedir. AB sürecinde de ABD’nin desteğini görmekte ise de; toplumsal yapısı itibariyle müktesebat için gerekli şartları yerine getiremediği ya da getirmesinin –hazmetme sorunu nedeniyle- zaman alacağı AB kurullarında, AB raporlarında AB sözcülerince açık açık dile getirilmektedir. Son olarak Fransa’nın Türkiye’ye yeni AB (Akdeniz Birliği) önerisi sürecin rotasının iyice çıkmaza girdiğinin göstergesidir.
Türkiye ülke olarak Kıbrıs, Ermeni, Patrikhane, Ruhban Okulu, Güneydoğu sorunu adı altında siyasi yaptırımlarla karşı karşıyadır. Bu durum ülkenin siyasi hükümranlık haklarını, ulus devlet yapısını, üniter yapısını bozmak için maceraya girmesinden başka bir şey değildir. Aksine küresel güç olan bu ülkeler kendi ulus devlet yapılarını devam ettirmektedirler. Yakın tarihten örnek olarak; Doğu–Batı Almanya birleşmesi ve Yugoslavya’nın ayrışmasını verebiliriz.
Bölgesel güç konumunda olan ülkeler küresel güç olmanın potansiyel adaylarıdırlar. Günümüz dünyasında tek süper güç olan ABD’nin karşısına batıda potansiyel olarak AB çıkabilecektir. Onunla siyasi, ekonomik, askeri ve stratejik ortaklıklar oluşturarak dünyayı kontrol etmek için kullanacaklardır.
Rusya, eski süper gücünü yitirmiş olsa da bölgesel bir güç olarak jeostratejik yapısı itibariyle yeniden küresel bir güç olma savaşındadır. Avrasya projesi bunun için bir yatırımdır. Çin, Orta Asya cumhuriyetleri ile İran, Pakistan, Hindistan’ın da katılacağı bir ortaklık ABD’nin karşısında AB’den daha güçlü bir yapı ortaya çıkaracaktır. Rusya, Türkiye’yi de bu yapı içersinde görmek istemektedir.
Çin ise; tek başına -2000’li yıllar sonrası- ekonomik anlamda dünya piyasalarını ucuz malları ile sallamıştır. Buna askeri güç ve teknolojik gelişmeleri eklediğinde bölgesel gücünü aşarak küresel güç olması işten bile değildir. Çin, çok kutuplu dünyanın çok uzak olmadığını vurgularken; Avrasya birlikteliğini Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) kapsamında genişletmenin mücadelesini Rusya ile birlikte BM Güvenlik Konseyi üyeliklerinin de avantajını kullanarak üstlenmişlerdir
Japonya’ya gelince; Pasifik’te bölgesel güç olarak ekonomik çıtasını yükseltirken, askeri gücünü henüz toparlama aşamasındadır. (II. Dünya Savaşı sonrası Japonya ve Almanya düzenli ordu bulunduramayacaklarına dair hükme anayasalarında yer vermişlerdir.) Bu belki de Japon mucizesinin katalizörü olmuştur. Tüm yatırımlar diğer alanlara yapılmış, kalkınma ötesi dünyaya teknoloji ve bilgi ihraç edilerek küresel bir güç olma yarışı verilmektedir.
Gelelim Türkiye’ye;
Türkiye, tarihsel süreç içerisinde dünyanın üç kıtasını dize getirmiş, sayısız uygarlıklar yaratmış, eski bir küresel güç olarak 600 yıllık Osmanlı, 300 yıllık Selçuklu ötesinde insanlık tarihine uzanan şanlı bir geçmişe sahiptir. 19. yüzyıl başlarındaki sanayileşme ve teknolojik gelişmelere uzak kalmış, I. Dünya Savaşı sonrası Mondros ve Sevr uzantısı anlaşmalarla paylaşımı M. Kemal ATATÜRK’ün önderliğinde verilen ulusal kurtuluş mücadelesi ile engellenerek Anadolu-Rumeli yarımadası üzerinde bağımsız bir Türk Devleti kurulmuştur.
Her şeyini ulusal kurtuluş savaşı öncesi tüketen, heba eden koca imparatorluk, geri kalan kuvvetleri de yeni bağımsız devletini kurma aşamasında harcamıştır. Yeni Türkiye bu zorluklarla sıfırdan kurularak yeniden imar edilir. Yüzyılların ihmali giderilmeye çalışılsa da 1930’lu yıllardaki ekonomik bunalımın etkisinde kalarak gelişmesine, kalkınmasına sekte vurur. Buna rağmen; yakın çevresiyle/havzasıyla irtibatı kesmez. Balkan ve Sadabad paktları, Rusya ile saldırmazlık anlaşması gibi dinamik bir strateji ve politika izlemiştir.
Ardından gelen II. Dünya Savaşı sıkıntılı yıllardır. Savaş sonrası oluşan Yenidünya düzeni içerisinde soğuk savaş yılları ve demokrasiye geçilen çok partili dönem takip eder. Türkiye kuruluş sonrası yakaladığı dinamik yapıyı yeniden statik yapıya döndürerek içine kapanmış, zamanını fırkacılık ve demokrasicilik ekseninde içe dönerek heba etmiştir.
Türkiye 60-70-80’li yıllarda askeri rejimlerle sekteye uğrar. İç tehditlerle, iç sorunlarla boğuşur, boğuşturulur. Aslında Türkiye I. Dünya Savaşı öncesi emperyalist devletler tarafından hedef ülkedir. 19. yy çeyreğinde ‘Doğu Sorunu’ adıyla hasta adam ilan edilerek, 100 yıl sonrasında 1920’de Sevr haritası ile paylaşımı deklere edilmişti.
Türkiye 2000’li yıllarda ise; olayların gelişimini seyrederken, bölgedeki gücünü kullanamamıştır. Bekle-gör politikası ile işler olduktan sonra gelişmelere müdahil olmuş, tartışmaya katılmış, ilkelerini ortaya koymuştur. Etkin ve yönlendiren bir güç olamamış, bölgesel konum ve potansiyelini ortaya koyamamıştır. Uzun vadede Türkiye’nin hem Ortadoğu hem de Orta Asya’daki çıkarları göz ardı edilemez. Batı eksenli ve AB’ye entegre politikalara tek taraflı bağlılık yerine jeopolitik konumu ve ulusal çıkarları gereği Avrasya politikalarını da geliştirerek aralarında denge kurmalı, bağımlı/güdümlü ilişkiler, politikalar yerine bağımsız/eşit ilişkiler, politikalar üretmelidir.
Günümüzde Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması, korunması Türkiye açısından stratejik bir değer taşımaktadır. Bunun için komşu ülkelerle bu konuda (İran-Suriye-Irak) oluşturulacak zirvelerde ortak kararlar alınarak, ortak tavırlara dönüştürülmelidir. Bir yandan da bu günkü aşamada K. Irak’taki oluşumun Irak’ta oluşturulabilecek federasyonun bir parçası olarak görüldüğü, ancak bağımsız bir devlete dönüşmesi ihtimalinin de düşünülmesi ve bu senaryo dahil olmak üzere her türlü senaryonun masaya yatırılarak tartışılması gerekmektedir. Irak’ın parçalanması durumunda kendi topraklarının bitişiğinde ütopik de olsa bir Kürt devletinin kurulmasına karşı -bu durum komşuları içinde sorun teşkil edeceği için- birlikte çalışmayı yararlı kılmaktadır. Bölgedeki etnik, ideolojik, dini çatışmaların yaratmış olduğu istikrarsızlık karşısında bu coğrafyada yaşayan devletlerin ortak çıkarları; birlikte hareket etmeyi gerektirmektedir. K.Irak’taki fiili durumun uluslararası olduğu kadar ulusal olduğu, Türkiye’nin içini de ilgilendirdiğidir. Kürt kökenli vatandaşlarını daha da kucaklayıcı çalışmalar yapılmasını, Güneydoğuda terör örgütünün kontrolündeki yerel siyasetin önünün alınması gerektiği, etnik temelli ayrılıkçılığın bir yararı olmadığını, üniter devlet yapısının daha yararlı olduğunun sürekli vurgulanması ve halkın bilgilendirilmesi yanında bilinçlendirilmesi de gerekmektedir.
Hukuk ve demokrasimizi ne kadar güçlü kılarsak devlet olarak da o kadar güçlü oluruz. Öncellikle ülke içerisindeki adaleti sağlar, haksızlığı, yolsuzluğu azaltır, insan haklarına saygıyı üst seviyelere çıkarırsak o kadar yol almış oluruz. Kendi içerisinde huzuru yakalayan toplumların uluslararası arenada güçlü olacakları yadsınamaz. Başkaları istediği için değil, kendimiz için; ülkemizin, insanımızın daha modern, daha çağdaş yaşamı hak ettikleri için kolları sıvayıp çıtayı yükseltmeliyiz. Farklılıkları öne çıkarmak yerine bütünü düşünerek hareket etmeliyiz.
Zaten jeopolitik açıdan bölgesel bir güçsün. İçeride mutluluğu istikrarı yakaladığın an küresel güç olman için atacağın adımlar, izleyeceğin politika önemli olacaktır. Bunun yanında bilim ve teknik alanında ilerlemen, eğitim ve Ar-Ge’ye kaynak aktararak tüketim değil de üretim toplumu olman, ekonomik açıdan uluslararası pazarları zorlayan, rekabet edebilen ulusal markalar yaratman gerekmektedir.
Sonuç olarak; Sophokles’in (MÖ. 495-406) “sıkıntısız başarı yoktur” sözü gibi; çağdaş uygarlık seviyesine giden yolda tarihsel ve kültürel değerlerini yaşatarak ulus-devlet yapısını korumak için bizlere; daha çok çalışmamız gerektiği yolunda yıllar öncesinden seslenen büyük önderin 1923 yılında, İstanbul Gazete Temsilcilerine hitaben söylemiş olduğu sözlerle noktalıyorum:
“Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır; çalışkan olmak. Sosyal hastalıklarımızı araştırırsak asıl olarak bundan başka, bundan mühim bir hastalık keşfedemeyiz. O halde ilk işimiz bu hastalığı esaslı surette tedavi etmektir. Milleti çalışkan yapmaktır. Servet ve onun doğal sonucu olan refah ve saadet yalnız ve ancak çalışkan insanların hakkıdır.”

Remzi KOÇÖZ

Dip Not :
(*) “Küresel ve Bölgesel Güç Bağlamında Türkiye” adlı makalemde konu ayrıntılı olarak irdelenecektir.

1 yorum:

Remzi KOÇÖZ dedi ki...

Erol Ağabey, yorumunuz için teşekkürler. Saygı ve selamlarımla... R. Koçöz
------------------------------------------------
"Çok güzel bir tahlil.. Ülkemizin geçmişi, şimdiki durumu, geleceği kısacası portresi çok iyi çizilmiş. Bu arada dünya konjönktürünün de iyi tahlil edildiğini görüyoruz. Büyük Önder'den alıntılanan mesaj da çok anlamlı: (... refah ve saadet yalnız ve ancak çalışkan insanların hakkıdır)Aydınlandım. Teşekkür ederim. Eline sağlık..." E. Özdemir
------------------------------------------------------------------------------

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz