20 Ekim 2010 Çarşamba

TÜRKİYE AVRUPA’LI OLMA YOLUNDA! (MI ?) YOKSA AVRUPA BİRLİĞİNE DOĞRU ..! (MU ?)

1950’li yılarda 6 Batı Avrupa Devletinin bir araya gelerek oluşturduğu Avrupa Ekonomi Topluluğu (AET), 1960’lı yıllarda Avrupa Topluluğu (AT) olarak, 1990’lı yıllarda ise 15 Devletin oluşturduğu Avrupa Birliği (AB) olarak şekillenerek, 2000’li yıllarda yeni katılımlar sonrası Avrupa Birleşik Devletleri (ABD) ne doğru yol almaktadır.

Türkiye ise bu sürece 1959 yılındaki başvurusu sonucunda 1963 yılında ortak üye Antlaşması ile başlıyor. 1973 yılında Katılım Antlaşması imzalamasına rağmen 1976 yılında ilişkiler donduruluyor. 1987 yılında tekrar Tam Üyelik başvurumuza 20 ay sonra 1993’ten önce değerlendirmeye alınmamız için siyasi, sosyal alanlarda gelişme kaydetmemiz gerektiği görüşü iletiliyor. 1993 yılı imzaladığımız Gümrük Birliğini antlaşması, 1995 yılında onaylanarak, 1996 yılında uygulamaya geçiyor. 1999 yılı Helsinki Zirvesi sonucunda aday ülke olmamız kabul ediliyor. Bu zirvede yeni girecek üyelere şartlar öne sürmüşlerdir. Bizde bunlara imza atarak Doğu Avrupa ülkeleri için istenen şartları kabullenmekle önceden başvurumuza rağmen süreci yeniden başlatmış oluyoruz.

Ülkemizdeki siyasi irade bu süreci başarı olarak kendi hanesine yazmaya çalışsa da Türkiye olarak yeni bir kulvara girmiş olduk. Aslında doğru olan bizim kendimizi çağdaş ülkeler konumunda yeniden yapılandırarak, strateji geliştirmemiz sonucu Avrupa’ya bizi almaları, topluluğa üye yapmaları daha onurlu ve yararlı olacaktır. 

Ülkemiz bu sürece girerken veya şu aşamada Üniversitelerin, Sivil toplum örgütlerinin, Kamuoyunun görüşlerine ne derece önem verilmiştir, ne derece verilmektedir? Bu süreçte kim ne kadar bilgi sahibi olup, kimler ne kadar bilinçlendirilmiştir? Üzerinde durmamız gereken asıl konulardan biri de budur. Bu da toplumun bilinçlenmesi sonucu Türkiye’nin alacağı mesafede büyük rol oynayacaktır.

AB üyesi 15 ülkenin sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal farklı yapılanmalarının bizi bu topluluğa almalarının kısa vadede olanaksız olacağı inancı Türk Kamuoyunda hakim olan bir görüştür. Bu görüşün pozitif bir yapıya dönüşmesi kolay olmayacaktır.

Ağustos ayının ilk haftası içerisinde Türkiye için önemli konularda kararlar alınıyor. Erken seçim konusunda devam eden Muhalefet, Kamuoyu ve iktidar ortaklarının farklı bakış açıları sonunda ortak bir noktada buluşuyor. 3 Kasım 2002 tarihinde Erken Seçim için TBMM olağanüstü toplanarak tarihi bir karar alıyor. Arkasından AB için uyum yasalarının görüşülmesi gündeme geliyor. 1. Gündem maddesi olarak İdam cezası ile ilgili Terör ve Savaş suçları haricinde yapılan düzenleme değiştirilerek yerine ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezası getirilerek İdam cezası tamamen kaldırılıyor. İdam cezası tek başına yetmiyor. Asıl önemlisi kapıda bekliyor, isteklerinin...

Anadilde Eğitim ve Yayın konusu. Yani diğer adı ile Kürtçe Eğitim ve yayın konusu... Bu konu daha hassas ve can alıcı... Bakalım Türkiye Parlamentosu bu konuda ne tür bir yol bulacak. Önümüzdeki günler bunlara gebe, bunların sancısıyla geçecek doğum gerçekleşecek mi, nasıl gerçekleşecek? Derken, biz bu kaygılarımızı ortaya koyarken, Meclisten bu tasarıda geçiyor. Arkasından 14 maddelik diğer konularda meclisten geçerek yasalaşıyor. Benim gibi bütün Türkiye bunu şaşkınlıkla izliyor. Yıllarca sürüncemede kalan konular bir gecede, yıldırım hızıyla yasalaşıyor.

 Avrupa’nın istekleri bunlarla biter mi? Tabii devam ediyor. Türk-Yunan ilişkileri gündeme geliyor. Bir taraftan barış rüzgarları eserken zeytin dallarını uzatıp, 2008 Olimpiyatlarına birlikte ev sahipliği planlanırken, bunların yanında Kıbrıs konusu gündeme şap diye oturuyor.

Kıbrıs’ı Türkiye’nin 82. vilayeti olarak düşünüp, Anavatana ilhak söz konusu iken tamamen karşımıza farklı bir rota çiziliyor. 2 Toplumlu bir federe devlet yapısı yeniden gündeme geliyor. Yıllarca bir arada yaşayıp tek bir devlet olarak tarihe geçen ancak Rum kesiminin Türklere üstünlük sağlama, Enosis maceraları sonucu 1974 yılında Türkiye’nin soydaşlarının yardımına koşarak Kıbrıs’ın kuzeyinde KKTC adı altında yeni bir devlet doğacak, bu devleti de bizden başka tanıyan çıkmayınca işler zora girecektir.

Yıllar üzerinden geçerek 28 yıl devam eden bu süreç sonunda yeniden AB dayatmasıyla tek devlet gündeme geliyor. Hem de Türkiye’nin AB ye girmesi için bu sorunu çözmesi koşulu da buraya ekleniyor.

Bir taraftan Kıbrıs’ın Türkiye için yük olduğunu söyleyenler, bu yükün artık taşınmasının bir faydası yanında zararlarının daha da çok olduğunu vurgularken, Kıbrıs Türklerinin kendi ayakları üzerinde durarak, kendi yağları ile kavrulup, Türkiye ye yük olmamasını istiyorlar. Bunun karşılığında AB yolunun daha da açık olacağı şeklinde yorum yapıyorlar.

Son olarak Avrupa Birliği Komisyonunun 10 Ekim 2002 tarihli açıklamış olduğu Genişleme Raporunda;  “Türkiye’nin istenilen siyasi kriterlerden hala uzak bulunduğu, Kıbrıs Rum Kesimi için ilerleme raporunun ise çok olumlu bulunarak 2004 yılı için üyelik tarihinin verildiği, Romanya ve Bulgaristan’ın da 2007 yılında üye olabileceklerine ilişkin kesin bir tarih belirtiliyor. ”  Bu rapor sonucuna göre Aralık ayı içerisinde Kopenhag Zirvesinde aralarında Kıbrıs Rum Kesimi’nin de bulunduğu 10 aday ülke ile görüşmelerin sonuçlandırılması önerisine karşılık Türkiye’ye müzakerelere başlama tarihi verilmemesi soğuk duş etkisi yaratıyor.

Çünkü Kıbrıs Rum Kesiminin üyelik durumuna AB ülkelerinin bakışı dikkate alındığında Türkiye’nin ne tür bir konjonktüre sokulacağı giderek belirsiz bir hal alıyor. Bugüne kadar yürütülen süreç ve son gelişmeler de dikkate alınarak, diğer ülkeler için belirlenen tarih  -geçte olsa- Türkiye için de öngörülmeliydi diye bekliyoruz. Ancak bu böyle olmadığı gibi geçtiğimiz uzun ince yolda, giderek yokuşa doğru tırmanıyor. 

Türkiye’ye verilen ev ödevleri (Uyum yasalarının uygulanması ve diğer normların yerine getirilmesi gibi) ne kadar süreç alacaktır, AB‘de bu süreci ne kadar daha uzatacak yada karşımıza daha ne tür olumsuzluklar sunacaktır. Türk Kamuoyu bunu bu şekilde beklemektedir. Yaklaşık 43 yıldır devam eden bu sürecin bir o kadar daha devam etmesi mi? Yoksa bizim kendi kulvarımıza dönerek, bu standartları kendi halkımıza Avrupa istediği için değil kendimiz istediğimiz için gerçekleştirme sürecine mi girmemiz ülkemiz için faydalı olacaktır. Bunu önümüzdeki günler gösterecektir.

Türkiye yıllarca biriktirdiği sorunları ile yaşarken AB rüyası ile bu sorunlardan kurtulacağına inanmaya başladı. Rüya tabirini kullanıyorum çünkü toplum olarak uykuda rüya görmeye devam ediyoruz. Uyanık olup hayal görmemiz daha gerçekçi ve akılcı olanı bence!

Batı Dünyasının çağdaşlık yapısı yanında, Toplumsal ve Ekonomik refah düzeyinin çok çalışarak, çok üreterek, planlı bir şekilde gelişip, büyüyerek yakalanması gerektiğini bilsek de;  Şimdide bunları yapmak yerine, Batı Dünyasının bize yardımı (IMF-AB) sonucu kendimizi düzlüğe çıkarabileceğimize toplum olarak bir taraftan inanmaya başladık.

Bunun için öncelikle Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün bu günleri görerek söylediği; “Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan, rahat yaşamayı alışkanlık haline getirmiş uluslar; önce onurlarını, sonra kimliklerini ve daha sonra da geleceklerini kaybetmeye mahkumdurlar” sözleri bizi kendimize getirmelidir.

Arkasından Büyük Önderin “Türk Öğün, Çalış, Güvenparolasındaki sözlerinin yerini değiştirerek; öncelikle güvenmeyi, daha sonra çalışmayı, daha sonra da öğünmeyi gerçekleştirmeliyiz. Böylelikle ama AB, ama diğer gelişmiş ülkeler cephesindeki kendimize uygun fotoğraftaki yerimizi kimsenin icazetine ve şefkatine sığınmadan alırız

Diğer bir taraftan 25 yıldan bu yana süregelen olağanüstü hal uygulaması gelişen koşullar sonucu son iki ilde de kaldırılarak farklı bir sayfa açılıyor. Artık Türkiye kendine güveni buluyor. Sürekli aynı kalmanın yerine değişimi yakalamanın, gelişimi yakalamanın kendine güvenden geçtiğini düşünerek, uygulamaya koyarak yeni bir yolculuğa başlıyor.

Bu yolculuk AB rüyası ile bitmese bile, Türkiye kendisi için gerekli olanı, çağdaşlığı Toplumsal dayanışma ve birlikteliği, Ekonomik refahı kısa vadede olmasa da yakalayabilecek dinamiklere, dinamizme sahiptir.

İşte bu dinamikler harekete geçirilerek süreç başlatılmalıdır...

(Aralık 2002/ Erzurum) * Çağın Polisi Dergisi (Sayı:12 Ankara  / Aralık-2002)

Remzi KOÇÖZ

Hiç yorum yok:

Bu sitede yayınlanan her türlü ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, her tür fikri mülkiyet hakkı , tarafıma aittir.
Kaynak götermeden kullanılamaz